Zeliha Burtek: Bu artık çürümenin de ötesinde

*Not düşmem gerekir ki bu yazıyı 31 Mart Mahalli İdareler Seçimleri'nden önce kaleme almıştım. O günden bugüne içimiz bir daha yeşillendi, farkındayım. Bunu düşünerek okumanızı dilerim :)

Ben de Dr. Zeliha Burtek’e sosyal medyada denk gelenlerdenim.

Zeliha Hoca, metrobüs istasyonunda kendine uzatılan mikrofona ahvalimizi “sosyal çürüme” olarak tanımlamıştı. O röportajını izleyince keşke kendisiyle uzun uzun sohbet etsem diye geçirmiştim içimden. Bu dileğim üç ay sonra gerçekleşti.

İyi şeyler konuşmak isterdim kendisiyle. İçimizi filizlendirecek, gözlerimizi ışıldatacak, yarınlarımızı umutlandıracak sorular sormak isterdim. Ama ülkemizin geldiği hal ne de dünyanın gidişatı buna izin vermiyor.

Kendisine önce camideki intiharları sordum. Özellikle Samsun’un Çarşamba ilçesinde Göksun Cami’de kendini asan imam Hasan Ocak’ın intiharı üzerinde durduk. Ocak’ın intiharı sekiz ay içinde altıncı imam intiharıydı. Camide kendini asması ise benim açımdan çok vurucuydu. İntiharın günah olduğu bir dinin görevlisi canına kıymıştı hem de Allah’ın evinde.

Öte yandan intihar haberlerini de çok duyar olmuştuk. Bir öğrenci kendini okul kantininde öldürmüştü, bir başka genç kadın metroya bırakmıştı bedenini. Ben bu intiharların, “Bizi görün, görün ve önlem alın” çığlığı olduğunu düşünüyordum.

Ama Zeliha Burtek bu intiharları bu şekilde yorumlamadı.

Şöyle konuştu: “Keşke öyle olsaydı ama böyle olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar çok uç noktalara geldiler. Artık bu uç noktalar sözlerle değil hareketlerle de anlatıyorlar. Herkes kendi sınırına doğru koşuyor. İnsanlar bir çıkmazda. Değersizleştirildiler. Suçlu da olsalar, iyi de olsalar, kötü de olsalar değersizleştirildiler. Eskiden kötünün bile bir estetiği vardı artık o da kalmadı. İnsanlar çıkar yol bulamadıkları, kimseden medet umamadıkları için intihar ediyorlar. İmamın intiharı diğer camide intihar eden diğer insanlardan farklı tabi. Değer yargıları, onuru incinmiş. Bu mesleği seçerken muhakkak kendini özel bir yerde değerlendiriyordu. Onca emek harcadığı yaşamındaki hali bir anda keşmekeşe dönüşmüş…”

Peki bu keşmekeşliğin nedeni, insanların kendini değersiz hissetmesinin sebebi neydi?

Devletin hiçbir kurumunun insanlara cevap vermemesi, adaletin işlememesi, hukukun kalmaması…

Tüm bunlar birleştiğinde ise insanlar artık çaresiz kalıyor ve kendi cezalarını kendileri kestikleri gibi kendilerini de kendileri yargılıyorlardı.

“Türkiye ikiye bölündü. Devlet bürokrasisi ve halk. İkisi arasında büyük bir uçurum var. Bürokrasinin halkla ilgisi kalmadı. Arada bir muhalefet de kalmadı. Siyaset artık kamburumuz oldu” diyen Zeliha Burtek hem iktidar hem muhalefet için siyasetin sadece ranta dönüştüğünü söyledi. Yerel seçimlerde bile adayların en çok kentsel dönüşümden dem vurmasının altında yatan sebebin rant ve sermaye grupları olduğunu belirtti.

Depremin beklendiği İstanbul’a finans merkezlerinin taşınmasını ve yeşil alana talan açılmasının karşısında, “Neyin kaygısını taşıyacağız” diye sordu.

Şu cümlesi ise beni derinden etkiledi: “Kötüyle uzlaşılmaz. Kötü reddedilir. Ama biz uzlaşmaya çalışıyoruz.”

Zeliha Hoca’nın bu cümlesi üzerine belki yıllarca düşünmek gerekir. Ben heybeme atıyorum, iyice düşüneceğim. Buraya da bırakıyorum ki bu yazıyı okuyanlarla beraber düşünelim. Hepimiz düşünür ve aynı noktada birleşirsek kötülerle uzlaşmak yerine reddedip yeni bir başlangıç yapabiliriz.

Bir gün bunu yaparsak Burtek’in ifadesiyle yitirdiğimiz duygu ve zihnimizi geri kazanabiliriz belki de.

Böylesi bir akademisyeni bulmuşken hızlı hızlı aklımdaki bir sürü şeyi anlattım; ölüm ve şiddet haberlerini nasıl kanıksadığımızı. Kanıksadıkça alıştığımızı… Genç kızlarımızın bedenleri üzerinden para kazanmasının sosyal medyayla birlikte normalleştirilmeye çalışılmasını, artık hepimizin çok mutsuz olduğunu, bu mutsuzluğun öfkeye dönüştüğünü…

Zeliha Burtek bunların hepsinin nedenini en başında söylemişti zaten; artık insanların devletin hiçbir kurumunu yanlarında bulamaması.

Bu bizi derin bir yalnızlığa, kimsesizliğe ve çaresizliğe itiyor. Zeliha Hoca ise muhakkak hoca olmasının da etkisiyle “Gençlere çok üzülüyorum” dedi. “Hem yurt dışına gitmek zorunda kalanlara hem de toplum içinde yitip gidenlere…”

Onun için artık toplumumuzun geldiği hal sosyolojinin alt kırılımlarıyla da anlatılmayacak kadar başkalaşmış. Bizi anlatacak bir tanımın olmaması geldiğimiz en kötü hal zannetmiştim.

Zeliha Burtek daha fenasını söyledi.

Hepimizin hayran kaldığı röportajında söylediği “Türkiye’de sosyal çürüme var” çıkarımı üç ay sonra başka bir duruma geçmişti: “Artık bu çürüme bile değil. Çürüme bile bir şey dönüşür. Bu artık çürümenin de ötesinde…”

Bunca çürüdükten sonra nasıl yeşilleneceğiz, yeşillenecek miyiz bilmiyorum.

Durup düşünmeye, durup hissetmeye bile zamanımız olmadığı bu dönemde bu yazı biraz olsun aklınızı kurcalasın istedim.

Zeliha Burtek’e teşekkürlerimle…