Bundan önce de sansür vardı. Sansür hep vardı. İnsanların düşünebildiği, yazabildiği, üretebildiği her an sansür vardı. Antik Yunan’da krallar kendilerini eleştiren oyunları yasaklayınca oyuncular dertlerini pandomimle anlatmışlar. Evet yasaklar var ama her yasak kendi isyancısını da doğuruyor işte.
Osmanlı’da da I. Abdülhamit’in basın üzerindeki yasakları oldukça bilinir. Kurulan sansür mekanizmalarıyla her bir mecmua didik didik incelenirmiş. Sansür memurları diye ayrı bir birim bile varmış, bu insanlar yayınların basılacağı gece gelip her şeye bakarlarmış. 23 Temmuz akşamı II. Meşrutiyet’in ilanıyla beraber dönemin İkdam gazetesi sahibi Ahmed Cevad Bey ile Sabah gazetesi sahibi Mihran Nakkaşyan Efendi bu memurlara, “Artık sansür kalkmıştır” sözleriyle kapıyı göstermiş ve gazetelerini ilk defa özgürce basmışlar. O nedenle basın bayramı diye anılır 24 Temmuz. 1971’den sonra bunun da adı değişmiş; “Basın Özgürlüğü için Mücadele Günü” olmuştur.
İnsanın mesleği için özgürlük mücadelesi vermek zorunda kalmasının hissini anlatmam çok zor. Çoğu zaman bundan yılıyor insan. Başka alemlere dalıyor, başka sektörleri deniyor. Ben öyle yaptım. Ama habercilikten ancak iki yıl kadar uzak kalabildim. Ama o dönemde bile haberden kopamadım. Bu mesleğin böyle delice bir yanı var. Her an stres, bayramıydı, gecesiydi, gündüzüydü yok. Üstelik ahım şahım paralar kazanılmıyor. Zaten para için yapılacak iş de değil. He bana sorarsanız özgür müsün diye. Elbette değilim elbette değiliz. Yine de olabildiğimiz kadar şartları zorluyoruz. Ama biliyorum ki Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Abdi İpekçi yaşasaydı, yaşatsalardı sadece işlerini yaptıkları için öldürülmeselerdi bugün gelip yüzümüze tükürürlerdi. Haklılar da. Ben onlar kadar cesur olamadım. Ben onlar gibi kendi hayatımdan vazgeçemedim. Küçük hayatım için kendimce bedeller ödedim. Bu uğurda ölenlere de bu meslek için cezaevinde olanlara da selam olsun…
Basın üzerindeki sansürleri az çok hepimiz biliyoruz. O yüzden başka bir konuya daha değinmek istiyorum; bir partinin bir medya organıyla anlaşmasının feshine. Yani elbette bunları biliyorduk ama sorduğumuzda inkar ediliyordu. Şimdi açıklanması resmileştiği anlamına gelir. Bu bir kabulün göstergesidir. Fakat tam bu nedenle iktidar partisine kızanların aynı yolları yürüyor olması da ironik. Suçladığınız şeyle sınanmamanız gerekli aslında. Gerçek hayatta. Fesih nedeni de bu konunun etik olmayışı değil; artık yayın organının kendine hizmet etmiyor oluşu. Bu bir anlamıyla şu demek kendi yönlendirebilecekleri kanallara para aktarımı devam edecek. Öte yandan partilerden para aldığını bildiğimiz gazeteciler de var. Bu fesihle beraber bir tanesinin adı açıklandı. Ben de çeşitli kaynaklardan doğrulattım. Nasıl ki eleştiriyorsak sırça köşklerinde viskilerini yudumlarken kim iktidardaysa onları destekleyenleri ve nasıl onların gazeteci olmadıklarını söylüyorsak; aynı şekilde söyleyebiliriz bir partiden para alanlar da gazeteci değildir. Şovmendir, fenomendir, ünlüdür ama gazeteci değildir. Gazetecilik yaptığı için öldürülenler, tutuklananlar, işsiz kalanlar varken bu isimleri savunup yanlarında da olmayın isterim.
Her iki mahallede de bunca karanlık varken söyleyeceğim tek şey; Gazetecilik vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi*. Dilerim içine düştüğümüz karanlıklar aydınlandığında bu mesleği hakkıyla yapmak isteyen nice gençlerimiz çakıllı değil; yıldızlı taşlar üstünde yürür.
*Murat Uyurkulak’ın “Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi” cümlesinden devşirilmiştir.