Rutinlerimizden geriye ne kaldı. Koskoca bir sıfır

Bundan birkaç yıl önce ‘hayatım rutine döndü’ diye hayıflanırken, şimdilerde rutinlerimi bile yapamaz olmanın üzüntüsünü yaşıyorum. Hayat her birimiz için o kadar zorlaştı ki; rutine sıra gelene kadar, yapmak zorunda olduğumuz o kadar çok şey var, say say bitmez. Bu rutinler öyle yere göğe sığamayacak kadar büyük de değil. Hepsi sıradan şeyler. Çarşı pazar gezmek, dışarıda bir şeyler yemek ya da içmek, sinema veya tiyatroya gitmek ve hatta tıraş olmak gibi hayatımızı süsleyen ve biraz olsun hayatımıza neşe katan atıştırmalıklar bunlar. Fakat nerede o eski günler? Yapamıyoruz bunları bir türlü. Çünkü yapacak hal bırakmadılar. Adım atarken bile kırt kez düşünür hale geldik. Ne rutini? Bunların hepsi hayal mahsulü oldu.

Mesela son zamanlarda benim ne zaman rutinim gelse, hemen elimi cüzdanıma atıp, cepte ne var ne yok kontrol etmeye başladım. Bir güne sığdırmak istediğim eğlenceli şeyler o kadar pahalıya geldi ki, kontrol ede ede cüzdanı eskitir oldum. Atacağım her adımın bir maliyeti oluşmaya başladı bende. Hangi yöne atarsam atayım, misli ile bana geri dönüyor. Hesap dahi yapamıyorum artık. Boşuna kürek sallıyorum. Çünkü hiçbiri tutmuyor. Her gittiğim yer ya da aldığım şey öncekinden daha pahalı hale dönüşüyor. Nedeni bilinmez bir gerçeklik (!), ama gerçek mi gerçek…

Cumartesi ya da pazar rutin dürtülerimizin depreştiği günleri oluşturuyor. Bende mesela cuma gününden başlıyor heyecan. Hemen mini planlar yapmak istiyorum…

Sabah kalkıp şöyle Çengelköy’de 184 yılık Çınar Ağacının altında demini almış, rengi kıvamında ince belli bir bardak çay… İnsan yazarken bile içmiş kadar olmuyor mu? Ben bitik durumdayım şu an. Yeterli mi peki? Elbette hayır. Masamızı klasik kahvaltılıkların yanı sıra menemen ile süslemeyelim mi? Peki ya o 25 – 30 metre uzaktan gelen börek kokusu. Onu ne yapacağız. Aldık mı oradan da yarımşar porsiyon birkaç çeşit kol böreği. Boğazın eşsiz manzarası ve mis kokan deniz havası eşliğinde, çayınızı yudumlarken hayatı sorguladığınız kaçamak anlar. Aman tanrım…

Buraya kadar her şey çok güzel. Bu rutini yapmak için hafta sonunu iple çekiyorsunuz değil mi? Fazla çekmeyin valla ip elinizde kalabilir. Hatta denize bile düşebilirsiniz. Dikkat! Sadece tek kişinin keyif yapabileceği o masanın fiyatı ortalama 500 TL. Hem de azar azar alıp aynı oranda tüketiyorsunuz. Hadi yiyorsa buyurun. Benim bir kere yedi, sonra bu rutinimi rafa kaldırmak durumunda kaldım. Bir daha ne zaman oradan iner Allah bilir. En azından yakın zamanda pek mümkün görünmüyor.

Ben Gaziantepliyim. Anadolu’nun en delikanlı şehrinden, ama bu delikanlılık son zamanlarda yedi tepeli şehrimde sökmez oldu. En sevdiğim rutinlerden biri de küçük Antep olarak bilinen Güngören’deki Köyiçi semti. Semtin sınırlarına yaklaştığın anda memleket havasını buram buram almaya başlıyorsun. Kebabından nohut dürümüne, peynirinden kuruluğuna kadar ne ararsan var. Ama kimin için var? Tabi ki; parası olana. ‘Madem memlekete gidemiyoruz, neden küçüğü ile yetinmiyoruz?’ mantığıyla semtin yoluna düşüyorsun. Arabayla gitmen lazım bir kere. Çünkü küçük Antep biraz içeride kalıyor. Erken saatte gitmelisin ki; altlık niyetine bir ciğer kavurması bir de nohut dürümü yiyebilesin. Gecikirsen rüyanda görmeye başlıyorsun bu iki muhteşem lezzeti. Her ikisi de aynı memleketimdeki gibidir. Tadına doyum olmaz. Fakat fazla yüklenmemelisin. Çünkü daha yiyecek çok şey var.

Altlık kısmını hallettikten sonra manav ve aktar alışverişin başlar. Evinde Antep peynirin, topak biberin, kuruluğun, salçan bitmiş; turşuya ve kırık zeytine hasret kalmışsındır. Her birinden bolca alır, yedeklersin. Bunları yaparken bir gözün hep önünden geçtiğin kebapçılarda ve tatlıcılardadır. Bir ona bir buna bakayım derken şaşı kalırsın ve elin ayağın titremeye başlar. Nedense Köyiçi’nde hep aç hissedersin kendini. Sürekli ağzında bir şeyler geveleyip durursun. Sonunda da daha fazla dayanamayıp atarsın kendini bir kebapçıya. Allah ne verdiyse artık. Lahmacun ile başlar yiyecek serüvenin. Bunu kuşbaşı ya da kıyma kebabı, patlıcan kebabı, soğan kebabı ve ciğer kebabı takip eder. Doyana kadar yersin! Tamam yersin de peki acaba ne kadar hesap ödersin?

Hemen söyleyeyim. Sadece nohut dürümü ve ciğer kavurmasına ayranıyla birlikte 250 liran gitti bile. Antep peynirinin kilosu 400 liradan eksik değil. Kuruluk bir salkımı 150 lira ama her an artabilir niyetinde. Salça desen Allah’ın izniyle acısından geçilmiyor. Kırık zeytini var, turşusu var. Almışsın onlardan da azar azar. Yeme de yanında yat kısmına gelince; kebabı dürüm olarak alırsan 300, porsiyon olarak istersen 450 lira. Oldu mu sana tek kişilik küçük Antep maceranın maliyeti en az 3.000 lira. Zamanla bu rutini de elemeye başlıyorsun ki; bende kıvılcımı başladı bile.

Kılık kıyafet alışverişimiz de en önemli rutinlerimizden. Hadi yenisini almayalım da eskiyene kadar mevcutları kullanalım. Bunu yapıyoruz hepimiz çünkü. Çevir çevir giy modundayız yani. Haydi sakalımızı bir şekilde kendimiz hallediyoruz, peki saçımızı ne yapacağız. Her gün milim milim de olsa uzuyor. Totale vurduğunda en az ayda bir saçınızı kısalttırmanız ya da toparlatmanız gerekiyor. Ama bir saç tıraşı olmuş 450 – 500 lira. Orman kaçkını gibi mi gezelim? Mecburuz bu rutinimizi yerine getirmeye.

Benim 32 yıldır bıkmadan ve keyifli gerçekleştirdiğim bir berber rutinim var. Saçlarım kısa iken daha sık gittiğim, ama uzattıktan sonra arayı biraz açtığım Kadıköy’de öğrenci dostu, fakir fukara babası Turan Ustam. Hala sağ ve ayakta. Allah uzun ömürler versin. Neden kendisi için bu ifadeleri kullandım? Çünkü gerçekten de her zaman ucuz ve kaliteli hizmet verir, sürümden kazanır. Bu sayede kartopu gibi kendisine yeni müşteriler katar. Bırakın Kadıköy’ü İstanbul’un 39 ilçesinden müşterileri var. Bir rivayete göre yolu İstanbul’a düşen, gelmişken tıraşımı da olup gideyim diyen çevre illerden bile gelenler oluyormuş. Doğrudur valla, inanırım.  İnsanlarda bu niyetin oluşmasının nedeni diğer berberlerin aksine fiyatlarının hala ucuz (kalması) olması. Saç & sakal kesme yıkama 200 lira, saç kesme & yıkama 150 lira. Kalkmadan bir de burun ve kulağındaki kılları aldırmak istersen; ağda için 100 lira daha ödüyorsun. Mis gibi oldun çıktın.

Ayrıca orada çalışan her bir berber arkadaşımızı da kutluyorum. Bazılarını 30 yılı aşkın süredir tanırım. Yani simalar değişse de kişiliklerin aynen korunması, ayrı bir duygu veriyor insana. Birbirini tanımak ayrı bir samimiyet getiriyor. Bu harika bir şey. Fakat 3 yıl kadar önce saç sakala 20 lira verdiğimiz günlere ne oldu? Bugüne kadar küçük küçük fiyat artırımları yaparken, 3 yıl içerisinde hangi bariyeri atlayarak rakamı 10 kat fırlattın be Turan abi. Daha önce iki katta hizmet veriyordun. Şimdilerde alt katı kaparak, tek kata düştün. Maliyetin neredeyse yarı yarıya azalmışken, fiyatı 10 kart arttırma cesaretini nasıl yakaladın? Belli maliyetler elbette adeta coştu. Ancak çalışan sayın da yarı yarıya azaldı. Üstüne üstlük, ucuz olduğu için, müşteri sayında artış devam ediyor. Buna rağmen nasıl 10 katlık bir artışa düşüyorsun. Kusura bakmazsan bunu anlamam gerçekten de mümkün değil. Ucuz isen ucuz kalmalısın. Benzerlerin senin 2-3 katın olsa bile… Bu netice ile birlikte yapmak zorunda olduğum bu rutinimin sıklık derecesini de maalesef 1.5 ayda birden 3 ayda bire düşürdüm!

Peki elimizde ne kaldı rutinlerimizden. Koskoca bir sıfır. Artıya ne zaman geçeriz bilemiyorum. Tek bildiğim rutinlerimizin eski tadının asla geri gelemeyeceği. Benim umudum kalmadı.

 Umutlarımızın yeniden yeşereceği güzel bir hafta diliyorum.