The Social Dilemma – Gözetim Toplumu
Sosyal medya ve internet insan hayatını kendi merkezine çekmiş durumda ve hatta yönetiyor. Bu durumun ne kadar tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini ‘’sosyal ikilem ‘’ belgeseli sayesinde hatırlamış oluyoruz. 'Sosyal İkilem' belgeselinde gördüğümüz, beğeni algısı, takipçi sayısının getirdiği mutluluk bu sistemin tuzaklarından sadece bazıları. Youtube, İnstagram, Twitter, TikTok ya da Facebook gibi en çok kullanılan sosyal medya hesaplarında , göz ucuyla baktığımız içeriklere göre bile takip ediliyoruz. Ve buna göre reklamlarla karşılaşıyoruz.
Tabi ki de sosyal medya ve internetin iyi yönleri de fazlasıyla mevcut, ancak sosyal medyanın tuzak yöntemleri var olduğu sürece geriye kalan iyi yönlerini değerlendirebilmemiz pek de mümkün olmayacaktır.
Sosyal medyanın zehirli yönünü fark etmez ve bunun üzerine düşünüp, çözüm üretmezsek biz insanları geri dönülemez kayıplara itecektir. Bu kayıplar toplumun dinamiklerini bozacak, türümüzün sahip olduğu en önemli olgu olan zekâ ve yaratıcılıktan bizi uzaklaştıracaktır. Bu da yüzyıllardır evrimleşerek gelişmiş olan insan beynine ve toplumuna yapılan en büyük ihanet olacaktır.
Bundan dolayıdır ki bizler, sosyal medyayı anlamalı onun tuzaklarına düşmemeli hatta ve hatta o tuzakları kaldırıp yerine daha insancıl yöntemler koymalıyız, ancak bunu yapabilmenin yolu yine bizim kendi irademize, duygusal, sosyal ve mantıksal zekayı bir arada yönetebilme yeteneğimize dayanıyor.
Netflix’te yayınlanan "sosyal ikilem" Belgeselinin daha başlangıç kısmında aktarılan distopik giriş sosyal Medya’nın üzerimize kurduğu tuzakları anlatır nitelikte. bu belgeselde; Youtube, İnstagram, Twitter, TikTok ya da Facebook gibi mecralarda daha önce çalışmış insanlar orada yaşadıkları etik olmayan durumları anlatıyor. Hatta bir kısmı bu etik olmayan durumlardan dolayı orada çalışmayı bırakıyor. Böyle bir başlangıç bile, sosyal medyanın ne kadar tehlikeli ve insanlık yoksunu kişiler tarafından yönetildiğini anlamak için yeterli. Çünkü hala insanı özellikte olanlar, sosyal medyanın algoritmasında kullanılan yöntemlerden dolayı ahlaki çatışma yaşayarak işten ayrılıyor.
Yolda yürürken hiç tanımadığınız biri size bir elma uzatsa ve o elmanın çok güzel olduğunu ancak hiç sorgulamadan yemenizi istese, yedikten sonra da mutluluk hissine ulaşacağınızı ve karşılığında hiç ücret istemeyeceğini söylese tepkiniz ne olurdu?
Muhtemelen bir çoğumuzun tepkisi reddetmek, korkmak, temkinli yaklaşmak ve kaçınılmaz olarak sorgulamak olurdu. Çünkü günümüz dünyasında zedelenen etik kurallar yüzünden, insanların karşılıksız olarak birbirine iyilik yapması bizlere imkânsız geliyor.
İşte sosyal medyayı, verdiğim bu örnekteki gibi sorgulamalı, ona karşı temkinli davranmalı ve ona umut bağlamadan, yalnızca faydalı anlamda kullanmalıyız. Aksi taktirde belgeselde gördüğümüz insanlar gibi sosyal medyanın kuklası haline gelmek kaçınılmaz olacaktır.
‘’if you dont’t pay the product you are the product ‘’
‘’eğer bir ürüne para ödemiyorsan ürün sensin‘’
Ücretsiz olarak sunulan sosyal medya aslından bizden zamanımızı, fikirlerimizi ve yaratıcılığımızı çalıyor. Bizler teknolojiye gömülerek hayatı yaşamaktan uzaklaşan bir tür haline geliyoruz. kısa vadede mutlu ediyor gibi görünse de uzun vadede mutsuzluktan başka bir sonucu olmayacak.
‘’Gözetim kapitalizmi ‘’
Kapitalizm gittiğimiz her yeri gözlemleyerek kendine veri topluyor bu da bizleri ürün haline getiriyor. Böylece çevrimiçi yaptığımız her etkileşim bir ürün haline geliyor. Hangi görsele ne kadar süre baktığımızdan, ne zaman depresif olduğumuza kadar... Her türlü veriyi izliyor ve kayıt altına alıyorlar. Daha sonra bu verilere göre bizlere ürünlerin reklamlarını sunuyorlar. Böylelikle tekrardan ürün konumundan çıkıp tüketici konumuna giriyoruz. Yani kendi çıkarları için bizim rollerimizi değiştiriyorlar. Satranç oyunundaki piyonlar gibi ilk elenen de ilk kullanılan da bizler olmuş oluyoruz.