Burgazada'nın yeri bende ayrıdır. Tüm stresimi alıp götüren, sahildeki meşhur pastanesinde oturup çilekli milföyümden bir lokma alıp ardından çayımı yudumladığım bu yer, bana tarifsiz bir huzur verir.
Üzgünüm ama burada bir ayrımcılık yapmak zorundayım...
Yabancıların da en az bildiği ada olduğundan burada son ses bağıran gruplar da yok.
Maalesef adaya geçerken durum farklı zira eğer Kadıköy'den vapura bindiysem özellikle Büyükada son uğranan ada olduğu ve turistler de en çok oraya gittiği için vapurda oturacak yer bulmak imkansız. Oturacak yeri de geçersek, ayakta duracak yer bile olmuyor çoğu zaman ve ben tek izin günümde bu mağduriyeti yaşamaktan nefret ediyorum.
Neyse, Burgazada sevdası ve turist zulmünü bir kenara bırakırsak, ben adanın eşsiz koyuna adını veren Martha’nın hikâyesini sizlere anlatmak istiyorum.
Martha Arat, 1920 yılında doğan Lübnanlı bir Ermeni.
Babasının Osmanlı Bankası’na tayin edilmesinin ardından çocuk yaşta İstanbul’a gelen Martha, Saint Benoit Lisesi’nde eğitim görür. İstanbul’un ilk bale eğitmenlerinden biri olan Arzumova’dan ders almış olan bu kadın, sonsuz bir yaşama sevgisi içinde hayatını sürdürür.
Martha, dansı ve doğayı çok seven ancak özgür ve neşeli halleri nedeniyle dedikoduların hedefi olan bir kadın.
Berç Kazar’la evlenip Burgazada’ya yaşamaya başlayan Martha, adadaki yaşantısıyla birlikte doğaya olan sevgisini aşka dönüştürmüş adeta.
Denize, yağmur suyuna ve deniz kabuklarına karşı derin bir bağlılık, aşk hisseden Martha, kendi özgün tarzında giyinmeyi, saçını süslemeyi ve adada yaşayan kadınlar için deniz kabuklarından takılar yapar ve bunu kimselerden saklamaz.
Bercuhi Berberyan, ‘Burgazada Sevgilim’ adlı kitabında (Adalı Yay., 2010) şöyle anlatır Martha’yı: “Rastgele salıverdiği saçlarına alından sıkma bandanalar, kolunun dirsekten yukarısına tahta bilezikler, kulağına kocaman halka küpeler, ayak bileğine de halhallar takardı. Bu modalar bizde değil, daha dünyada bile yoktu.”
Adada yaşadığı bir dönem denize daha yakın olabilmek için ismi eskiden Halikya olan sahildeki bir balıkçı kulübesinde yaşar Martha.
Hatta bedenini Tanrı'nın suyuyla yıkadığına inanarak çırılçıplak bir şekilde aşık olduğu koyda yüzer, yağmur sularını bile toplamaya çalışır. Bu koy onun için bambaşka bir anlam ifade etmeye başlar.
Uzun yıllar önce de olsa şimdi de...
Bir kadın böylesine özgür, böylesine tutkuluysa bundan rahatsızlık duyanlar muhakkak çıkacaktır.
Martha'nın bu eşsiz özellikleri adalıların bazılarınca hiç hoş karşılanmaz. Uzun zaman dedikodulara ve rahatsız edici ithamlara maruz kalan Martha bir gün dayanamayarak kendini zehirleyip, “Artık rahatlayabilirsiniz!” yazan bir notu ardında bırakarak, 1986 yılında yaşamına son verir.
Martha'nın sözlü bir tavrı var mıydı bilemiyorum ama varlığıyla ataerkil düzene balta vuran bu kadına ben hayranım.
Benden başkaları da hayran olmuş ki, Halikya Koyu'nun adı ölümünün ardından Madam Martha Koyu olarak değiştirilmiş...
Ruhunu, cesaretini çok sevdim Martha.