Göbeklitepe Muhafızı 9. Baskısını yaptı. Bu yıl aynı zamanda Türkiye’de Göbeklitepe yılıydı. Sizce geçmiş dönemlere göre bu konuya ilgi arttı mı?
Göbeklitepe gerçek bir “insanlık mirası” ve her geçen gün daha çok tanınıyor. 2018'de Göbeklitepe Unesco'nun kültürel kalıcı mirasına alındı. 2019 yılı ise Türkiye’de Göbeklitepe yılı ilan edildi. Bu yıl Türkiye adına yazar olarak davetlisi olduğum Frankfurt Kitap Fuarı’nda ana tema Göbeklitepe’ydi. Yurt içinde ve dışında Göbeklitepe tanıtımı için bir çok etkinlik gerçekleştirildi, yeni roman ve kurgu dışı kitap yayınlandı. Kısacası Göbeklitepe Muhafızı adlı romanımı yazdıktan sonra bölgeye dair gelişmeler epey hız kazandı. Yine Urfa’da bulunan Karahantepe kazısı heyecanımızı artırıyor.
Göbeklitepe neden bu kadar önemli?
Göbeklitepe çok eski ve yapıldığı dönemi için çok büyük. İnsanları kalabalıklar halinde bir araya getirmeyi başarmış bir alan. Küçük gruplar halinde yaşayan avcı topluluklar neden bir araya gelmiş ve muazzam bir çaba ile bu yapıları inşa etmiş anlamaya çalışıyoruz. İnşaatları örgütleyebilen, gelişmiş bir soyutlama yeteneği ile zengin semboller yaratan, taş ustaları yaratabilmiş bir topluluk var karşımızda. Göbeklitepe adeta insanlığın kültür evresine geçişinin sembolü.
Teknoloji çağına gelebilmek için sanayi devriminden geçtik. Ancak ondan da önce kültürel devrimi gerçekleştirmiştik. Göbeklitepe Taş Çağında yapılmış ve bugünkü toplumsal ve zihinsel yapıya taşıyan kavramların tohumları bu dönemde atılmış. Tarıma, üretime ve yerleşik hayata bu çağda geçtik ve ardından kentler, devletler, imparatorluklar ve karmaşık toplumsal kurumlar geldi. Anadolu Taş Çağında yaşanan gelişmeler ile tüm dünya tarihi için kültürel evrenin kalbinde duruyor. Bunu tescilleyen buluntulardan belki de en önemlisi Göbeklitepe.
Türkiye’de Göbeklitepe’de geçen ilk romanı yazdınız. Bu anlamda yazar olarak rolünüzü nasıl görüyorsunuz?
Coğrafyalar benim romanlarımın baş kahramanı kadar merkezi bir konumda. Kahramanlarım gerçek sokaklarda yürüyor, gerçek binalarda oturuyor. O coğrafyanın tarihini maceranın akışında yaşatarak anlatıyorum. Romanlarım günümüzde geçiyor ve son bilimsel gelişmeler ile tarih arasında bağ kuruyor. Tarsus’ta geçen Yedi Uyananlar adlı romanımdaki antik Mitra dini de ilk kez bir romana konu oldu ve genetik bilimi ile örülü bir macera. Bir açıdan kültür ve bilim tercümanlığı yapıyorum. Anadolu coğrafyasındaki eşsiz hazinelerin etrafında hikayeler örüyorum. Göbeklitepe, Milas, Tarsus ve şimdi de İstanbul. Okuyucularım bu coğrafyaları seyahat planlarına aldıklarını söylüyorlar. Gidenler de kitapları ile gezdikleri yerlerden resim yolluyorlar.
Göbeklitepe'nin hikayesi son derece ilginç. Son romanınız Yedi Uyananlar da Tarsus’ta geçen bir macera romanı. Dan Brown'un Da Vinci Şifresi gibi yarı gerçek yarı kurgu, tarihsel ve mekansal gerçekleri içeren polisiye romanlar tüm dünyada çok okunuyor. Sizce bunun nedeni ne?
Merak ve heyecan çok kuvvetli duygular. Aşk, hüzün ve hayal kırıklığı gibi yoğun duygular aslında. Macera, şifreler, kovalamaca hepimizin oyun oynamayı seven çocuksu tarafına dokunuyor. Kahramanlar karşılarına çıkan engelleri aştıkça hayatımızdaki engelleri aşmış gibi rahatlıyor, ümitleniyoruz. Arkeoloji, macera ve heyecanı nakış gibi işleyebildiğimiz mükemmel bir kumaş. Özellikle bu coğrafyanın insanı için arkeoloji ve eski kültürler günlük yaşamının bir parçası. Bu ülkede içinde sütunlar, amforalar olan denizlerde yüzüyoruz. Tarihi surların dibindeki banklarda oturuyor, günü yaşarken geçmişin soluğunu hissediyoruz. Bu yüzden bu tür romanlara ilgi gerçekten büyük. Ancak çok araştırma gerektiren bir tür olduğu için talep kadar çok eser çıkmayabiliyor.
Yeni romanınız İstanbul’da geçiyor. Yine bir tarihi macera mı geliyor?
Evet, romanlarım günümüzde geçiyor ancak geçmişle örülü sırlar barındırıyor. Bir buçuk yıldır araştırma yapıyorum ve şu an yazıyorum. Bu kez İstanbul’da tarihi yarımadadayız.