Sayım Çınar, Zeki Alasya’nın hayat arkadaşı Jülide Alasya ile Berlin’de özel bir röportaj gerçekleştirdi. Zeki Alasya’yı daha yakından tanıdığımız bu röportajda Jülide Alasya, Zeki Alasya ile yaşadığı özel anları tüm içtenliğiyle anlatırken, onunla nasıl mutlu olduğunu ve onu nasıl özlediğini dile getirdi.
Sayım ÇINAR / [email protected]
Fotoğraflar: Mehmet Erduğan
'Her şeyden önce Zeki Alasya ile bir hayatı paylaşmak önemli ve çok güzel bir şey'
Jülide, ben senin fazla röportaj vermediğini görüyorum. Konu Zeki Alasya olunca herkes seninle konuşmak istiyordur mutlaka. Zeki Alasya konusunda iç dünyanda yaşayan biri değilsin. Özellikle bu röportajımı kabul ettiğin için teşekkür ederim.
Öncelikle şunu sormak istiyorum, Zeki Alasya gibi iyi sanatçılar varlıklarını hep sürdürüyorlar. Zeki Alasya’nın ölümü demeyeceğim ama aradan geçen 4 yıl boyunca sen Zeki Alasya’nın anılarıyla, filmleriyle yaşıyorsun… Zeki Alasya’nın vefatından sonra hayatında neler değişti? Sen onun için neler yapıyorsun?
Öncelikle ben de çok teşekkür ederim, bu özel konuları konuşacağımız için. Evet, Zeki ile yaşadığım ilişkide ben çok fazla kamera önünde bulunmayı tercih etmedim. İşin magazinsel tarafında bulunmayı istemedim. Her şeyden önce Zeki Alasya ile bir hayatı paylaşmak çok önemli ve çok güzel bir şey. Hala da onunla çok güzel şeyler paylaştığımı düşünüyorum ben. Evet dediğin gibi Zeki Alasya gibi iyi sanatçılar ölmüyorlar. Arkasından da çok paylaşıldı zaten. Kendisinin de bu dünyadan göçmeden önce söylediği bir cümle var: “işini iyi yapan insanlar ölmezler, bıraktıkları eserlerle yaşamaya devam ederler” demişti. “Kim söyleyebilir ki benim öldüğümü, Barış Manço’nun öldüğünü” vb. röportajlarında hep iyi sanatçının önemini vurgulardı. Şimdi tabii okuduğum zaman daha çok anlam veriyorum o söylediklerine. Gerçekten de öyle, hiçbir zaman ölmeyecek değerler…
'Sonra o da bana döndü, gülümsedi ve biz o anda aşık olduk birbirimize'
Evet, iyi sanatçılar felsefeyle yoğrulan, kendilerine göre hayatın anlamını bulabilmiş sanatçılar kendi ölümlerini de hazırlıyorlar. Her ölüm erken ölümdür demişti Cemal Süreya. Onun filmleri sürekli gösteriliyor. Zeki Alasya’nın oyunculuğunda, temel özelliğinde çok masum, çocuksu bir taraf vardı. Seni de bu özelliğinden kaynaklı mı kalbinden vurdu? (gülüşmeler)
Evet, aynen öyle. Kalbimden vurdu. Bizim tanışma hikayemiz, birbirimize aşık olma hikayemiz de öyle zaten. Çok duygusal ve derin bir zamanda birbirimize aşık olduk. Ben Melih Kibar’ın asistanlığını yaptığım dönemde Zeki, kızının bir ses kaydını göndermişti Melih Bey’e ama kızı olduğunu söylemeden gönderdi. Yani “sana bir ses göndereceğim bir bak bakalım olur mu, olmaz mı ne düşünüyorsun?” diye sormuş. Melih Bey çok beğenmişti Zeynep’in sesini. Zeki’yi arayıp “ya üstat çok güzel bir ses, bu kimse onunla çalışmak isterim.” demiş. İşte o zaman söyledi: “O benim kızım.” diye. Hiçbir zaman ismini kullanan biri değildi. Dolayısıyla Zeynep bugün neredeyse eğer kendi emekleriyle, kendi tırnaklarıyla gelmiştir. Zeki’nin bu tarafını da gıpta ederim, doğrularım. İşte Zeynep, bir gün Melih Kibar’ın stüdyosunda çalışmaya başladı. Zeynep’e albüm yapmaya karar verdik. Albümdeki şarkıları dinlemek için Zeki stüdyoya gelmişti ve biz o gün tanıştık. Bir kalorifer peteğinin üstünde kızını dinlerken ben de onun yanındaydım. Birlikte dinliyorduk… Bir an bir bakışını yakaladım Zeki’nin Zeynep’e, bir gururla, onurla karışık yoğun bir bakıştı. Gözleri dolu dolu dinliyordu ve bu durumdan etkilendim. Hani olur ya anlık, omzuna dokunursun insanın öyle bir histi. Sonra o da bana döndü, gülümsedi ve biz o anda aşık olduk birbirimize aslında. Zeki’nin kızı Zeynep’in şarkısıyla birbirimize aşık olduk. Şarkının adı: “Uçurtma” bu arada.
'Ben ondan razıyım, Allah da ondan razı olsun'
Sen Zeki Alasya ile var olan bir isim değilsin. Daha çok geride durmayı tercih eden bir insansın. Diğer eşlerine baktığımızda daha farklı durumlar söz konusuydu. Sanırım Zeki Alasya sende bütün aşklarını temize çekti değil mi? (gülüşmeler)
Onu bilemiyorum… (gülüşmeler) Keşke onu kendisine sorabilseydik ama ben onun bir röportajında “Jülide benim için huzurlu bir liman” dediğini okumuştum. Ne güzel, ona huzurlu bir liman olabildiysem. Çünkü o da bana çok şey oldu. Ben çok mutlu bir birliktelik geçirdim onunla. Hep aynı şeyi söyledim: ben ondan razıyım, Allah da ondan razı olsun.
Bu arada Zeki Alasya’nın eşyaları, kostümleri, plakları, CD’leri Koç Müzesi’nde sergileniyor değil mi? Biraz da bundan bahsedelim.
Şimdi şöyle, biz böyle durumlarda Zeynep ile ortak kararlar aldık. Zeki’nin bazı kılık kıyafetini yardım kuruluşlarına bağışladık. Ama kostüm vb. şeyler Deve Kuşu’nun bir deposu var, orada saklanıyor. Bir kısım Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılan Eskişehir Balmumu Müzesi için kendi balmumu üzerine işlenmiş iki kıyafetini verdik. Bizim evimizde Zeki’nin hobisi olarak adlandıracağımız maddi manevi önemi büyük iki koleksiyonu vardı. Birincisi: Tren Dioraması. Zeki trenlere aşık bir adamdı. Evimizin bir odasını Tren Dioraması yapmıştık. İkincisi: Buda koleksiyonu… Herhalde dünyadaki tek ve büyük Buda koleksiyonudur. Bu ikisi için de sağ olsun Rahmi Koç Bey önayak oldu. Buda Koleksiyonu Ankara’da Çengelhan’da sergileniyor. Büyük Tren Dioraması da çok güzel bir açılışla Rahmi Koç müzesinde sergilendi. Zeki “hobilerine eğer eşini dahil etmezsen, gelecekte o hobiyi benden çaldığın bir vakit gibi görür ve karşı tarafı kıskançlığa itebilir.” demişti. “Bana harcayacağın vakti gidiyorsun hobilerine harcıyorsun” olayı yaşanmasın diye her şeyi beraber yaptık. Elimizin emeği, gözümüzün nuru bir hobiyi her gün Koç Müze’sine girip görün insanlar “ya ne kadar güzel bir şey” diyorlarsa eminim ki Zeki’nin ruhuna her defasında bir selam gidiyor.
Peki, sen de sinemaya Zeki Alasya ile birlikte yaklaşmış bir insansın. Zeki Alasya’dan sinemayla ilgili en çok neler hayatına geçti?
Ben daha önce televizyon programlarında prodüksiyon asistanlığı yapmıştım. Zeki sayesinde bir filmde (Cumhurbaşkanı Öteki Türkiye’de) Zeki’nin asistanlığını yaptım. Biz Zeki ile birlikte iyi bir sinema izleyicisiydik. Zeki ile birlikte izlediğimiz filmlerde mesleki deformasyonun getirdiği işte kamera açıları, planları, işin teknik boyutunu görmezden gelip sade bir seyirci gibi izlerdik.
Son dönemlerde Zeki Alasya ile Metin Akpınar sanki farklı iki insanmış gibi görünüyordu. Peki, sen Zeki – Metin dostluğunu nasıl değerlendiriyorsun?
Bazı özel dostluklar vardır. Sürekli beraber değilsindir ama birleştiğin zaman aynı yerden devam edersin, hiç ara vermemişsin gibi. Onların ilişkisi de öyle bir ilişkiydi. Sürekli beraber değillerdi ama görüştüğümüz zamanlarda o kemikleşmiş dostluk, o samimiyet kendini gösterirdi. Birbirlerini tamamlamışlar diye düşünüyorum ve hep öyle de devam etti gördüğüm kadarıyla.
Sen onları nasıl bir ikili olarak görüyordun?
Ben çocukken, tabii bizim kuşağın da olduğu gibi çok sevdiğim bir ikiliydi onlar. Benim yaşımın, aklımın başına geldiği zamanlardan itibaren tiyatroya düşkünlüğüm ailem sayesinde de artmıştı. Benim sahneden ilk gördüğüm ikili Zeki Alasya – Metin Akpınar ikilisidir. Döneminde bütün oyunlarını canlı olarak seyredebilmiş o şanslı kuşaktanım. Babam oyunlarını duyar duymaz önceden bilet sırasına girip bizi onların oyunlarına götürürdü.
'O ruhen benden hep genç oldu'
Sizin Zeki Alasya ile aranızda bir kuşak farkı da var. Ama tabii ki bazen sevginin yaşı olmuyor. Yaşadığınız mutlu anlar daha çok ön planda duruyor. Bu durum medyada da konu oluyor. Sence Türkiye bu tür yeniliklere açık mı değil mi? Evliliğiniz dışarıdan nasıl bir tepkiyle karşılanmıştı?
Biz öncelikle medyatik bir çift olmadığımız için evlenene kadar zaten çok fazla duyulmadı. Evlendikten sonra bizim bir nikah fotoğrafımız düştü medyaya ilk o zaman duyuldu. İlk zamanlar “Zeki Alasya kızı yaşında biriyle evlendi” gibi büyük başlıklar atıldı ama her ilişkinin dinamiği içeride çok farklı. O evde neler yaşandığını o kişiler haricinde hiç kimse bilemez. Bu çok enteresan bir şey, ben Zeki’den kafaca daha büyüğüm aslında. O ruhen benden hep genç oldu. Ben çocukluğumda da öyleydim daha olgun, daha bir yaşlı kafada biriydim. Fakat Zeki öyle değildi. Zeki, hep o içindeki çocuğu yansıtırdı.
Onun filmlerine baktığında seni daha çok etkileyen filmler var mı?
Bir kere o duygusal komedi ya da romantik komedi artık o zamanlar bu tarza ne diyorlardı bilmiyorum Ertem Eğilmez sineması dönemi… O filmleri her seyrettiğimde kanal değiştiremediğim, her seferinde çok güldüğüm, ağladığım Mavi Boncuk mesela, benim bir numaralı filmimdir. Zeki’nin de ilk yönetmenlik yaptığı film Aslan Bacanak onun özeliydi. O filme ayrı bir aşkla bağlıydı. Bir de Her Gönülde Bir Aslan Yatar filmi daha var. Orada da o kadar insanın gönül telini titreten bir oyunculuğu var ki Zeki’nin ağlamadan seyrede bildiğim hiçbir filmi yok. Her defasında o çocuğu görüyorum…
Peki her filmde ağlamak filmin iyi olduğu anlamına mı geliyor sence?
Hayır, Zeki’yi tanıdığım için, gerçek Zeki’yi görüyorum bazen. Onun için ağlıyorum.
Zeki Alasya’ya karakter sinemasından baktığımızda tarzından farklı karakterlerde oynamış bir oyunculuk anlayışı yok. Komedi anlayışı farklı olan bir oyuncuydu. Daha çok çocuksu ve masum taraflarıyla öne çıkan bir oyunculuk anlayışı vardı. Tabii bir de dönem sineması… Peki sen o dönemin Yeşilçam’ına nasıl bakıyorsun?
Bir kere çok büyük zorluklarla iş yapmışlar. Bundan kaynaklı çok büyük bir saygı duyuyorum onlara. Yani günümüz teknolojisinden uzak imkanlara baktığım zaman çok zor bir şey başarmışlar. Eski sanatçılara ben yeteri kadar değerin verilmediğini düşünüyorum. Kimse üzerine alınmasın ama daha iki günlük diye tabir edeceğim oyuncuların çıkıp da bir şeylerle ortalıkta dolanırken orada işte bilmem kaç senelik bir sanatçının aynı ağırbaşlılıkla hayatını devam ettirmesi biraz düşündürücü…
Şimdi yeni dönem oyunculuklara baktığımızda kısa sürede edinilmiş bir şöhret var. Bir anda yanıp, bir anda sönen bir popüler kültür çıkmazı var. Bu sebeple oyuncunun varlığıyla yokluğunu anlayamıyoruz. Her şey çok hızlı gelişiyor… Süreklilik açısından bir oyuncunun/sanatçının uzun zamanlar boyunca var olmasının da sanıyorum gerekli formülleri vardır. Zeki Alasya’da bu formülü iyi tutturan sanatçılardan. Sen bu formülü görmüşsündür.
Formülü şu, Zeki Alasya'nın ağzından söyleyeceğim bu formülü; her şey olabilirsin. İyi bir sanatçı olabilirsin ama iyi bir insan olmak her şeyden önemlisi. Bu iyilik kavramı Zeki’ye çok işlemişti. Çok paylaşımcı bir insandı. Egosuz bir insandı. Keşke onun bu formülünü hayata geçirebilsek hepimiz.
Peki, Zeki Alasya ideolojik olarak daha demokrat, daha solda yer alan ve her zaman doğrunun peşinde olan bir sanatçı oldu. Onun siyasi görüşü senin hayatını etkiledi mi?
Hayır, muhtemelen aynı pencereden bakmışız hayata. Zaten çok farklı düşüncelerde olsaydık, hem bu kadar güzel anlaşamazdık, hem de bir hayatı paylaşamazdık. Evet o biraz sivriydi, ben onun kadar sivri değilim, olamam. Ama bu durum ona yakışan bir şey. Zeki Alasya tabii ki konuşacak diyorsun bir süre sonra. Evet sivri bir adamdı, seven çok severdi. Sevmeyen de sevmezdi ama bence Zeki’yi tanımayan insanlar için onu tanımamak büyük bir kayıptı.
Zeki Alasya kütüphanesine baktığında daha çok neler okurdu?
Öncelikle çok fazla Atatürk kitapları vardı. Aziz Nesin’i çok severdi. Hasan Pulur… Nâzım Hikmet’in şiirlerini ezbere bilir ve o şiirleri ezbere okurdu. Çok da güzel şiir yazardı. İşte o sanatçı ruhu on parmağında on marifet derler ya Zeki’nin de on parmağında yirmi marifet vardı, öyle bir insandı. Kütüphanemizde dediğim gibi her türlü kitap vardı. Ezoterik kitaplar da vardı. Okumaya aç bir adamdı. Ne bulsa okurdu. Bu konuda kendisini çok geliştirmişti. Bu yönüyle de örnek alınacak, saygı duyulacak bir insandı.
'Onu tanımayan kuşaklara anlatmak istiyorum'
Zeki Alasya ile ilgili yeni bir kitap hazırlanıyor… Bir ajans olarak takip ettiğim bir konu. Bu kitabın hazırlanışı sizi heyecanlandırıyor mu?
Çok heyecan duyuyorum… Evet şu anda yazılıyor… Belgin Karabulut yazıyor. Aslında seninle ilk adımımızı attık. Yine bir Alman şehrinde Frankfurt Film Festivali’nde tanıştık seninle. Orada da anlatıyordum işte hep Zeki ile ilgili bir şeyler yapmak istediğimi. Onu tanımayan kuşaklara tanıtmak, bu kadar içini bilmeyen insanlara doğrusunu göstermeyi hep istiyordum. O zaten kendi kendini yaşatıyor, bana ihtiyacı yok ama yine de o kuşaklara bir faydam dokunursa ne mutlu bana. Dolayısıyla işte seninle tanıştık ve üstünden 2 sene geçti belki bu fikir olgunlaşana kadar ara ara hep seninle konuştuk, nasıl yaparız, ne ederiz vs. diye. Sonra işte senin sayende tanıdığımız Mübadele Günlerinde Aşk’ın yazarı Belgin Karabulut ile oturduk konuştuk. Şimdi Zeki’yi tanıyan bir dolu insanla, kardeşleriyle, ilk eşiyle, torunuyla, hayatının her alanından kişilerle Zeki’yi konuştuk. Henüz yazılı bir şey görmedim, şimdi kitap nasıl gidiyor bilmiyorum. Ben de çok heyecanlıyım. Sadece çok güzel olmasını umuyorum. Zeki’nin adına uygun olabilmesi için elimden geleni yapıyorum. Umuyorum doğru yoldayımdır.
Peki, Zeki Alasya’nın ciddi bir geçmişi var. Sen o geçmişi merak etmişsindir zaten. Hani diğer evlilikleri, diğer özel hayatı vs. Sonuçta ciddi bir magazin figürüydü Zeki Alasya. Bütün bunlardan sıyrılıp yeni bir hayat kurmak sende ne gibi duygulara yol açtı? Çünkü sonuçta sen de hayatında ilk kez evlenmiş ve bu ilk evliliği Zeki Alasya ile başarmış bir insansın. Bu karar senin hayatında ne gibi değişikliklere yol açtı?
Nasıl bir değişiklik derken, ben de pek farkında değilim ama bir kere Zeki çok açık bir adamdı. Hani geçmişiyle ilgili de her daim konuşan, benden de etrafından da hiçbir şeyi saklamayan bir adam olduğu için ben evlendiğimde zaten biz bütün bunları konuşup anlaşmış ve çözmüş bir çifttik.
O zaman Zeki Alasya’ya Berlin’den sevgilerimizi gönderiyoruz.
Evet, o her zaman yanımızda, kalbimizde yaşıyor…