Ağalara beylere başkaldıran yazar: Yaşar Kemal...

Babam bir akşam eve geldiğinde, ‘’Yaşar Kemal’in yanından geliyorum’’ dedi. Kalbim çarptı. Lise yıllarımda birkaç kişiye hayranlığım olmuştu ama büyüyüp akıllanmaya başladığımda bu ülkede hayran olunması gereken insanların çoktan ölmüş ya da öldürülmüş olduğunu öğrenmiştim. Ama Yaşar Kemal ismini duyunca heyecanlanmamak mümkün değildi. ‘Senden bahsettim ona, biraz iyileşsin evine davet edecek bizi’ dedi babam.

YAŞAR KEMAL

Babam, Yaşar Kemal’in son demlerinde onunla arkadaş olmuştu. Ben belki de karşısında ne yaparım düşüncesiyle bu tanışmayı ertelemiştim. Onun öldüğünü duyduğum gün bu saçma sapan düşüncem yüzünden kendime çok kızdım. Değil onunla aynı masaya oturmak, uzaktan görsem bile anılarımın en güzeli olabilirdi.

Şimdi O’nu yazmaya çalışmak bir tür özür dilemek. ‘‘Sen gittin, bizi insanın piçine bıraktın ama biz seni hep çok seveceğiz’’ demek. ‘’İyi ki aynı dili biliyoruz da kendi dilimden okudum seni’ demek.

Yaşar Kemal bu toprakların çocuğu değildi, bu toprakların ham maddesiydi. O toprağı koruyabilseydik, içine yalanı, pisi, kiri karıştırmasaydık her yer orman olabilirdi. Böylesine betonlaşmazdık.

Ağalara beylere başkaldıran yazar: Yaşar Kemal...

YAŞAR KEMAL KİMDİR?

‘’Köylülerin yayladan döndüğü’’ bir vakitte Adana’nın Hemite köyünde doğdu. Adı; Kemal Sadık Göğceli’ydi. Ailesi Van’ın Ernis köyünden Hemite’ye göçmüştü. Kürt bir ailenin çocuğuydu. Ama Sait Faik Abasıyanık’ın deyimiyle; ‘’O bir Kürt’ten daha Türk, bir Türk’ten daha Kürt’tü…’’

Üç buçuk yaşındayken bir kurban kesimi sırasında halasının kocasının elindeki bıçağı kaydırması sonucu bıçak gözünde saplandı, bir gözünü kaybetti. Dört buçuk yaşında ise babasını gözünün önünde öldürdüler.

‘‘Sizin hiç babanız öldü mü, benim bir kere öldü kör oldum’’ diyen Cemal Süreya’ya cevap verir gibi anlattı yıllar sonra bu olayı: ‘‘Ben babamın camide, namaz kılarken yanındaydım, hançerlediği akşamdan sonra, sabaha kadar yüreğim yanıyor diye ağladım. Ardından da kekeme oldum.’’

Babası Sadık Efendi’nin ölümünün ardından yoksullaştılar. Okumayı çok istedi ancak orta sona kadar okuyabildi. Elde avuçta yoktu. Yaşar Kemal de var gücüyle çalıştı. Irgat kâtibi de oldu, kitaplıkta memur da… Pamuk tarlalarında da çalıştı… Traktör sürücülüğü de yaptı, öğretmen vekilliği de… ‘’Ben Adana’nın tüm evlerine girdim’ dediğinde yalan söylemiyordu, tüpçülük de yapmıştı.

Ağalara beylere başkaldıran yazar: Yaşar Kemal... - Resim : 2

YAŞAR KEMAL BU TOPRAKLARIN HAM MADDESİYDİ

Bunlar geçiciydi ama. O yazıyla olan ilişkisini henüz çocukken kurmuştu. Şiir yazıyor, halk ozanlarıyla atışıyordu. Belki sazı berbat çalıyordu ama olsundu, kelimeler onun dilinden döküldüğünde bambaşka bir hale bürünüyor, dinleyeni büyülüyordu.

Ben inanırım ki, dünyayla derdi olan yazar. Yaşar Kemal’in de dünyayla derdi vardı. Dünyanın daha iyi bir yer olması için gerekense adil ve eşit bir düzendi. Adana Kadirli’de arzuhalcilik yaparken komünizm propagandası suçlamasıyla karşılaştı. Evi birkaç kez jandarma baskınına uğradı. Folklor denemeleri, roman taslakları baskınlarda kayboldu.

Yaşar Kemal, hakkındaki bir ifade nedeniyle gözaltına alınıp tutuklandı.  O günü, “Adana’da Kadirlili bir çocuk komünist propagandası yaparken yakalanmış… Çocuğu çok dövmüşler, o da bildiği adların hepsiyle bir olmuş Çukurova’da Komünist Partisi kurmuş, ben de o kurucular arasındayım. Bir sabah candarmalar geldi, şangur şungur kelepçeler taktılar” diye anlattı. Bir öyküsünü okuyan ve anlatımına hayran kalan mahkeme başkanının “Buralarda durmayın. Sizi öldürürler, yazık olur” şeklindeki sözleri üzerine önce Ankara’ya, oradan da İstanbul’a gitti.

İNCE MEMED...

İstanbul’da Cumhuriyet gazetesine girdi, röportajlar yaptı. Gazeteye yazdığı yazıları ‘Yaşar Kemal’ adıyla yayınladı. Ama hala yoksuldu. 40’tan fazla dile çevrilen İnce Memed’i evine odun alacak parası yokken, birkaç ceketi üst üste giyip, birkaç eldiven üst üste takıp yazmıştı. İnce Memed ona uğur getirdi, İnce Memed’in film hakkını sattığı gün kaloriferli eve geçti. Artık kitaplarını üşümeden yazacaktı.

Ve öyle de güzel yazacaktı ki… Bir karıncayı bile sayfalarca tasvir edecek, pamuk tarlasını anlatırken adeta resmini çizecekti. Bir eşkıyanın öfkesini, bir ırgatın alnından akan terini, onurluca aranan hakkı kendine dert edecekti. Onun işi insandı, insanlaydı. Hem sırça köşkü de yoktu ki, ‘Ben biraz çekileyim de yeni romanımı yazayım’ desin. Mücadele adamıydı ve halktan -içinden çıktığı halktan- uzak kalmak ona göre değildi. Yaşamak onun için emekçileri sömürenlere karşı savaşmaktı.

Bakmayın savaşmak yazdığıma, o en çok savaşa karşıydı. ‘‘Benim kitaplarımı okuyan katil olamasın, savaş düşmanı olsun’’ demişti.

Ve öldüğü güne dek barışı çağırmıştı, inatla, vazgeçmeden. Ve son anına kadar inatla yazdı, yazdı ki onu okuyanlar başkalarını aşağılamasın, sömürmesin, onuruyla oynamasın, kimse ağa olmasın, kimse bir başkasına zulüm etmesin.

Tabii ki Yaşar Kemal’i yazmak bu kadar değil, sığdırılamaz bunca cümleye ama onu yazmaktan çok yaşatmak gerek. Tekrar tekrar okuyarak, baskıya, zulme, haksızlığa, adaletsizliğe baş kaldırarak, ağalığa, beyliğe isyan ederek ve hep barışı dileyerek…

İyi ki yaşadın Yaşar Kemal…