1971 yılında William Peter Blatty’nin kaleme aldığı The Exorcist romanı, inanç üzerine konumlandırılmış ve döneminde büyük yankı uyandırmış bir kitaptı.
William Friedkin’in 1973’te beyazperdeye uyarladığı The Exorcist filmiyle kitap tüm dünyada daha da büyük bir üne kavuştu. The Exorcist filminin çekildiği esnada sette pek çok sıradışı olayın meydana gelmesi, sinemada izlendiği dönemde ise izleyicilerin salonda kalp krizi geçirmesi gibi filmin etkisini artırıcı etkileri beraberinde getirmişti.
Üzerinden yıllar geçmesine rağmen en iyi korku filmleri arasında gösterilmeye devam eden The Exorsit, yeni bir filmiyle bu hafta vizyona girdi. Yıllar önce sinemada karşımıza çıkan ikinci film Heretic hiç beğenilmezken, 1990 tarihinde ekrana gelen üçüncü film ikincisi kadar 'rezalet' sayılmamıştı.
Exorcist: İnançlı filminden beklenti, haliyle çok fazla oldu ve ben de ilk fırsatta filmi izlemeye gittim.
Filmin ikinci film Heretic hiç beğenilmezken, 1990 tarihinde ekrana gelen üçüncü film ilki kadar beğenilmişti.
Exorcist: İnançlı filminde dikkat çeken en önemli ayrıntı, ilk filmin devamı niteliği taşıyarak diğer iki filmden hiç bahsetmemesi. Bu durumu diğer filmlerin başarısızlığıyla açıklamak mümkün.
Eşini bir deprem sonrası kaybeden ve kızına tek başına yetebilmeye çalışan Victor (Leslie Odom Jr.) ve 13 yaşındaki kızı Angela'nın (Lidya Jewett) hikayesini merkez alan filmde Angela, Katolik bir ailenin kızı olan Katherine (Olivia O'Neill) ile kasabaya çok yakın bir bir ormana gidiyor ve üç gün boyunca ortadan kayboluyor. Kızlar üç günün sonunda vücutlarında pek çok yaralanmayla birlikte neler olduğunu ve ne kadar zaman geçtiğini hatırlamadan geri dönüyorlar. Kısa bir süre içinde tuhaf davranışlar sergileyen kızların durumunu gören aileleri neler olduğunu anlayamıyor. En sonunda Victor'un komşusu ailelerle iletişime geçerek kızlara yardım etmeye çalışıyor.
Hemşire komşu, Angela’nın durumu bir travma olarak değerlendiren 'inançsız' babaya bunun bir ele geçirilme olduğunu söyleyerek duruma el atıyor.
İlk filmin devamı niteliğinde çekilen film, 50 yıl sonra Regan karakterini ve annesi Chris’i (Ellen Burstyn) yeniden karşımıza getirerek olayları anlamlandırmaya çalışıyor ancak bu kısım o kadar başarısız işleniyor ki, izleyici olarak bende etki yaratmadığını belirtmem gerek.
Film, ilkine göndermeler yaparak hatta onun konusunu 'araklayarak' sağlam temellere tutunmaya çalışsa da bocalamaktan kurtulamıyor.
Açıkçası filmin ilk yarısında heyecanlansam da, ikinci yarısında hayal kırıklığına uğradım ve ne zaman bitecek diye bekledim. Basit bir korku filmi arayanlar için izlenebilir ama yersiz uzun, korku filmlerine değer verenler içinse tam bir hayal kırıklığı olmuş.
Sanırım bazı şeyleri tadında bırakmak ve üstünde tepinmemek gerek.