Adnan Kahveci, Recep Yazıcıoğlu ve Gaffar Okkan'dan hesabı ödemeyen kaymakama... Artık kimler neler yiyip de hesabı ödemeden çıkıp gidiyor

Siirt’ten Ankara’ya 24 saatte giden bir otobüs şoförü her mola yerinde çay ısmarlamak istediğinde, “Olur da bir gün kaza yapar, karşıma gelir, gözümün önüne ben sana çay ısmarladım der gibi bakarsa” deyip her seferinde bu teklifleri reddettiğinde, babamın yaşı 27 imiş.

Yani beğenmediği dönerin parasını ödemeyen Yusufeli Kaymakamından 6 yaş küçükmüş.

Böyle bir devlet insanının çocuğu olarak hayatta tek bir dikili ağacım bile olmadı. Ama güzel şeyler düştü payıma miras olarak; kimsenin hakkını yememek ve oturduğum hiçbir koltukla bütünleşmemek…

Kaymakam haberini gördüğümde sanırım içimdeki öfkenin nedeni bildiğim devlet insanlarıyla günümüzün bürokratları arasındaki farktı. Bu ülkede bir zamanlar liyakate dayalı atamalar olurdu ve devletin malı deniz yemeyen keriz felsefesinden de uzaktık.

Kaymakam için bu kadar iddialı konuşmam yanlış belki. Ama oturduğu koltuğun hakkını vermediğini söylemek doğru olacak. Haber basına yansıdıktan sonra yaptığı açıklamayla da bu düşüncemi pekiştirdi.

Yusufeli kaymakamı Hacı Kerim Meral’e göre ona kumpas kurulmuştu. Oysa görüntüler gerçeği epeyce gösteriyordu. O görüntülerde kaymakam el kol hareketiyle de dükkân sahibinin gururunu örseliyordu. Oysa devlet adamı olmak böyle bir şey değildi.

ADNAN KAHVECİ, RECEP YAZICIOĞLU VE GAFFAR OKKAN 

Aklıma babam geldi. Ardından üç isim düştü aklıma; Adnan Kahveci, Recep Yazıcıoğlu ve Gaffar Okkan.

İdeolojik olarak aynı çizgide olmasam da Adnan Kahveci hep takdir ettiğim bir siyasetçiydi. Milletvekili zamlarına o dönem Meclis’te karşı çıkan tek milletvekiliydi ve maaşlara zam geldikten sonra da zamlı olan kısmı almamıştı. Kendisi öldükten sonra ailesine bu paranın verilmek istendiğinde ailesi de kabul etmemişti. Bazen dolmuşa biner, oturup halkın sorunlarını dinler, not alırdı. Sanırım milletin vekili olmak tam da böyle bir şeydi.

Süper Vali Recep Yazıcıoğlu vardı. Gittiği yerlerde makam kapısı açık olurdu. “Halk buraya istediği zaman girebilecek” derdi. Halk nereden bilsin böyle valiyi. Açık kapıyı bile çalmaya çalışırlardı. Bunun üzerine yazı da astırmıştı Yazıcıoğlu. Şöyle yazıyordu o yazıda: Kapıyı vurmadan içeri giriniz.

Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde bir vatandaş köprü olmadığı için karısını doğuma yetiştirememiş, karısı hayatını kaybetmişti. O vatandaş valiye koştu. Tüm öfkesine rağmen açık kapıyı çaldı yine. Yazıcıoğlu derdini dinledi. Devletin yıllardır yapamadığı köprüyü Recep Yazıcıoğlu yaptırdı.

Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan vardı. Diyarbakır’a muhabirken çok gidip geldim. Bu nedenle iyi bilirim ki Diyarbakır’da doğan bebeklere hala Gaffar adı verilir. Düşünebiliyor musunuz devlet zulmünün en yüksek olduğu dönemde Kürt halkı bir emniyet müdürüne hayran olduğunu? Çünkü şehre gelir gelmez ilk olarak polisleri uyarmış, “Bundan sonra vatandaşa kötü davranıldığını görmeyeceğim” demişti. Kendisine yönelik tehditler arttığında korumayla gezmesi gerektiği söylenmişti. O ise “Diyarbakır benim yuvam, bana burada bir şey olmaz” demişti.

Bu üç isimde kariyerlerinin en parlak döneminde öldürüldüler. Yani sadece Gaffar Okkan'ın ölümü cinayet olarak geçti kayıtlara. Kahveci ve Yazıcıoğlu için "trafik kazasında hayatını kaybettiler" dendi. “Dahi” olarak bilinen Adnan Kahveci’nin ters yönden gittiği için öldüğüne inanmamızı beklediler.

Bu insanlar halkın faydasına çalıştıkları için hayatta kalamadılar. Yaşadıkları süre içinde de sefa içinde değillerdi.

Bugün böyle insanları göremiyoruz. Ne sokakta ne kurumlarda ne de Meclis’te…

Kaymakam bunun küçük bir örneği.

Kimler neler yiyip de hesabı ödemeden çıkıp gidiyor.