Bu sabah yolda yürürken merdiven altı tekstil atölyesinden çıkan bir kadın gördüm. Açılan kapının ardına hızlıca baktığım için merdiven altı bir atölye olduğunu anladım. Çıkan kadın benden gençti, üstünde allı güllü pembe renkli bir elbise vardı. Çok güzel gülümsüyordu. O an üzüntüyle karışık bir mutluluk hissettim. Tuhaftı. Ama bu duyguyu tanıyordum. Çünkü Türkiye’de yaşamak insana tam olarak böyle hissettiriyor. Bir yanımız kırık dökük, bir yanımız bahar bahçe…
Bahçelerimizi daha da güzelleştirmek isteyen insanlar oldu. Bir bahçeye emek etmek kolay iş değil. Çok çalışmak, çokça sabır, sağduyu istiyor. Hadi oldu ekilen fidanlar tuttu diyelim bazı çiçeklerin dikenleriyle bile tek tek uğraşmak gerekiyor.
İşte bu insanlardan biri Hrant Dink idi.
Henüz 19 yaşındaydım. Okuldan eve döndüğüm vakit babam vermişti ölüm haberini. Gerisini film izler gibi izledik televizyonlarda. Katilin görüntüsü hemen servis edildi haber kanallarına. Hrant Dink tehdit telefonları alırken, bir yıl içinde tam 17 kez öldürüleceği bilgisi yetkililere iletilmişken aksiyona geçmeyen güvenlik görevlileri, o gün birkaç saat içinde katili yakalayıverdi. O katilin Türk bayrağı önünde fotoğrafını çektiler, elleriyle saçlarını düzeltirken, “Abine güzel bir poz ver bakalım” dediler…
Ve o sırada belediye ekipleri, heybetli bir adamın sokaktaki kanını siliyordu.
Eline o kan bulaşmış bir katil kahraman ilan ediliyordu.
Tutuklanan katile cezaevinde aşk mektupları bile yağdı. Oysa aşk böyle bir şey miydi?
“GÖRENİN GÖZÜNE ÖLEYİM…”
Hrant Dink’i anma gecelerinde birinde eşi Rakel Dink onun anısına söylenen “Sareri Hovin Mernem” adlı Ermeni ağıtına eşlik etmişti; “Dağların rüzgarına öleyim, yârimin boyuna öleyim, bir yıldır ki görmemişim, görenin gözüne öleyim…”
Bir yerlerde Rakel Dink’e denk gelirseniz yastan bir elbise giydiğini hemen görürsünüz. Onlar henüz çocukken Tuzla’da bir yetimhanede tanışmışlardı. Aileleri tarafından bırakılmış çocukların birilerine güvenip, birilerini sevmesi ve hatta sevildiklerine inanması çok da kolay değil. Hrant ve Rakel için öyle olmamış. Onlar hemen sevdalanmışlar. Sonra kocaman bir aile kurmuşlar. Meşakatli ama mutlu bir yol arkadaşlıkları olmuş. Keşke biz onları hiç tanımasaydık da onlar yollarına devam edebilselerdi. Fakat sonrasını hep beraber yaşadık; yerde yatan bir adam, sessiz fakat acılı haykırışlar, derin ve upuzun bir suskunluk…
O TETİĞİN ARKASINDA KORKAK BİR KALABALIK VAR
19 Ocak 2007’de saat 15.00’da öldürüldü. Tetiği çeken Ogün Samast 17 yaşındaydı yani kanunen reşit değildi. Tam da bu yüzden Rakel Dink o cümleyi söylemişti işte; “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim…”
O tetiğin arkasında bir kalabalık vardı. Kalabalık diyorum ama toplasanız, 19 Ocak’ta Agos’un önünde toplanan insanların toplamının yarısı bile etmezler. Ama iki grup arasında büyük bir fark var. Tetiğin arkasındakilerin kalpleri, vicdanları ve hatta tutulacak elleri bile yok. Makine gibiler ama makineler bile durur. Bunların dur durağı yok.
Hrant Dink’in öldürüleceği 2006 yılından beri biliniyordu. İstihbarat raporlarına geçmişti fakat hiçbir önlem alınmadı. Yani Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi kitabında olduğu gibi herkes cinayeti çok önceden biliyordu. Kimse sesini çıkarmadı. 19 Ocak bir başlangıç değil, bir sondu.
Hrant Dink sokak ortasında arkasından sıkılan kurşunla öldü. Yukarıda bahsi beş para etmez kalabalıklar, birinin karşısına geçip gözlerinin içine bakarak tetiği çekecek kadar cesur değildi. Bu korkaklıkla nasıl yaşanır bilmiyorum.
Ama bildiğim bir şey var; ait olamamak. İnsan sadece “insan olmayı” önemsediğinde ne ülkelerin ne sınırların ne inançların hiçbir önemi kalmıyor. Hal böyle olunca ait de olamıyor. Hrant da ait olamamıştı. Ne oraya ne buraya… O halkların kardeşliğine ve hatta halkların birbirine aşkına inanmıştı. Oysa iki tarafta da nefret aşkın çok üstündeydi. Dink’in payına araf; katiline ise yaşamak düştü.
Şu an 33 yaşında olan Ogün Samast, 15 Kasım 2023 tarihinde tahliye edildi. İnfaz yasasına göre cezasını çekmiş; 16 yıl cezaevinde kalmış ve hatta 2020 yılında tahliye edilecekken gardiyanlara saldırdığı için cezası üç yıl uzamıştı. Gözlemlenen iyi halinden sonra ise bırakıldı.
Şu an aramızda. Amiyane olacak ama üstelik epey de semirmiş halde.
83 YAŞINDAKİ KORGENERAL HAYATINI KAYBETTİ
Ogün Samast’ın tahliyesinden birkaç gün önceye gidelim. 28 Şubat davası kapsamında tutuklu bulunan 83 yaşındaki Korgeneral Kamuran Orhon hayatını kaybetti. Orhon hasta olmasına rağmen cezaevinde tutulmuştu. Geriye bıraktığı vasiyet şu oldu; “Ben bu davanın sonunu göremem ancak siz benim ve arkadaşlarımın uğradığı haksızlıkların peşini bırakmayın.”
Bir değil, beş değil. Örnek verilecek bir sürü hukuksuzluk örneği var.
Şimdi çıkıp hiç kimse Ogün’ün gerektiği cezayı çektiğini anlatmaya kalkmasın. Kimse hiçbir şeyin bedelini ödemedi. Bizler her gün eksilirken, Ogün’ün arkasındaki kalabalıklar dağılmadı. Rakel Dink’in bahsettiği karanlıklar aydınlatılmadı. Her yerimiz ampul oldu ama içimizdeki ışık söndü.
19 Ocak’tan sonra 15 Kasım da Türkiye tarihine kara bir leke olarak sürüldü.
Buradayız Ahparig diyemiyorum. Çünkü değiliz. Çünkü başaramadık.
Seni öldürdüler, bizi yendiler.