The Room, bahsedilmeyi hak eden filmler arasında yer aldığından bu yazıda biraz bahsetmek istedim. Yönetmen koltuğunda Christian Volkman'ın oturduğu The Room'da başrolleri de Olga Kurylenko ve Kevin Jansses paylaşıyor.
Konusu ve oyuncuların başarısıyla izlenmeye değer bir film olan The Room, artık huzurlu bir hayat yaşamak isteyen ve bu yüzden şehrin dışında eski bir eve taşınan Kate ile Matt'in hikayesini konu alıyor.
Merak ve heyecanla taşındıkları evde, üç boyutlu yazıcı benzeri bir oda keşfeden ikili, bu odanın her şeyi yapabildiğini fark ederek çılgınca bir durumun içinde bulurlar kendilerini.
Hayattan öyle büyük ya da imkansız şeyler isteme huyu olmayan bu iki sıradan insan, buldukları olağanüstü kaynak sayesinde büyük bir açgözlülükle her şeyi istemeye başlar. Herkesin hayali olan 'her şeyi yoktan var edebilme' yeteneği onlara bahşedilmiş gibidir adeta ve bundan bir hesap soran yoktur. Her şeyi elde edebilmek için yapacakları tek bir şey vardır: talep etmek.
Hayatının en büyük acısını bebeğini kaybederek yaşayan Kate, böylelikle izleyenleri hem şaşırtan hem de aslında hiç şaşırtmayan bir istekte bulunur. Canlı bir bebek isteyen kadının Shane isimli bir bebeği vardır artık.
Daha ne olabilir ki hayatta? İnsan daha nasıl mutlu olabilir? Odada her şeyi yaratabilecekken, nasıl devam edecektir bu talepkârlık?
Elbette bir filmde her şey bu kadar mükemmel giderken muhakkak bu mükemmelliği bozacak bir şey olur.
Çift, evden çıkarılan her şeyin inanılmaz bir hızda yaşlandığını/çürüdüğünü anlar. Peki, hızla büyüyen Shane, bir çocuk olduğunda dışarı çıkmak, oynamak, çevreyi keşfetmek istemeyecek midir? Devamını filmde izlemenizi ve ciddi anlamda bir hayat dersi olabilecek bu filme bir şans vermenizi isterim.