İçeriği bilinmeyen rastgele otların, çöplerin, kabukların kaynatılıp hastalığı tedavi niyetine kullanılmasının çok riskli olduğuna değinen Prof. Dr. Mehmet Şükrü Sever, “Bunlar doğaldır, yan etkisi yoktur şeklindeki önyargı geçersiz. Pek çok ilaç bitkilerden elde ediliyor. Ama bu ilaçlar için bitkiler önce saflaştırılıyor, toksisite çalışmaları yapılıyor, kimyasal içerikleri saptanıyor, dozları standardize ediliyor, hayvan çalışmaları yapılıyor vs, kısaca çok uzun bir süreçten geçiyor" dedi.
“BÖBREK EN RİSK ALTINDAKİ ORGAN"
Vücudumuzdaki zehirleri “süzme" görevinin iki organda olduğuna işaret eden Prof. Dr. Sever, “Bu organlar toksik maddeleri detoksifiye ediyor, yani zehirsiz hale getirip vücut dışına atıyor. Bunlardan biri karaciğer, diğeri böbrek. İskelet kasına bir dakikada 4 mililitre kan giderken beyne 50 mililitre, karaciğere 95 mililitre, böbreğe ise tam 360 mililitre kan gidiyor. Yani kalbin atımının büyük bir bölümünü böbrekler alıyor. Bu da çok fazla kan almak, çok fazla toksinle karşılaşmak demek. Bu nedenle böbreklerin riski çok çok daha yüksek. O nedenle komşular tarif etti, tavsiye verdi diye ne olduğu bilinmeyen yaprakların vs kaynatılıp ilaç niyetine içilmesi hiç masum değil. bu şekilde çok hasta yatırıyoruz akut böbrek yetersizlikleri saptadığımız" diye konuştu
BALKANLARI VURAN OT HASTALIĞI
Çin ot nefropatisi hastalığını özellikle vurgulayan Prof. Dr. Sever, ülkemizde en sık Trakya yöresinde rastlandığı için Balkan nefropatisi olarak da adlandırılan bu hastalığın özellikle zayıflama çaylarında kullanıldığı bilinen bazı bitkilerin içeriğindeki “aristoloşik asitöten kaynaklandığını anlattı. Aristoşilik asit, lohusa otu, zeravent, kabakulak otu, yılan kökü, kurtluca gibi bitkilerde bulunuyor ve diyaliz gerektirecek kadar ciddi böbrek yetmezliğine neden olabiliyor. Prof. Dr. Sever, sözlerini şöyle sürdürdü: “Çin ot böbrek hastalığı denilen özel bir problem var.
Buna yol açan madde de biliniyor. Aristo cholic asit asit. Bu olay özellikle Balkanlar’da da çok sık görülüyor. Tuna Nehri kıyısında ki bizde de Trakya yöresinde var. Balkan nefropatisi ya da Balkan böbrek hastalığı dediğimiz bir tabloya yol açtığı saptanmış bu maddenin. Çiçekli pek çok bitkide bu maddenin olduğunu görebiliyoruz. Oradaki asıl problem akut böbrek yetersizliğinden ziyade, kronik, sinsi ilerleyen böbrek yetmezliği. Bu hastalarda böbrek nakillerinin yapılmak zorunda kalındığını, kronik diyalize gittiğini biliyoruz. Ayrıca bu madde idrar yolu kanserlerine de yol açıyor"
“AĞRI KESİCİ NİYETİNE İÇİP BÖBREKLERDEN OLUYORLAR"
Halk arasında ağrı gidermek için sıkça başvurulan yaprak türlerinin başında çınar ya da söğüt yaprağı geliyor. Prof. Dr. Sever, direkt ağaçtan toplayıp kaynatarak içildiğine de şahit olduklarını anlatarak bunun tehlikelerine ise şöyle değinerek sözlerini noktaladı: “Bunları aktarlardan da almadan bahçeden toplayıp kaynatıp ekstraktını, suyunu içiyorlar. Sürekli olarak içen bir grup var. Biz çınar yaprağına bağlı akut böbrek yetersizliği ile hastalar yatırdık geçtiğimiz yıllarda. Söğüt ağacının yaprakları ve kabukları da çok toksik. Aspirinin temel maddesine çok benzeyen bir madde var içinde salisilik asit. Ama böbrekte büyük hasar yaratıyor. Bana bir nefrolog olarak ‘Aktardan şu otu aldım, acaba zararı dokunur mu?’ dediklerinde ‘Bilmem’ diyorum. Çünkü bunun yanıtını vermek o kadar kolay değil. O yaprağın vs içindeki bütün kimyasalları incelemiş olmak, bilmek ve bunların her birinin böbreklerde zararlı olup olmayacağını saptamak lazım ki bu da kolay değil."
YAŞLILAR ÇOK DAHA BÜYÜK RİSK ALTINDA"
TBV Vakfı Başkanı Timur Erk ise poşet içinde satılan ürünlerin içeriğinde ne olduğunun bilinmediğine dikkat çekti ve “Bir poşet içinde ya da kavanozda veriyorlar ürünü size. Üzerinde son tüketim tarihi yok, hangi koşullarda saklanıyor Allah bilir. Nemli ortam olabilir, böceklenme olabilir, herhangi bir başka sıkıntı olabilir. Dolayısıyla bu tür konularda mutlaka tıpkı gelişmiş ülkelerde ‘drug store’larda olduğu gibi, tüketim tarihi, içerik bilgisi ve olması gereken ikazların da etiket içinde bulunduğu ürünler şeklinde satılmalı" dedi. Geriatri Uzmanı Prof. Dr. Gülistan Bahat Öztürk ise özellikle yaşlı nüfusta kontrolsüz bitkisel ürün kullanımının daha büyük riskler yarattığına değinerek “Toplumumuzda şöyle genel bir algı var, aktarlar eczanelerden daha güvenlidir. Özellikle yaşlılarımız çok sayıda ilaç kullanıyor. Araştırmalarımız var bu konuda, yaşlı hastalarımız günde ortalama 5 farklı ilaç kullanıyor. Bitkisel ürün ya da gıda takviyelerinin ilaç etkileşimlerini bilmiyoruz. İlacın etkisini artırabilir azaltabilir, toksik etkileşim yapabilir. Örneğin kiraz sapıyla karaciğer yetersizliği olduğunu biliyoruz. Ginkgo Biloba kan sulandırıcı etkisi olan bir takım ilaçlarla beraber kullanıldığında hayati tehlike yaratan kanamalara neden olabiliyor. Depresyon için kullanılan sarı kantaron, depresyon ilaçları ile birlikte kullanıldığında serotonin sendromuna yol açabiliyor. Bitkisel ürünler karaciğerde bir takım enzimleri, metabolik yolları aktive edebiliyor. Bu da hali hazırda kullanılan ilaçların etkisini arttırabiliyor ya da azaltabiliyor. Tüm bunlar ileri yaşlarda çok daha yüksek risklere yol açıyor." ifadelerini kullandı.