Sinead O'connor'ın hikayesi... Hep aykırıydı, hep doğru bildiklerini savundu

Dünyada en içten gülenler kalbinde keskin bir ağrısı olanlardır. Bunun öylesine bir aforizma olduğunu sanmayın. Şöyle bir gözlerinizi kapatıp düşünürseniz buna inanacaksınız. Sinead O'connor’ın fotoğraflarına baktığınızda da bunun doğruluğunu anlayabilirsiniz. O sadece iyi bir şarkıcı değildi. O hayatı cesurca yaşamayı göze almış bir kadındı. Tüm yaşadığı sancıları ve acıları heybesine koyup hayata devam edebildi. Bu yolculuk sadece 56 yıl sürdü ama sanırım o anlatsaydı her 6 yılını 10’la çarpardı.

Çok küçük yaşta annesinden gördüğü şiddet ve istismar iyi bir anne olmasını sağlayamadı belki ama güçlü bir kadın yaptı onu. Hayata isyanı henüz çocukken başladı. Annesi onu güzel bulmasın diye başladığı saçlarını kazıtma hikayesi erkekleri tanıyıp, onlardan kurtulmak için, tecavüze uğramamak için devam etti. Elbette onların erkek dünyasında onlara güzel görünmek de istemedi. Ne topuklu ayakkabılardan ne şatafatlı kıyafetlerden hoşlandı. Böyle protest şarkılar söyleme diyen yapımcılarla da karşılaştı elbette. “Hiçbir erkek bana ne yapacağımı söyleyemez” diyerek uzaklaştı.

Yanlış olduğunu bildiği her şeyden uzaklaştı. Ama susarak yapmadı onu. Örneğin; Roma Katolik Kilisesi'ndeki cinsel tacize karşı bir duruş olarak Papa II. John Paul'ün bir fotoğrafını parçalara ayırdı. Bu koskoca bir Hristiyan dünyasını karşısına almak demekti. Bunu yaptığında henüz 26 yaşındaydı. Bu yüzden hep dışlandı, önüne setler çekildi, yükselmesinin önüne geçildi. Belki başka biri olsa çıkıp özür dilerdi. Ne bileyim genelde bizim ülkemizde öyle oluyor. O'connor öyle yapmadı. Dünyanın hassas kalpler için bir cehennem olduğunu doğrularcasına yaşadı. Ölmeyi çok isteyerek yaşadı.

Bazı kafaları anlamak imkansızdır. O'connor’ı anlamak da imkansızdı. Bildiği tüm doğrular için mücadele etti. Kimsenin hakkında ne dediğine takılmadı. Ya da öyle göründü. Kendisine ceketini vermek isteyenlerin tekliflerini hep reddetti çünkü onun dünyasında mevsim yazdı.* 

Ben böyle kadınlara hayranlık duyarım. Kadın olarak attığım her bir alanda, sığmaya çalıştığım her kapta benden önce bizlere yol açmak için uğraşmış, bunun için mücadele vermiş, yaralanmış, örselenmiş, savaşmış, sırtında bin bir bıçak izi olmasına karşın kendisinden sonrakilere biraz olsun nefes aldırmış her kadına minnet duyarım. O'connor da bunlardan biriydi. Kilometrelerce ötede, aynı dili konuşmasak bile bizlere sesiyle, sözüyle ve hayatıyla yoldaş olmuştu.

Birkaç gün önce hayatını kaybetti. Ben bu yazıyı yazmayı hiç istemedim. O yüzden bekledim. Nasıl toplanır diye cümleler… Pek toplanmıyor ama olabildiğince akıyor. Keşke yaşasaydı demeyeceğim. Her defasında buna ne kadar ihtiyacı olduğunu belirtmişti çünkü. Yardım ister gibi değil ama. Ailesinden sevgi görmemiş her yetişkinin içindeki çocuğu öldürmek ister gibi istemişti bunu. Dilerim şimdi mutludur. Dilerim şimdi bir yerlerde “Nothing Compares 2 U” yu kaybettiği evladına söylüyordur; annesine değil.

“Arka bahçeye diktiğin bütün çiçekler Anne,

Sen gidince öldüler

Biliyorum seninle yaşamak bazen zordu

Ama bir kez daha denemeyi diliyorum

Hiçbir şey seninle kıyaslanamaz.”

*Veronika Ölmek İstiyor- Paulo Coelho.