10 yıldır İstanbul'a gelmeyen Fatih Akın; Dün benim en mutlu günümdü. En çok Bebek'i özlemiştim. Gelir gelmez oraya koştum

“Konfüçyüs der ki; yeni gittiğiniz bir yerdeki kültürü, derinlikleri, sığlıkları anlamak için o ülkenin müziğini dinleyin.” Böyle başlar bu zamana kadar yapılmış en başarılı müzik belgesellerinden biri olan  İSTANBUL HATIRASI: KÖPRÜYÜ GEÇMEK...

10 yıldır İstanbul'a gelmeyen Fatih Akın; Dün benim en mutlu günümdü. En çok Bebek'i özlemiştim. Gelir gelmez oraya koştum

Fatih Akın'ın İstanbul’un ve müziğin özlenen zamanlarına yolculuğu bugün itibariyle MUBİ'de 4K kalitesinde yenilenmiş versiyonuyla izleyiciyle buluştu.Bu ikonik belgesel dün akşam Asmalımescit'te bulunan Blind'da (eski Babylon) deyim yerindeyse eski Beyoğlu günlerini birkaç saatliğine de olsa geri getiren bir gece oldu. 

Gecenin başında sahneye çıkan Fatih Akın, çok güzel bir tabir kullandı; "Bu belgeseli 20 yıl sonra yeniden sulayan ve çiçek gibi açmasını sağlayan MUBİ'ye çok teşekkür ederim." 

Çiçek gibi açmak tabiri çok doğru. Tam bir kültürel yozlaşma (özellikle de müzikte) yaşanan günümüzde yeni nesil için çok değerli bir kaynak bu belgesel. Bizler ilk izlediğimizde çoğu görüntü biraz çamur gibiydi biz o haliyle de sevip bağrımıza basmıştık ama 4K izleyecek olmak da ayrı bir keyif olacaktır.

10 yıldır İstanbul'a gelmeyen Fatih Akın; Dün benim en mutlu günümdü. En çok Bebek'i özlemiştim. Gelir gelmez oraya koştum - Resim : 2

İSTANBUL'UN ÖZLENEN ZAMANLARINA NOSTALJİK YOLCULUK

Bu belgeselin gösterime gireceği haberini duyduğumdan beri, 20 sene önceki kendimi düşünüyorum. Nelerden hoşlanır, neler giyer, neler dinler, nerelerde gezerdim diye...17 yaşımdayken deli gibi Roll dergisi okurdum. Blue Jean'le başlayan müzik dergisi maceram Roll'ü keşfetmemle derinlere inmişti. Hatta eski sayıları bulmak için sahaflarda sıkça dolaştığımı hatırlıyorum. Deli gibi Peyote'ye giderdik. Kimin çıktığının bir önemi yoktu. Orada mutlaka iyi müzik olacağını bilirdiniz. kinci evimiz gibiydi...Araf vardı bir de. Peyote batıysa Araf doğuydu bizim için. Her ikisi birleşince müthiş bir sentez oluyordu. Nevizade'de bir köşeden her an Bizon Murat çıkıp Siya Siyabend CD’leri 20 TL diyebilirdi...

Belgeselde Sezen Aksu, Erkin Koray, Müzeyyen Senar gibi kitlelerde karşılığı olan isimler olmasına karşın belgeselin hamurunu yeraltı müziği yapan Siya Siyabend, Baba Zula, Replikas gibi önemli temsilciler oluşturuyordu. O dönem kariyerlerinin henüz başında olmalarına karşın geleceğin yıldızları olacağının güçlü sinyallerini veren Duman, Ceza... Aynur, Selim Sesler, Ayben ve çok daha fazlası... 20 yıl önce ağaçlarla süslü İstikal Caddesi'nde kulağımızda, kalbimizde kim varsa orada... 

Gelelim gecenin ayrıntılarına... 20 yılda neler gördü bu gözler... Ayaklanmalar, darbeler, ekonomik krizler, ölenler, öldürülenler baskılar, baskılar, baskılar... Artık hiç birimiz 2000'lerin başındaki o yıllardaki geleceğe umutla bakan gençler değiliz. Fena halde örselendik. Ama hala içimizde geçmişin kırıntıları var. İşte dün gece o kırıntılarla doymaya çalıştığımız anlardan biriydi...

10 yıldır İstanbul'a gelmeyen Fatih Akın; Dün benim en mutlu günümdü. En çok Bebek'i özlemiştim. Gelir gelmez oraya koştum - Resim : 3

"BEN EN ÇOK SERSERİLERİ SEVERİM"

Fatih Akın sahnede eski Beyoğlu günlerini de andı. Burası Babylon iken burada çok defa DJ'lik yapmıştım. Artık yapamıyorum kulaklarımdaki çınlamadan dolayı, dedi. Bu gece burada oyuncular, yapımcılar, müzisyenler ve de serseriler de var ve ben en çok onları severim diyerek sinemasının temelini oluşturan ruhlara da selam gönderdi. Herkesi çok özlediğini söyledi.

"GAYE SU AKYOL'UN 1 SAATLİK ZORUNLU RÖTARI"

Afişte gecede Baba Zula, Gaye Su Akyol, Memo Garan + Yakuza ve sürpriz isimlerin sahne alacağı yazıyordu. Ancak tam olarak öyle olmadı. Baba Zula gecenin tek grubu gibi uzun bir performans sergiledi. Bana kalırsa doğru olan da oydu. Belgeselin de temelini oluşturan bir ekip olarak Gaye Su Akyol onların sahnesine çıkıp 2 şarkı söyleseydi tadından yenmez bir müzik ziyafeti olacaktı. Ancak Gaye kendi konseri bir ön hazırlığa girince (onun tarafından bakarsak bu da doğru bir hareket) olan izleyiciye oldu. Zaten gece boyunca yorulmuş olan kitle iyice dağıldı. Hatta Gaye'nin çıkışı o kadar uzun sürmüştü ki ilk şarkısını söyledikten sonra sahnesine çıkan Fatih Akın'a birkaç cümle söylemek ister misin diye onore etmek yerine şarkı mı söyleyeceksin? (söylemeyeceksen ne işin burada der gibi:) diyerek yerine yolladı. Muhtemelen sahneye çok geç çıktığı için bir an önce repertuarındaki şarkıları söylemek istiyordu. Ancak seyirci Fatih'i sabaha kadar dinleyeme de hazırdı. Gaye; daha sonra "iyiki varsın ve sonsuza kadar var olacaksın" diyerek gönlünü aldı.

EZHEL, BÜYÜK EV ABLUKADA...

Dün gece oradaki kalabalığın sebebi elbette ki Fatih Akın'dı... Ona sıcak bir hoşgeldin diyebilmek, aynı havayı solumak, birlikte müziği ve sinemayı kutlamak... Tabii mümkünse bir de hatıra fotoğrafı çektirmek... Akın'ın fotoğraf çektirmekten pek hoşlanmadığı belliydi. O sebeple ben de kendisini darlayan güruhtan olmamak için o topa hiç girmedim. Ancak Gaspar Noe'nin hayranlarını kırmayıp birlikte dans edip selife çektiği anlar aklıma gelince içimde bir burukluk olmadı değil. 

Özetle dün akşam artık aramızda olmayan ruhlara da saygı duruşunda bulunduğumuz kıymetli bir an yaşandı. Dönemin ruhunu söyleşiler, performanslar hislerle samimi bir şekilde aktaran Crossing The Bridge: The Sound of İstanbul'un bugün hala söyleyecek çok sözü var. Gaye Su Akyol'un da temenni ettiği gibi Akın belki belgeselin devamını çeker. Eğer öyle olursa o belgeselde Ezhel ve Büyük Ev Ablukada'nın olacağını da öğrenmiş olduk. Bu ihtimalin güzelliği bile harika. Müzik belgeseli deyince Aşk, Mark ve Ölüm ile bizi kalbimizden vuran Cem Kaya'nın da yeni bir işin hazırlığı içinde olduğunu duyduğumu da söylemek isterim. Böyle harika buluşmaların çoğalması dileğiyle.. İyiki müzik var!