Gazetecilik çok acayip bir meslek. Açıkçası ben bu yola bilerek girmemiştim. Ben sadece yazı yazmak istiyordum. Kendimi anlatmak, insanları tasvir etmek, varsa ortak bir derdimiz beraber üzülmek, varsa bir mutluluk onu bölüşmek… Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir cümlesini kanıtlarcasına yaşadığım için hayatı; o hep benim başıma getirdi bir şeyleri. O yüzden ben size gelin içimdeki meslek sevgisini anlatayım diyemem. Benim onu sevmemden daha çok meslek sevdi beni belki de…
Ama bazı isimler var ki onları okur okumaz, ekranda görür görmez içindeki heyecanı anlayabiliyorsunuz. İşine olan aşkları gözlerinden okuyor. Yıllarca Babıali yokuşunu çıkıp inse bile bir haberi ilk kendisi duyuruyorsa heyecanı sesine yansıyor…
1993 yılının Ocak ayıydı. İlkokula yeni başlamıştım ve Ankara’daydım. Kuzenim çok ağlamıştı o gün, babam çok üzülmüştü. Eser miktarda bir kalabalıkla bir adam uğurlanıyordu. Kuzenim bana ışıkları kapatıp açmayı ve ‘susma sustukça sıra sana gelecek’ sloganı atmayı öğretti. Ne kimin öldürüldüğünü anlamıştım ne de bu sloganın anlamını. Keşke hiç anlamasaydım. Anladıkça, fark ettikçe insanın yükleri ağırlaşıyor omuzlarında. Kamburlaşıyorsun. Hele tüm bildiklerin karşısında hiçbir şey yapamadıkça omuzlarındaki ağırlık, sırtındaki kambur taşlaşıyor; altında kalıyorsun.
Barış Pehlivan o taşın altında kalmayanlardan biri. Barış benim gördüğüm en iyi gazetecilerden biri. Bir adım bile geriye atmadı, bir kere bile ceketini iliklemedi siyasilerin, patronların karşısında. Gazetecilik, ‘kamunun yararına olacak bilgileri söylemektedir’ şiarından vazgeçmedi. Aç kalmayı, onursuz olmaya tercih etti. Açıkçası tam bu noktada söylemem gerekir ki; gerçek gazeteciler yoksuldur. Bakmayın siz yalısı falan olanlara…
Barış cezaevine ilk girdiğinde 27 yaşındaydı. Şimdi 40 yaşında ve beşinci kez cezaevinde.
Barış kimseye tecavüz etmedi, kimseyi dolandırmadı, kimseyi öldürmedi. Barış yanlışlıkla bir kavgaya girip birini dövmedi. Sadece yazdı. Salt bildiğini değil; kanıtlarla ispatlayabildiklerini yazdı. Doğrudur, hakları vardır; bir kalem çok daha korkutucudur kılıçtan.
Gülerek girdi Barış cezaevine. O fotoğraf benim canımı çok acıttı. Sadece mesleğini yaptığı için uzaklaşıyordu hayatından, yaşamından, dostlarından, ailesinden ve en önemlisi özgürlüğünden. İster bir gün olsun ister sekiz ay… Barış gülüyordu çünkü haklıydı. Barış gülüyordu çünkü doğruydu. Barış gülüyordu çünkü böyle insanlar tarafından istenmemek, dışlanmak ve hatta tutuklanmak onun için bir onur nişanesiydi.
Elbette çıkacak Barış. Çıkıp doğruları söylemeye devam edecek. Ben biliyorum ki onun gibi birkaç insan toplaşıp yan yana gelse bu yer yüzü muhakkak aşkın yüzü olacak.
"Saraylar saltanatlar çöker
kan susar bir gün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler..." (Adnan Yücel)