Narin, incecik ve kırılgan ana kuzuları! Yüzde 53 ile rekor yine bizde…

Cinsiyetimiz belli değildir henüz. Hepimiz bebeğizdir çünkü. Dünyamız da annemizin karnıdır. Onun tüm duyguları otomatikman bize geçer. Ağladı mı; ilk biz hissederiz hüsnü ve kederi. Mutluysa bizden keyiflisi yoktur. O minicik dünyamızda hop oturup hop kalkar, nereyi tekmeleyeceğimizi şaşırır kalırız.

O ne yerse şükrederiz. Beslenebildiği kadar bizi besler. Fazlası olmaz. Onun boğazından geçen her lokmayı helal sayarız kendimize. Aza kanaat getiririz…

Cinsiyetimiz hamileliğinin ilk 3 ayında belli olur. Kimi parmağımızdan anlar rengimizi, kimi ise birbirine dolanmış uzun saçlarımızdan. Hepsi aynı kapıya çıkar aslında. Tek temenni sağlıklı bir bebek olmamızdır. Tüm dualar bunun için edilir. Gece ve gündüz, her saniye…

Aş ermeler başlar bu kez. Baş tacı annelerimiz biricik babalarımızı azıcık kızdırsa da yapacak bir şey olmaz genellikle. Erikse erik, kebapsa kebap. Sabahın körü, gecenin yarısı hiç fark etmez. Arar bulunur ve güzel annelerimizin nefsi körlenir. Hamileliğin ikinci ayında başlayan bu serüven dördüncü ayına kadar durmaksızın devam. Bu hareketliliğin en güzel yani bize süt olarak geri dönmesidir. Kısacası bu tatlı heyecan yine bize fayda sağlar.

Henüz ışığı dahi görmeden bir telaş alır etrafımızı. Anamız, babamız varsa başka kardeşlerimiz, eş, dost akraba. Her biri sabırsızca bizi karşılamaya odaklanır. Dile kolay tabi; 9 ay 10 gün zorunluk mahpusluk.

İsimlerimiz bile daha hesapta bile yokken konulmaya başlar. Kimimiz Eylül ile Leyla, kimimiz Yusuf ile Salih, kimimiz Irmak ile Pelda, kimimiz Gizem ve Arda, kimimiz ise Narin oluruz; incecik, kırılgan ve ana kuzusu.

İtinayla seçilir bu isimler. Babamızdan, annemizden miras kalır bize genellikle. Gururla taşırız onları, nesilden nesile…

Daha dünyayı solumamışken başlar alışveriş çilemiz. Minik çoraplar, minik taytlar, minicik ayakkabılar alıp alıp stoklanır. Hem de her birinden beşer onar adet. Eşe dosta haber salınır; var ise ellerinde kendi bebeklerinden geri kalanlar, onlar da istenir. Tabi paylaşmak güzeldir.

Evin odalarından en güzeli seçilir, boşatılır, boyatılır ve ışıklarla renklendirilir. Belki de üzerinde hiç uyamayacağımız güzel bir beşik alınır.

Varlıklı bir ailenin kıymetiysek hayat bizim için daha kolay olur. Kıymetimiz var, ancak bunu taşıyabilecek ekonomik güce sahip bir ailede dünyaya gelmiyorsak, ana karnındaki ağırlığımız, gerçek hayata yük olarak taşınır. Bu kambur hayat; büyüyüp de kendimizi kurtarana kadar bizi sürekli aşağıya çeker. Ta ki; kendi çabamız ve savaşımız ile yeni pencereler açıncaya kadar…

Bir düşünün şimdi bakalım;

Bin bir zorlukla yeşerttiğiniz kıymetinize hem de yakın çevrenizden kanı bozuk birilerinin taciz ettiğini. Allah aşkına ne yapardınız? Deyin bana. Susmak çözüm olsa, sessizlik sonumuz olurdu. Hadi konuşalım bunu. Eylül’ün, Leyla’nın, Yusuf ve Salih’in, Irmak’ın, Pelda’nın, Gizem’in, Arda’nın ve cesedi dahi henüz bulunamayan Narinimizin ailesinin yerine kendinizi bir koyun bakalım, neler hissederdiniz. Reva mı yaşadıkları bu ailelerin ki; eminim daha onlarcası vardır henüz haberimiz olmayan, onlar gibi…

Ülke olarak biz ne ara çocuk istismarı alanında da bayrağı elimize aldık. Biz neden kurtulamıyoruz bu gibi alanlarda Dünyaya meydan okumaktan. İnanılır gibi değil, gerçekten de!

Araştırmalara baktığımızda Dünyada çocuk istismarı yüzde 1 ila yüzde 10 arasında değişirken, bizde bu oran yüzde 10 ila yüzde 53 arasında. Peki ama neden?

Günlerdir gözümüze uyku girmiyor hiçbirimizin. Zihnimizde bizi rahatsız eden Narin sorularla boğuşup duruyoruz. Henüz sorulara yanıt bulmuş da değiliz.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, çocuk istismarı sebebiyle her gün 5 çocuk hayatını kaybediyormuş. Yine her 4 kız çocuğundan biri ve her 5 erkek çocuğundan biri cinsel tacize uğruyormuş. Dünyada bir milyardan fazla çocuk her yıl fiziksel şiddete maruz kalıyor.

Biraz hafif kalacak ama, ‘Allah belanızı versin!’ demekten kendimi alamıyorum.  Adalet terazimizin dengesi keşke bizden yana olsa, ama değil. Hep farklı tartıyor gerekçeleri!

Tek dileğim dünyanın her köşesinde bu tür pisliklerin bir an önce tamamen temizlenip, çocuklarımızı gönül rahatlığıyla büyüteceğimiz yeni dünya düzenine kavuşmak. Bunun için her birimize düşen görevler var. Biz bu işe el atmadıkça, daha çok çocuğumuzla birlikte bu cenderenin içinde boğulup gideceğiz.