Adını Türkiye'den alan İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye çekildi. Avrupa Birliği üyeleri uygulamaya aldı. İstanbul Sözleşmesi nedir? Neden çekildik? Amaç yaşatmamak mıydı?

19 yaşındaki Güleda Cankel 2019 yılında ayrılmak istediği erkek arkadaşı tarafından öldürüldü. Zafer Pehlivan denilen adam 17 saat boyunca Güleda’yı darbetti. Çevredekilerin şikayeti üzerine polis geldi, Güleda korkusundan şikayetçi olamadı. Polis Güleda’yı hastaneye, Zafer’i otogara götürdü. Peki ne mi oldu? Ertesi gün Güleda, Zafer tarafından öldürüldü.

16 yaşındaki Beyza Doğan, kendisine saplantılı şekilde takık olan Selim Tekin’i tam 35 kez şikayet etmişti. Selim Tekin hakkında koruma kararı vardı. Peki ne mi oldu? Selim denilen katil daha önce 5 kez kaçırdığı Beyza Doğan’ı 2022 yılında öldürdü.

39 yaşındaki Özlem Güneş, kendini sürekli darbeden ve bu nedenle defalarca kez şikayetçi olduğu bir camide müezzinlik yapan kocası Zülküf Güneş tarafından 2020 yılında öldürüldü. 29 yaşındaki avukat Dilara Yıldız daha önce defalarca kez şikayetçi olduğu eski nişanlısı uzman çavuş Oktay Dönmez tarafından bir restoranda, herkesin gözü önünde öldürüldü.

Bu örnekler münferit değil. Neredeyse her gün en az bir kadın cinayeti yansıyor basına. Peki bu cinayetleri önlemek mümkün mü? Evet mümkün. Tam da bu nedenle defalarca kez haykırdık; İstanbul Sözleşmesi yaşatır.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR?

İstanbul Sözleşmesi 12 bölüm ve 80 maddeden oluşan bir sözleşme. Kadına karşı şiddet ve ev içi şiddeti önlemek için devletin temel yükümlülüklerini belirleyen sözleşme iki temel dinamik ve dört temel ilke üzerine kurulu.

Sözleşmenin ilkeleri; Kadına yönelik her türlü şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddete maruz kalanların korunması, suçluların cezalandırılması ve kadına yönelik şiddetle mücadele politikalarının hayata geçirilmesi.

Öte yandan bu sözleşme kadına, kız çocuklarına, erkeklere, erkek çocuklarına ve cinsel yönelimi fark etmeksizin her türlü bireye yönelik şiddeti önlemeyi amaçlıyor.

Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'nin ilk imzacı devletlerinden olup 24 Kasım 2011'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 247 vekilden 246’sının kabul oyu, 1 vekilin çekimser oy vermesi ile sözleşmeyi uygun bulan 6251 sayılı kanunu "onaylayarak", parlamentosundan geçiren ilk ülke olmuştur. Yani bugün parlamentodan olan hemen hemen tüm partiler o gün bu sözleşmeye evet demişti.

2015 yılında Turuncu adlı dergide Dünya Kadınlar Günü aracılığıyla bir başmakale yazan Erdoğan, Türkiye'nin sözleşmeye "çekincesiz" imza koyduğunu, birçok ülkede "ekonomik kriz" nedeniyle çıkmayan uyum yasalarının Türkiye'de 6284 sayılı koruma kanunu ile çıkarıldığını belirtti. Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ise Sözleşmeye taraf olunması hakkında "önemli bir iradedir, gereğini yapmak da hepimizin görevidir" açıklamasında bulundu. Yani hükümet bu sözleşmenin en büyük destekçisi idi.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ KADINLARI KORUDU MU?

Tam anlamıyla koruyamadı. Çünkü bu sözleşme sadece yasalarla sağlanacak zorunluluklara dayanmıyordu. Bu sözleşme şiddetin nedenlerini toplumsal cinsiyet kavramının tanımını değiştirmeyi de içeriyordu. Yani bu en amiyane tabirle erkek çocuklarına “göster oğlum pipini” derlerken, kız çocuklarının namus olarak görülmesinin önüne geçmekti. Ve bu elbette eğitimle ve toplumun kodlarının değiştirilmesi ile mümkündü. Şiddeti önleme, mağduru koruma ve yargılama da sözleşmeye dahildi. Aslında sözleşmenin gerekleri başlarda Türkiye’de uygulanmaya çalışıldı. Öyle ki 2010-2018 yılları arasında kadın cinayetlerinin en az yaşandığı yıl 121 kadın cinayetiyle sözleşmenin imzalandığı 2011 yılıydı. Sözleşmenin gereklilikleri tam anlamıyla uygulansaydı 121 cinayetin de önüne geçilebilirdi. Hatta sadece cinayetlerin değil; erken yaşta evliliklerin, istismarların da…

Öte yandan bu sözleşmenin tarafı olmak mağdurlar için açılan davalarda avukatların da sözleşmeye atıf yapmasını sağlıyor ve duruşmaların da seyrini değiştirebiliyordu.

SÖZLEŞMEDEN NEDEN ÇEKİLDİK?

İşte burası en vurucu yeri. Türkiye sözleşmeden çekildi çünkü birileri çıkıp bu sözleşmenin aile yapısını bozduğunu iddia etti. Kırılgan erkeklik, kadınların kendi haklarını aramasını istemedi. Bir takım bıyıklı, sakallı adamlar birleşti ve sözleşmenin yerli ve milli olmadığını iddia etti. Yerli ve milli olmayan sözleşmenin ilk imzacısı Türkiye idi. Aile yapısını bozuyor dedikleri ise ev içi şiddetin önüne geçilmesiydi. Yani kadınlar, kendilerine yönelik her şiddeti ucunda ölüm olsa bile kabullenmek zorundaydı. Aile gerçekten bu demek miydi? Değildi ama yine de sözleşmeden çekildik.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE YÜRÜRLÜĞE GİRDİ

Ve bizim sözleşmeden çekilmemizin ardından 2 Ekim 2023 tarihinde sözleşme, 27 ülkenin yer aldığı Avrupa Birliği ülkelerinde yürürlüğe girdi.

Avrupa Komisyonu, resmi sosyal medya hesaplarından İstanbul Sözleşmesi'nin yürürlüğe girmesiyle ilgili bir açıklama yayınladı. Açıklamada, şöyle denildi:

"Bugün #İstanbulSözleşmesi Birliğimiz için yürürlüğe giriyor. Sözleşme, kadınları şiddetten korumayı, şiddeti önlemeyi, kovuşturmayı ve ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Ancak kadınlar ve kız çocuklar artık şiddet korkusuyla yaşamadıkları zaman gerçekten adil ve eşit bir Birlik içinde yaşayacağız.”

“Bu adım, Avrupa Birliği'nin kadına yönelik şiddetle mücadelede kararlılığını gösteriyor ve İstanbul Sözleşmesi'nin hükümlerinin uygulanmasını teşvik ediyor.”

“Kadına şiddetle mücadelede atılan bu adımın, Avrupa'da kadınların daha güvende hissetmelerine ve haklarının daha fazla korunmasına katkı sağlaması bekleniyor.”

Adını bizden alan sözleşmeye biz dahil değildik ama Avrupa ülkeleri sözleşmenin tarafı olmakla gurur duyuyordu.

Bu durumu kadın mücadelesinin önde gelen ismi, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’ye sordum. Ömrünü kadına şiddeti önlemeye adayan Güllü konuyla ilgili şunları söyledi:

SÖZLEŞMENİN GEÇMİŞİ

Uluslararası İstanbul Sözleşmesi Türkiye hükümetinin 2011 yılında Nahide Opuz davası sonucunda üzerimize kalan AİHM’i tazminata mahkum ettiği bir sonuç sonrası hayata geçen ve Türkiye’de tamamen yerli ve milli olarak hazırlandıktan sonra o dönem Avrupa Komisyon Başkanlığı’nın bizim ülkemizde olması nedeniyle komisyona üye bütün ülkelerin kapılarının tek tek gezilerek hayata geçirildiği ana amacı şiddetsiz bir dünya amaçlayan bir sözleşme. Türkiye’nin vatandaşını koruyamadığından dolayı ortaya çıkan bu sonucun Avrupa nezdinde de yer bulması adına atılmış bir adım. Bununla her daim gurur duymaya devam edeceğiz. Bu çok önemli bizim için. Kendi meclisimizde kabul edildiği için de iç hukuktan da üstün bir sözleşmeydi. O zaman iç hukukumuz da tüm bu sözleşmenin alt zeminini oluşturmak için 6284 Ailenin koruması ve kadına şiddet olarak yer bulmuş, bu anlamıyla da 2011 yılında imzalanmış, 10 ülke imzaladıktan sonra hayata geçtiği için 2014 yılına kadar Türkiye için de şiddeti önlemeye yönelik bir iç hukuk kanunu da ibraz edilmişti.

TEK KİŞİNİN İMZASIYLA ÇEKİLDİK

Neden olayı bu kadar geçmiş üzerinden anlatıyorum? Türkiye’de yaşadığımız şiddetin varlığından duyduğumuz utancın hem kendi ülkemizde hem Avrupa nezdinde yok edilmesi için gayret sarf eden bir ülke profilinden 2021 yılında bir gecede hiç kimseyle konuşmadan hiç kimseyle tartışmadan tek kişinin imzasıyla, Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla o sözleşmenin geçerli olduğu Avrupa Komisyonu’na dedik ki biz bu sözleşmeyi uygulamaktan vazgeçiyoruz. Akıl ve mantıkla izah edilecek bir şey değil. Bu nedenle izah etmekte zorlanıyoruz. Bunca adımları atabilmiş bunca önleyici politikaları hayata geçirebilme iradesini onlarca ülkeye anlatarak kabul ettirmiş bir ülke kendi yaptığı eylemden geri çekildi. Ana amacı nedir bilinmez. Biz ana amacın siyaset olduğunu söylüyoruz ama içeride neler yaşandı, neler söylendi hangi hesaplar yapıldı bu bizi aşar.

BU KENDİ AYAĞINA KURŞUN SIKMAKTIR

Ama Türkiye’de çok uzun yıllardır bir acil yardım hattı işleten, Türkiye’de kadına şiddeti önleme politikalarının hayata geçirilmesine, mağdurların korunmasına yönelik eylemlerle özel sektörde ve yerelde belediyelerle iş birliği yapan bir örgüt olarak diyorum ki bu hareket kendi ayağınıza kurşun sıkmaktır. Türkiye’de geçtiğimiz ay 42 kadın katledildi, 2008 yılından 2023 ağustos ayına kadar 4721 kadının katillerinin sokakta dolaştığı, geride bıraktığı çocuklarının ne halde olduklarını sormadığımız bir dünyada daha dün katillere verilen indirimlerin aslında son 2 yılda nasıl coştuğunu ve arttığını konuştuğumuz bir dünyada biz bu sözleşmeden çekilme nedenini galiba çok uzun yıllar gerçek neden olarak bilemeyeceğiz. Ama bildiğimiz bir nokta siyaseten bu ülkede iktidar kadınların ölümüne sessiz kaldı. Önce bir yükselişle çıktı işte o yükseliş Avrupa Birliği normlarının tamamlanması ve birliğe üye olma yolunda bir göz boyamaydı. Bunu şimdi daha net anlıyoruz. Böylece AB bize, insan hakları ihlalinin Türkiye'de olmaması yönünde bir hareketin olduğunu, kadın cinayetlerine karşı çok büyük bir iradenin ortaya konduğunu söyleyecek ve bizi AB’ye alacaklar diye düşündüler sanırım.

Peki biz bu sözleşmeden çekilirken AB ne yaptı? 1 Ekim itibarıyla İstanbul Sözleşmesini birliğe dahil etti. Olayın biçimsel olarak hayata geçmesinde emeği olan Türkiye sözleşmeden çıkarken bu sözleşmeyi Avrupa Birliği kendi iradesiyle uygulamaya geçirdi. Şiddetsiz Avrupa’yı düşünün fikrinin mimarı olan biz Türkiye’de kadınların katledilmesine, çocuk istismarının devam etmesine, erken yaş evliliklerinin artmasına tüm bu süreç içinde kız çocuklarının okullaşma oranının düşmesine, yoksulluk nedeniyle üniversiteye bu sene kaydedilemeyen kız çocuklarının varlığına göz kapatarak, bunları engellemeye yönelik irademizi geri çekerek AB’nin uyguladığı, uygulamaya karar verdiği İstanbul Sözleşmesi’nin seyircisi olacağız.

ANLATMAYA DEVAM EDECEĞİZ

Bu demektir ki Avrupa Birliği düşümüz yok oldu. Peki bu ne zamana kadar geçerlidir? Bu iradeyi taşıyan iktidarın iktidarda kaldığı sürece… Yani bu iktidarın yerini başka bir iktidar aldığında Türkiye’de kadın hareketi yeniden bu yola girmeyi talep edecektir. Biz hiçbir zaman umutsuz bir örgüt olmadık. Biz hem iktidarın politikalarına hem de muhalefetin boşluklarına rağmen İstanbul Sözleşmesi’ni anlatmaya devam edeceğiz.

BELKİ DE ASIL AMAÇ YAŞATMAMAKTI

Yazının başında yazdığım cinayetler ve sevgili Canan Güllü’nün sözlerini düşündüğümde anlıyorum ki kadın cinayetleri önlenebilir. Boşuna bağırmadık demek ki İstanbul Sözleşmesi yaşatır diye. Ama belki de bir takım bıyıklı adamların asıl amacı zaten kadınları yaşatmamaktı.