Özgürlüğü Kadar Konuşanlar! Yettiği kadar, yetebildiğince…

Benim kişisel özgürlüğüm 1992 yılında memleketim Gaziantep’ten İstanbul’a yerleşince gerçekleşti.

Babamın “Oğlum kal burada. Ne işin var oralarda. Bak işimizi de büyüteceğiz. Yeni makinalar sipariş edeceğim. Gitme gurbet ellere, ne olur!” demesi ve benim de “Canım babam haklısın, ama ben artık kendi kanatlarımla özgürlüğe uçmak istiyorum” şeklinde karşılık vermem özgürlük sürecimin başlamasına vesile oldu.

20 yaşında genç bir delikanlıydım o zamanlar. İlla ‘özgürlük de özgürlük’ diye tutturmuştum kendimce. Halbuki ‘ne gerek vardı’ gerçekten de. Bunu diyen çok olmuştu. Haklı olabilirlerdi de. ‘Bir elim yağda bir elim balda’ baba parasıyla har vurup harman savurmaya meyilliydim. Yapıyordum da öyle küçük yaramazlıklar. Ancak işte insanın içine özgürlük ateşi düştü mü, sönmüyor, söndüremiyorsunuz bir türlü. Bende de öyle oldu ve ‘ver elini acı memleket İstanbul’…

Özgürdüm artık ve ne istersem onu yapabilecek, hangi mesleği seçersem onu olabilecek bir güce sahiptim.

Öyle çıtam çok yüksek de değildi. Elimdeki Allah vergisi yeteneklerimi kullanmaya yöneldim ilk başlarda. Müziğe yatkınlığım vardı mesela; udi sanatçı oldum. Şoförlüğüm iyiydi, özel şoför oluverdim. Gözümde ve aklımda okumak vardı; onu gerçekleştirdim. Kendi çapımda, ama etkin bir gazeteci oldum, devamında da iyi bir medyacı…

Çok şükür özgürlüğümün bana sunduğu bu fırsatlar neticesinde kariyer yolculuğum iniş ve çıkışlara rağmen devam edebildi. Şimdi de bu satırlar arasında meslekteki 30’uncu yılımı kutlamanın mutluluğunu yaşıyorum.

Eminim ki; buraya kadar tek nefeste okuduğunuz yazdıklarımı. Ancak bundan sonrası biraz içimize dokunabilir. Çünkü Özgürlük sadece benimki gibi bireyselliği değil, toplumsallığı da barındıran bir karmaşa. Özgürlüğün kadar konuş derler ya. Aynı o hesap işte.

Son zamanlarda birileri özgürlüğün tadını dışarıda (!) çıkarmaya devam ederken, başkaları ise kapalı kapılar ardında süreci atlatmaya çalışıyor. Açıkçası bu konuda da maalesef eşitlik çizgimizi ihlal etmiş durumdayız. Acı ama gerçek. Keşke özgürlük herkese aynı pencereden açılsa. Mümkün olabilen bu olsa ve herkes aynı tadı alabilse.

Gerçekleşmesi çok zor bir dilek ve işin acı tarafı bu konuda Allah’tan da umudumuzu kesmiş durumdayız. Halimiz ne olacak? İnanın birçoğumuz gibi ben de bu sorunun yanıtı yok.

Kökeni 18. yüzyıla kadar uzanan özgürlük dediğimiz bu acil gereklilik, her dönem ünlü felsefecilerin de gündemini bayağı meşgul etmiş. Peki bir sonuca varabilmişler mi? Sanmıyorum. Bence onların da aklı karışmış ve onlar da yaşadıkları dönemde özgürlüğü yeterince yaşayamamanın acizliğini hissetmişler.

Bu konuda ünlü düşünürlerin sözlemlerine bir bakalım isterseniz…

Mesel Platon;

Özgürlüğü insanın kendi yapısını seçmesi; nasıl bir insan olacağına kendisinin karar vermesi olarak tanımlıyor Platon…

Kant'a göre ise kişi istemelerini dürtü ve eğilimlerine göre değil de ahlak yasasına göre belirleyebiliyorsa özgürdür.

Peki ya Aristoteles;

Ona göre özgürlük insanın kendi aklı aracılığıyla tercihte bulunması. Çünkü tercih enine boyuna düşünülerek karar verilendir ve enine boyuna düşünme de ancak akıl aracılığıyla yapılır.

Sokrates ise özgürlüğü insanın gelip geçici heves ve tatminlerden arınarak ideaların bilgisine göre eylemde bulunması olarak tanımlıyor. Yani ‘kendini bilen insan, kendini gerçekleştirecek; özgürlük ise mutluluk olarak eylemlerinde açığa çıkacak’. Ana mesele bu…

Spinoza tanrıyı zorunlu ve özgür varlık olarak nitelendiriyor. Ona göre zorunluluk ve özgürlük sadece Tanrıya mahsus. İnsanın özgürleşmesinin birincil yolu Tanrısal düzeni sezgisel olarak kavramaktan geçiyor. Tam bize göre bir felsefi görüş (!)

Hegel’e göre özgürlük ise bireyin özbilince sahip ve kendi kendisinin farkında olması.

Bu kadar felsefe duayenleri bu lafları boşuna etmiş olamaz değil mi? Mümkün değil.

Şimdi size ‘peki bizim özgürlük tanımımız nedir” diye sorsam… Yanıtınız var mı? Benim yanıtım yok. Çünkü özgürlüğüm 1992 yılında Gaziantep’ten İstanbul’a göç sürecimde kaldı, yaşandı ve bitti. Peki ya bu süreci hiç yaşayamayan ya da yaşayamayacak olanlar. Onlara ne olacak?

Özgürlük eğer içerisinde gerçekliği barındırıyorsa keyif verir. Öbür türlüsü safi zarardır.

Ne demiş şair;

“Hayat kısa, kuşlar uçuyor“

Gerisi yalan dolan.