Bir otel dolusu insan bağlama çaldığı, türkü söylediği, şiir yazdığı, güzel düşündüğü ve tüm evreni sevdiği için yakıldı. 30 yıl sonra mahkeme zaman aşımı kararı verdi.
Başka bir ülkede mesela Norveç'te, Finlandiya'da doğmuş olsaydık elimizde kahvelerimiz dünyanın dertlerinden değil, kendi hayatlarımızdan bahsediyor olurduk. Ama Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dediği gibi, "Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.”
1993 yılında okumayı sökmenin hüznünü Madımak Katliamı haberlerini okurken yaşayan bir nesiliz biz. Ben ve benim kuşağım.
O günden bugüne hep düşündüm ve asla yanıtını bulamadım: İnsanları nasıl yıktılar diri diri? Ben bilemem, ben hiçbir otelde sıkışık kalmadım etrafımı alevler sarmışken...
Ne acı değil mi, ölüm bir çocuğun babasını alırken elinden, bir çocuğun da baba olma hakkını alıyordu elinden.
1993 yılıydı..
Okullar kapanmıştı..
Her zamanki gibi Ankara'daydık..
Rahmetli anneannem çok ağlamış olmalıydı..
Sadece doğduğu toprağı değil insanları yakıyorlardı..
Anneannem gibi kaç insan ağlamıştı çıkan yangını söndürmek için ekran karşısında?
Ortadoğulu bir kadının öğrenmesi gereken ilk şey unutmaktı sanırım. Bunu okumayı söktüğüm yıl anlamıştım. Nasıl yaşayabilirdi ki bir anne 12 yaşındaki evladının diri diri yandığını bilirken?
Bunu yazacak bir kitap, sığdıracak bir adalet bulunur muydu en kallavi sarayını inşa bile etmişken?
Sadece çakmakla oynamayın diye uyarmasalardı da bizi içi hep taşla dolu olan yangın kovalarını nasıl kullanmamız gerektiğini öğretselerdi söndürülmez miydi o yangın? Gözden çıkarılır, zamandan düşer, mahkemeden düşer de vicdanımızdan düşer miydi gerçekten o yangın?
“Otelin dışındaki insanlarımıza bir şey olmadı” diyen siyasetçinin ana olduğuna hala inanıyor musunuz? Beni bu kadın değil de taş doğursaydı demiyor mudur o evlatlar sahiden?
Okumayı öğrendiğim ilk gün halamın kitaplarını aldığı beyaz saçlı adamın merdivenden nasıl itildiğini yıllar sonra izlediğimde insana dair umudum da kalmamıştı. Oysa o adam değil miydi bir kere bilye oynadığı için babasından ölesiye dayak yiyen, o adam değil miydi mürekkep alacak parası yokken yazar olan…
O adam; yani canım Aziz Nesin değil miydi, otelin içinde ateşler ve dumanlar etrafını sarmışken arkadaşlarına dönüp, "Üzerimizi ıslatıp yataklara yatalım, ölürken korktuğumuzu anlamasınlar" diyen...
Henüz 35'indeki Asaf Koçak'ın arkadaşları biraz moral bulsun diye ölüm onlara yaklaşırken mızıka çalmasını gerçekten hangi mahkeme zaman aşımına uğratabilir?
Peki bir daha kim bu kadar güzel insanı bir araya toplayabilir?
Zaman aşımına uğrayan duruşmanın zaten tutuklu sanığı kalmadı. Failler de açıkçası hiç bulunmak istemedi. Bir yerlerde hepsi hiç utanmadan hayatlarına devam ederken, geriye yenemeyecekleri bir şey kaldı: O otelde evlatlarını kaybedenlerin, anne babalarını yitirenlerin, o otel yangınını televizyonda izleyenlerin insan sevgisini. Biz her şeye rağmen insan öldürmeyi değil; insan sevmeyi şiar edindik kendimize.
Tam da bu noktada özellikle altını çiziyorum ki; kitaplara yazmasanız, adını dahi anmasanız, mahkemeler dosyalarından düşürse bile bu katliam insanların vicdanlarından asla düşmeyecek.