17 yaşındaki A.E.S tutuklandı. Atatürk yaşıyor olsaydı bu tutuklamaya ilk o karşı çıkardı. Bunu ben demiyorum bizatihi Atatürk diyor

1995 yılında Manisa’da duvara “paralı eğitime hayır” yazdıkları için 11 gün boyunca emniyette işkenceye uğrayan, devlet güvenlik mahkemesinde yargılanan 14-16 yaşlarındaki çocuklardan birinin annesini şöyle feryat etmişti: Götürmeyin kızımı o daha çok küçük!

Bu feryadı Yılmaz Erdoğan aldı, Bana Bir Şeyhler Oluyor oyununda evirdi çevirdi, Altan Erkekli’nin muhteşem yorumuyla şu replik çıktı ortaya: Ama yapmayın o daha bir çocuk dedi Tanrı.

Atatürk’ün fotoğrafıyla uygunsuz hareketler yapan 17 yaşındaki A.E.S tutuklandığında bu replik geldi aklıma. O daha bir çocuk. Baştan belirtmem gerekir ki Atatürk benim için çok kıymetlidir. 57 yıllık bir ömre bir ülke sığdırmak, yaşamını bağımsızlık mücadelesine adamak, sadece bununla kalmayıp eğitim, bilim diyen bastırmak her insanın yapabileceği bir iş değil.

Herkesin yapamadığı bir iş olduğu için de bugün bu haldeyiz. Geçen gün kuaförde karşılaştığım bir kadın, “Atatürk bu gençlere mi emanet etti bu ülkeyi” dedi, “Aslında o emanet ettiğinde siz de gençtiniz, sanırım pek bir şey yapamadınız” dedim.

Kimse üzerine sorumluluk almak istemiyor bu ülkede, hep topu başkasına atmak istiyor. Ama kime sorsak en iyiyi herkes biliyor. Onun düşüncelerini, fikirlerini, ilmini içimize sindirebilseydik, gerçekten açtığı yolda ilerleyebilseydik zaten 17 yaşındaki A.E.S bu hareketi yapmazdı.

BEN DEMİYORUM BİZATİHİ ATATÜRK DİYOR

Çocuğun hareketini görünce ben de sinirlendim, evet. Ama hiç tutuklanmalıydı demedim. Zira hukuk kişilere göre belirlenen bir şey değildir. O yüzden mesela tacizcilere idam gelmeli dendiğinde idama karşı çıkıyorum. İdam geldiği anda kime nasıl kullanılacağı pek elimizde olan bir şeye dönmeyecek. Nitekim bu olayda da “Cumhurbaşkanına hakaret”ten tutuklanan çocuğun tutuklanmasına nasıl karşı çıkıyorsak buna da karşı çıkıyorum.

Üstelik Atatürk bugün yaşıyor olsaydı o da bu tutuklamaya ilk o karşı çıkardı. Bunu ben demiyorum bunu bizatihi Atatürk diyor.

Vaktiyle köylünün biri kahvede oturuyormuş. O yıllar Tekel sigara kağıdı satışını da yasaklamış; mecburen gazete kağıdına sarıp içiliyor. Köylü de içerlemiş bu işe Atatürk’e basmış küfrü. Kahvedeki diğer köylüler de işgüzar. Meseleyi tutanak altına alıp bildirmişler.
Köylü hakkında Cumhurbaşkanına Hakaretten dava açılacak ama dönemin mevzuatı gereği Atatürk’ün buna izin vermesi lazım. Tabi iletiliyor. Atatürk buna pek üzülmüş. “Ben ona ne yapmışım ki?” diye sormuş.
“Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan size küfür etmiş.” demiş bir milletvekili. Atatürk vekile sormuş:
“Siz hiç, gazete kağıdı ile sarılmış sigara içtiniz mi?”
“Hayır efendim.”
Bunu duyunca Atatürk şöyle demiş:
“Ben Trablustayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Adam haklıdır, ben de olsam aynı şeyi yapardım, takibe lüzum yoktur. Siz bunun için mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız.”


ÇOCUĞUN İFADESİ
Ben bu satırları yazarken 17 yaşındaki A.E.S’nin ifadesi ortaya çıktı. İfadesinde özetle şunları söylemiş: “Bir oyun oynuyorduk, kağıtta kimin olduğunu görmeden muhtelif yerlerinize sürüyorsunuz. Ben kim olduğunu görmedim, başka videolar da var. Pişmanım.”

Öncelikle bu avukatın verdiği akıl da olabilir. Ki avukatların işi de müvekillerini kurtarmaktır günün sonunda. Öte yandan bu gerçek de olabilir; o yaşlarda hepimiz dünyanın en saçma işlerini yapmadık mı? Kaldı ki ben bu yaşta bile dünyanın en saçma işlerini yapıyorum ara ara. İyi ki biz o yaşlardayken akıllı telefonlar, sosyal medya falan yokmuş diyorum bir yandan. Sanırım en saçma hallerimiz dünyanın en büyük sorunu gibi sürekli önümüze çıkabilirdi.

ÇOCUĞA HAK VERMİYORUM AMA LİNÇ İÇİN BİR ATEŞ BEKLEYEN GÜRUHA DA HAK VERMİYORUM

Çocuğun hareketini savunmuyorum. Ama benim kutsalım, bir başkasının kutsalı olmadığında da adaletin dışına çıkılsın istemiyorum. Türkan Saylan’a olmadık iftiraları atan Altan kardeşler tutuklandığında ne yalan söyleyeyim içimde bir miktar mutluluk belirmişti. O zaman bir hukukçu dostum, “Özgen bu yaptığın doğru mu? Sadece sevdiğin birine zarar verdiği için bir başkasının adil yargılanmadan tutuklanmasına sevinecek misin” demişti. O soru üzerine epeyce düşündüm. Sadece kişisel tatminim için doğru olmayan bir şeyi desteklememem gerekiyordu. Ve hatta daha ileri gidip canım Yaşar Kemal’in İnce Memed’de yazdığı gibi yapmak gerekiyordu: “Dünyanın bütün kötülüklerine baş kaldır. Bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de baş kaldır…”

Beni bu konuda tek bir sorusuyla aydınlatan ve ömrünü insan haklarına adayan hukukçu- avukat Erdal Doğan’a bu tutuklamayla ilgili fikirlerini sordum.

Erdal Doğan şunları söyledi:


“Öncelikle Cumhurbaşkanlığına, devlet kurumlarına hakaret gibi TCK’de yer alan düzenlemeler suç olmaktan çıkarılması gerektiği gibi 25 Temmuz 1951'de özel olarak çıkarılmış 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun da suç olmaktan çıkarılması gerekir. İnsan haklarının olmazsa olmazı düşünce ifade özgürlüğü yaşam hakkı kadar önemlidir ve en olağanüstü hallerde dahi özüne dokunulamaz. En tahammül edilmez, şok edici düşünceler dahi Türkiye yargı sisteminin de dahil olduğu AİHM’in birçok yargı kararı ile teminat altına alınmıştır.

Son olayda vakada 17 yaşındaki kişi yasalarımızca da çocuk kabul edilir. Mevcut yasaya aykırı hakaret ettiği iddiası ile soruşturmaya maruz kaldığında ise soruşturmadaki konumu şüpheli değil Suça Sürüklenen Çocuk adını alır ve Çocuk Yargılama Kanuna tabi olur. Soruşturma ve kovuşturma çocuğun cezalandırılmasına yönelik değil yararına yönelik yürütülür. Tüm aşamalar da gizli yürütülmek zorundadır. Kamuoyuna show yapılarak seyrettirilmez. Ayrıca mevcut olayda suç kabul edilen olayda tutuklama gerektiren katalog suçlar kapsamında olmadığı gibi yakalama, gözaltına alma ve tutuklama koşulları mevcut değildir. Ne delil karartılma ne de kaçma tehlikesi vardır. Ayrıca bu kişi çocuk olduğu için iddia edilen eyleminden dolayı bu adli tedbir kurallarına başvurulmaz. Yöntem davetiye usulü ile sosyal inceleme uzmanından alınacak raporla öncelikle çocuğun farik ve mümeyyiz olup olmadığı veya eyleminin işlemesinin nedenleri ve sonuçları hakkında rapor düzenlenmesi gerekir.”

Erdal Doğan’ın söylediği bir cümlenin altını bastıra bastıra çizmek istiyorum, “Soruşturma ve kovuşturma çocuğun cezalandırılmasına yönelik değil yararına yönelik yürütülür. Tüm aşamalar da gizli yürütülmek zorundadır. Kamuoyuna show yapılarak seyrettirilmez.”

Oysa biz bu olayın tüm aşamalarına bangır bangır şahit olduk ve kamuoyunun gazı alınsın diye tutuklama çıktı. O çocuk elbette serbest bırakılacak. Bunu kanunlardan anladığım için falan söylemiyorum. Sadece şöyle bir baktığımda en adi suçları işleyenlerin bile serbest kaldığını görüyorum. İçeride her şeye karşın tutulanlar bu düzene karşı çıkanlar. O yüzden bu çocuk da çıkacak. Ama bu çocuk çıktığında hiç de öyle ders almış falan olmayacak. Korkmuş olacak. İnsan korktuğu bir şeyi sevemez. O çocuğu zehirleyenler, cahil yetişmesine neden olanlar, bir oyun hamuru gibi yoğurup hiçbir şekil vermeyenler değişmediği sürece hiçbir şey değişmeyecek. Fakat dilerim bizim mahallemiz değişir. Dilerim ben kendi mahallemde demokrasi tartışmak zorunda kalmam. Çünkü diğer türlüsü toplum olmak değil; kabile kalmak olur.

SEVGİSİZLİK ÖLDÜR MÜ?

Bu hafta bitmeden kişisel tarihime not düşeyim istedim. Bir intihar haberi okudum, 15 yaşındaki Fevzi kendini öldürdü. Ölümünden önce çektiği videoda, “Babam hakkını helal etsin ve onu sevdiğimi bilsin. Hiçbir zaman babam beni öpmedi. Ben onu öpmedim. Böyle bir fırsatım olmadığı için çok şansızım” diyor. Bu cümle içime mıh gibi oturdu. Sevgisizlik öldürür müydü? Evet öldürürdü. Bu toplumda sevilmemiş, okşanmamış, desteklenmemiş öyle çok çocuk var ki, ölmüyorlarsa bile yaşamıyorlar da. Üstelik anne babanın sevmediği biri de hayatı boyunca inanmıyor sevildiğine; kim onu ne kadar sevmiş olursa olsun. Yüzyıllardır süren bu kodlar, günümüze miras bırakılan travmalar çözülmedikçe bir arpa boyu yol gidemeyiz. Fevzi’nin intihar haberinden sonra tramvayda çekildiği iddia eden bir görüntü düştü önüme. Yoksul olduğu her halinden belli olan bir baba, evladına öyle bir sarılıyordu ki.

İşte o sarılma tüm parasızlığı, yoksullu ve yoksunluğu yener. Sevgisizlik nasıl öldürürse insanı sevgi de bir o kadar yaşatır işte. Önce kendimizi sonra birbirimizi çok sevebildiğimiz ve bunları fütursuzca gösterebileceğimiz günlere…