1993. Okumayı öğrendiğim yıl. Harfleri ve heceleri birleştirip anlamlı birer bütün haline getirebildiğim yaşım. Her gün bütün gazeteler girerdi bizim eve. Ne yazık ki o yılın bütün felaketlerini kendi kendime okuyabilmiştim.
Başbağlar- Madımak katliamları. Uğur Mumcu'nun katledilişi. Eşref Bitlis suikasti. Turgut Özal'ın ölümü.
Özal'ın ölümünden 3 ay önce Toyota Corolla marka bir araç ters yöne girdi.
Arabayı sürücülüğünün çok iyi olduğu bilinen Adnan Kahveci kullanıyordu.
Özal'ın prensi olarak biliniyordu ama o bunlardan daha fazlasıydı. Bir bilim insanıydı, bir siyasetçiydi, bir babaydı.
Hayatta en çok vatanına milletine hayırlı olmayı istemişti.
Bu yüzden iktidarda olan parti ANAP'a katılmış ve var gücüyle çalışmıştı.
Amacı siyasetten rant elde etmek değildi; halkın refahı ve ülkenin geleceği için emek etmekti.
Milletvekilleri maaşı zamlarına kürsü de o karşı çıktı, sağcı- solcu ayırt etmedi herkesin derdini dinledi, ülkeye para akışının en çok olduğu yıllarda maliye bakanlığı yaptı da evlatlarına borçtan başka bir şey bırakmadı.
Şimdi kasedi çıkanlar gibi değildi; evliyken yaşadığı ilişkiye de sahip çıktı.
"Kürt sorununu" bitirecek dosyayı da hazırlamıştı.
Vicdanlıydı, iyiydi, adildi ve dürüsttü.
Öldürüldü.
Öldürüldü mü?
Bunun cevabını bilemeyeceğiz.
Ama bildiğimiz bir şey var. Bir daha ülkenin menfaatini kendi istikbalinden önde tutan hiçbir bakan olmadı. Bir daha hiçbir bakan halkla bu denli hemhal olmadı. Hiçbir bakan icadı için patent alamadı.
Ve bir daha hiç kimse arkasında yol yürüdüğü bir lidere, "Yanlış yapıyorsunuz" diyemedi.
Keşke Adnan Kahveci yaşasaydı.
Keşke herkesin yanında bir Adnan Kahveci olsaydı.