Hava o kadar güzel ki ve evimin terası var. İstanbul’da teraslı bir eve sahip olmak lükstür. Bu lüksü kullanarak, açık havada iyi şeyler yazmak isterdim. İyi şeyler yazmayı hep istedim. Ama bu ülke bana iyi şeyler yazma şansı vermedi. Önce belgesellerle başladım ilk işim Roboski’ydi. Evlatlarının organlarını katırlardan ayırmaya çalışan anneleri dinledim. Onlar ağladı, ben ağladım. Bu ülkede kadın olmak çok zordu. Bu ülkede anne olmak çok zordu. Sonra sayısız haber yazdım, sayısız kadın cinayeti haberi yazdım. İnsan bir yerden sonra robotlaşır ya hiç öyle olmadı. Her zaman onların sadece birer rakam olmadığını bildim. Onlar insandı, hayatları vardı, sevdikleri vardı, bedenleri ve ruhları vardı. Artık yoklardı. Onların katillerinin birçoğu “iyi halden” yararlandı, cezaları indirildi. Sonra bir bakmışsın “af” gelmiş, özgür kalmışlar. Hiçbir şey olmamış gibi, bir can almamışlar gibi salıverilmişler dışarıya, başka canların azraili olmaya.
İşte o salıverilenlerden biri Hüseyin Opuz. Habertürk gazetesinde 2010 tarihli bir haberde şöyle demiş: “Eşime ve ülkeme zarar verdiğim için pişmanım. Yeni sayfa açtım, yakında evleniyorum.”
Zarar verdiğim dediği, eski eşinin annesini öldürmek. Sokak ortasında, eli bile titremeden ardı ardına sıktığı kurşunlarla… Eski eşi Nahide Opuz nerede yaşıyor bilmiyorum, Opuz’un avukatı Mesut Beştaş, 2013 yılında Milliyet gazetesine verdiği röportajda şunları söylemiş: ““17 yıldır devlet tarafından korunmadığı için saklanarak yaşamak zorunda. Ne çocuklarını görüyor ne de rahat bir nefes alabiliyor.”
Dilerim Nahide yaşıyordur. Çünkü o “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” sloganının mimarı. Onun hikayesi 1990’da “annesinin eşinin oğlu”yla beraber olmasıyla başladı. Üç çocukları oldu, 1995 yılında nikahları kıyıldı. İlk şikayet 10 Nisan 1995’de Nahide ve annesi Minteha Beybur tarafından Diyarbakır Başsavcılığı’na yapıldı. Beybur, Hüseyin Opuz ve babası Abdullah Opuz’un kendilerini ölümle tehdit ettiklerini söyledi, dava açıldı ama Nahide ve Minteha davalarından vazgeçince baba-oğul beraat aldılar.
“Onlar da davalarından vazgeçmeselerdi” diye düşünür ya insan bir an. O yüzden buraya parantez açmak istiyorum. Hiç öyle kolay değil o işler. Bilmesem de tahmin edebiliyorum ki davayı geri çekmeleri için ne tehditler almış, nasıl korkutulmuşlardır kim bilir. Zaten yasalar da erkeklerden yana, “Bize bir şey olmaz” cümlesini kaç kez duymuşlardır acaba?
Özgür kalan Hüseyin Opuz durur mu? Durmamış tabi. 11 Nisan 1996 yılında Nahide’yi hayati tehlike geçirecek kadar dövdü. Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı. Savcı, 'Tutuklu sanığa isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mağdurenin huzurda oluşu ve iyileştiği gözönüne alarak sanığın ilerde mağduriyetini mahal verilmemesi' için tahliyesini isteyince Hüseyin yine özgür kaldı mı? Kaldı.
Durdu mu? Asla. 5 Şubat 1998 tarihinde bu kez Nahide’ye, Nahide’nin annesine ve kardeşine saldırdı. Çıkan kavgada Hüseyin Opuz, Nahide Opuz 3, Minteha Beybur 5 iş günü kaybı raporu aldı. Savcılık soruşturmasından sonra Hüseyin Opuz’a delil yetersizliği nedeniyle takipsizlik kararı verildi.
Hüseyin yine serbest kaldı mı? Kaldı. Hüseyin mutlu tabi, ne yapsa yanına kar kalıyor. Hüseyin durur mu? Durmaz.
1998 yılında yolda gördüğü Nahide ve annesini arabaya binmezlerse öldürmekle tehdit etti. Kadınlar araca binmeyince Minteha Beyburt’a öyle hızlı çarptı ki, Minteha bilincini yitirdi. Nahide ve annesinin şikayeti üzerine Hüseyin Opuz tutuklandı, şikayetten vazgeçilmesi üzerine tahliye edildi.
Hüseyin yine özgür, Hüseyin yine mutlu. Hüseyin durur mu? Asla.
9 Ekim 2001 tarihinde Nahide’nin oğlu, anneannesine babasının annesini bıçakladığını söyledi. Hüseyin Opuz suçunu kabul etti ama tutuklanmadı. Nahide aynı yıl Hüseyin’e boşanma davası açtı. 2002’de anne Minteha kızını İzmir’e taşımak istedi, bedelini canıyla ödedi. Sokak ortasında Hüseyin Opuz’un kurşunlarının hedefi oldu. İnanamayacaksınız ama Hüseyin Opuz bu sefer tutuklandı, iyi haldi, tahrikti 15 yıl ceza aldı ama 2008 yılında tahliye edildi.
Minteha ölü, Nahide saklanarak yaşıyor ama Hüseyin yine özgür.
Minteha’nın anlamına baktım ama bu ismin bir anlamı yok. Arapça mintaha kelimesinden çevrilmiş büyük ihtimalle, mintaha ise cennet kapısı demekmiş. İnsan gibi bir hayat yaşayamayan ve kızını korumak isterken öldürülen Minteha da umarım cennettedir.
Katil Hüseyin Opuz 2008 yılında serbest bırakılınca Nahide, Türkiye Cumhuriyet’ini AİHM’e şikayet etti. AİHM, devleti, kadını/vatandaşını, gelenek, namus ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığından beslenen insanlardan koruyamadığına hükmetti. Türkiye ne mi yaptı? “Hayır, öyle bir şey yok” demek için hemen İstanbul Sözleşmesi’ni imzaladı. 1 Ağustos 2014 yılında yürürlüğe girdi. Yani normal şartlarda 4 gün önce İstanbul Sözleşmesi’nin yıl dönümünü kutlamalıydık.
KADINLAR ÇOK CESUR
Ama Türkiye bir gece vakti Cumhurbaşkanlığı kararıyla sözleşmeden çekildi. Zaten birkaç yıldır sözleşmeden çekilip çekilmeme kararı konuşuluyordu. Sağ partiler, tarikatlar ve sağ görüşlü STK’lar İstanbul Sözleşmesi’nin aile yapısını bozduğunu iddia ediyorlardı. Aile yapısı kadının ölmemeyi istememesinden, şiddete karşı çıkmasından oluşuyorsa elbette bu iddialar doğru. Ana sorun bu zaten; kadınlar. Türkiye’de daha doğrusu Orta Doğu’da kadın olmak meşakkatli bir iş. Daha doğduğun an ötekileştiriliyorsun, ikinci sınıf olduğun kodlarla büyütülüyorsun, bir erkeğin himayesinden başka bir himayeye geçiyorsun. Hacılar hocalar sürekli kadınlar hakkında fetva veriyor. Elinden ayak bileğine kadar tahrik unsurusun. Okumamalısın, çalışmamalısın, ancak yeri geldiğinde konuşmalı ve damızlık bir inek gibi en az 3 çocuk yapmalısın. Kadınlar bunu kabul etmemeye başladığında çıktı tüm mesele. Biz de varız hamileyken sokağa da çıkarız, çalışır en iyi işi biz yaparız, kahkaha atarız, istemediğimizi giyer, canımız isterse yersiz de konuşuruz dediğimizde koptu kıyamet. Çünkü kadınlardan korkuyorlar çünkü kadınlar örgütlendiğinde herkesten daha cesaretliler.
Aile yapısını kadınlardan vurmak az kalacağı için “cinsel yönelim” ibaresini aldılar, çocuklarımızı eşcinsel yapacaklar dediler. Sanki birini zorla eşcinsel yapabilirmişsin gibi. Oysa sözleşmede sadece şu yazıyordu: “Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.”
Bu aslında şu demek: Hiç kimseye cinsel yönelimi nedeniyle şiddet uygulanamaz. Yani insan haklarının en temel taşlarından biri bu. Ama bizde insanlık yok, haklar da aranması epey zor bir mücadele. 2020 yılında akademisyen Güler Güneş Aslan’ın adli olgular çerçevesinde yaptığı araştırmaya göre kız çocuklarının %79’u erkek çocuklarının da %21’i istismara uğramış. Rakamların bir şey ifade etmediğini söylemiştim o yüzden şunu sormalıyız; İstanbul Sözleşmesi kaldırılsın diyen kaç kişi Ensar Vakfı’ndaki çocuk istismarına hayır dedi? Dönemin Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu hakkında verilen gensoru önergesi reddedildiğinde AK Partili vekiller sıraya girerek Ramazanoğlu’nu tebrik ettiler. MHP’nin TBMM’ye sunduğu “çocuklara yönelik cinsel istismarın araştırılması ve önlenmesi için komisyon kurulması” önergesi ise reddedildi.
Ama Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilince, “Kadınları korumak için bu sözleşmeye gerek yok, biz kadınları daha iyi koruruz” dediler. Hatta eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İstanbul Sözleşmesi'nin yürürlükte olduğu 13 Şubat-19 Mart'ta 34, feshedildikten sonra 19 Mart-22 Nisan'da yüzde 26'lık azalışla 25 kadının cinayet nedeniyle hayatını kaybettiğini bildirdi.
SÖZLEŞMENİN ARDINDAN EN AZ 1223 KADIN ÖLDÜRÜLDÜ
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekileli yaklaşık 2 yıl oldu. CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, 2021'de feshedilen İstanbul Sözleşmesi'nden sonra en az 1223 kadının öldüğünü açıkladı.
Yani Nahide’nin hukuk savaşının, Minteha’nın canının olduğu o sözleşmeden çekilmek başka kadınların da mezar oldu.
*Bu yazının ilk hali, 2021 yılında Ankara Gazetecisi sitesinde yayınlanmıştır.