29 Ekim akşamı saat 19.37’de ilan edildi Cumhuriyet. Atatürk en yakınlarına bile bir gece önce söylemişti bunu. Akıllı adamdı vesselam, mızrağın en sağlam en yakınından saplanacağını bilirdi.
CUMHURİYET KİMSESİZLERİN KİMSESİDİR...
O akşam Cumhuriyet’i ilan ettiğinde şair Mehmet Emin Yurdakul bütün milletvekilleri ayağa kalkarak üç kez bağırdılar; Yaşasın Cumhuriyet diye…
Yıllar sonra bir banka 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı Melissa Vargas’lı kutlama videosu yayınladı. Bu videoyu izlediğimde tüylerim diken diken oldu.
Melissa’yı ülkesi olan Küba’ya sığdıramıyorlar. Hani şu çoğumuzun yönetimine hayran olduğumuz Küba…
İnsanın vatansız kalınca ne hisseder bilmiyorum, bilmek de istemem. Melissa önce Sırbistan’a gidiyor ama yok orası da bir kadına yuva olamıyor. Türkiye kucak açıyor ona. Öyle bir kucak açıyor ki Milli Takım oyuncusu bile oluyor Vargas. Ama o da bunun hakkını veriyor, smaçlarını yobazın, cahilin, akılsızın yüzüne basar gibi basıyor…
Melissa’nın oynadığı filmde, Atatürk’ün, “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” cümlesi vurgulanıyor.
İşte benim de tam burada gözlerim dolu dolu oldu. Çünkü gerçekten öyleydi. Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesiydi. Ne adının ne malvarlığının ne kim olduğunun önemi vardı. Cumhuriyet varsa sınıf farkı yoktu, kast sistemi yoktu. Bir bakanın oğluyla bir işçinin oğlu aynıydı ve ikisinden birini ancak emeği öne geçirebilirdi. Bunları düşünmek hayal gibi geliyor değil mi? Bundan 100 yıl önce bunların hiçbiri hayal değildi. Hatta "hep başbakan" olan Süleyman, çobanken bu ülkenin başına Cumhurbaşkanı olmayı Cumhuriyet’e borçluydu. Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu’nun sular seller gibi İngilizce biliyor oluşunun sebebi de Cumhuriyet mesela. Devlet bursuyla gitti çünkü yurt dışına. Bunların hiçbiri milattan önce yaşanmadı.
PEKİ YA ŞİMDİ?
Peki biz Cumhuriyet’in 100. yılına girerken neleri yitirdik?
EŞİTLİĞİ YİTİRDİK
Eşitliğimizi yitirdik. Üstelik hayatın her alanında. Atatürk, seçme ve seçilme hakkını Avrupa’dan bile önce vermişti biz kadınlara… Şimdi ise Meclis’te kadın kotası konuşuluyor. 2023’te partilerin vaatlerinden biri bu inanabiliyor musunuz? Tüm koltukları kocaman cüsseleriyle kaplayan bıyıklı adamlar bizlere kıyılarında köşelerinde kalmış boşlukları bahşedip bir de alkış bekliyorlar.
EĞİTİMDE EŞİTLİĞİ YİTİRDİK
Eğitimde eşitliği yitirdik. Zenginin çocuğu hayata 10-0 önde başlarken yoksulun çocuğunun çocuk olma hakkı bile yok. Onlar işçi olmak zorunda. Sokakta, sanayide, atölyede, tarlada… Görüldüğü gibi burada eğitim bile yok. Sömürü var. Orta direk kalmadı ama görece geçinebilen vatandaş da çocuğunu devlet okulu kalmadığı için, bütçesine uygun özel bir okula yazdırıyor.
ÖĞRETMENLERE OLAN SAYGIMIZI YİTİRDİK
Öğretmenlere olan saygımızı yitirdik mesela. Hayatta en çok “Başöğretmen” olmayı seven Atatürk; “Unutmayınız ki Cumhurbaşkanı bile sınıfta öğretmenden sonra gelir” dememiş gibi öğretmenlerimizi yok saydık. Çoğu asgari ücretle geçinmeye çalışıyor. Daha da kötüsü kimsenin saygısı kalmadı onlara. Hatırlar mısınız 2015 yılında Yalova Valisi tarafından sınıfta azarlanan Serkan Öğretmen’in üzüntüsünden kalp krizi geçirip hayata veda edişini…
LAİKLİĞİMİZİ YİTİRDİK
Laikliğimizi yitirdik mesela. Tekke ve zaviyeleri boşuna kapatmamışlardı ama biz boşuna kapatmışlar gibi davrandık. Her yer tarikat her yer şeyh doldu. Cemaat evinde kalan Enes Kara daha geçenlerde yaşadıklarını anlatıp intihar etmemiş gibi, Aladağ’da bir tarikata ait kaçak yurtta 11 kız çocuğumuz yanarak can vermemiş gibi sosyal medyada sürekli sakallı adamların videolarını görüyoruz. Üstelik bu insanlara inananların sayısı bilmem kaç milyon… İlk emri “Oku” diyen Allah’ı da dinlemeyip sadece izliyoruz işte önümüze geleni.
DOKTORLARIMIZI YİTİRDİK
Doktorlarımızı yitirdik mesela. “Beni Türk hekimlerine emanet edin” diyen Atatürk’ün yerini, “Doktorlar gidiyorsa gitsinler” diyen siyasetçiler aldı. Şiddetten, mobbingden, upuzun çalışma saatlerinden yılan hekimler de elbette gidiyorlar. Bir zamanlar dünyanın en iyi bilim insanlarına sahip çıkan Türkiye kendi öz evlatlarına sahip çıkamıyor.
İnanır mısınız; kültürlü zenginlerimizi bile yitirdik. Şimdilerde zengin olanlar aynı oranda görgüsüz. Sosyal medyada dolarlı, altınlı videolar havada uçuşurken birileri onları alkışlıyor. Üstelik o alkışlayanlar da onlar gibi en kısa yoldan parayı bulmanın peşinde. Emeğin, hakkın, hukukun bir karşılığı kalmadı.
ANKARA'DAKİ HAKİMLERİMİZİ YİTİRDİK
Tam burada söylemek gerekir ki Ankara’daki hakimlerimizi yitirdik. Adalet gerçekten “mülk”ün temeli oldu. Üstelik kocaman saraylar inşa ettik, adalet sarayları. İnsan bunca büyük saraylar içinde adaleti nasıl bulacaktı ki? Adalet şimdilerde bir kadın adı bile değil. Pelinsular’dan sıra gelmiyor…
Kurucu liderimizin ilkelerini yitirdik. Atatürk'ün kurduğu parti haybeye 39 vekilini eliyle verdi. Üstelik kime? Yaşasa en çok karşı çıkacağı insanlara. Laiklikle, kadınla, eşitlikle derdi olanlara.
Yönetim sistemimizi yitirdik. Referandumla oldu hem de. Şaşırtıcı değildi aslında. Şimdi birileri sandık koysa önümüze, demokrasiden vazgeçin dese. Gider yüzde 52 bunu da kabul eder...
DEĞERLERİMİZİ YİTİRDİK
Değerlerimizi yitirdik. İnsana, doğaya, hayvanlara, canlılara, dostluğa, aşka, arkadaşlığa, aileye… Hiçbirine inancımız kalmadı. Sürekli sağımızı solumuzu kolluyor olduk. Düşmanlığın bile onuru kalmadığı için arkadan vurulmamız an meselesi diye kafamızı 180 derece çevirmeyi öğrendik. Sanırım en çok kendimize inancımızı yitirdik.
Atatürk yaşasaydı sanırım en çok buna üzülürdü. Çünkü o en sıkıntılı anlarda harpta, garpta, cephede, kurşunlar yanından geçerken, ben size ölmeyi emrediyorum derken, annesinden ayrı düşmüşken, babasını yitirmişken bir an olsun yitirmemişti inancını. Onu kurtaran, onun bizleri kurtarmasını sağlayan da bu inancıydı. Bitti demedi hiç. Onun bitti demediği yerde bizim de demememiz gerekiyor sanırım.
Dilerim Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını konuşurken birileri benim yazdıklarımın tam tersini yazar. Birileri Cumhuriyet’in değerini bilir. Çünkü kimler ne kadar yok etmeye çalışırsa çalışsın, kimsesizlerin kimsesi olan Cumhuriyet kurtaracak bizi.
İyi ki.