1948 yılından 2023'e, tam 75 yıllık bir hikaye... Türkiye'nin en keskin ve kuvvetli yazarlarından Sabahattin Ali'yi yine ülkenin önemli gazetecilerinden Gökçer Tahincioğlu yazdı. "Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm" adlı kitap her ne kadar roman türünde olsa da aslında bir cinayetin anatomisi. Üstelik katili hepimiz biliyoruz. Fakat Tahincioğlu asıl katillerin ismini de veriyor kitabında. Ve Sabahattin Ali hakkında daha önce kimsenin ulaşamadığı belgeleri de yayınladı kitabında...
Gazeteci Gökçer Tahincioğlu hem kendine hem kitabına dair MedyaTava'nın sorularını yanıtladı.
Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm, Kiraz Ağacı ve Mühür’den sonraki üçüncü romanınız. Daha önceki kitaplarınız Türkiye’nin yakın tarihine dair belgesel niteliğinde kitaplardı. Roman yazmaya nasıl karar verdiniz?
Aslında benim için yolun başında gazetecilik edebiyat için bir araçtı. Henüz çok küçük yaşlarda, okuduğum romanların yazarlarının gazetecilikten geldiğini fark ettiğimde, o zamanki aklımla, roman yazabilmek için önce gazetecilik yapmam gerektiğini düşünmüş, bütünüyle yönümü mesleğe çevirmiştim. Ve elbette gazetecilik geçen zamanda bütün hayatım oldu. Ancak edebiyat benim için “günü geldiğinde bir de bunu deneyeyim” diye baktığım bir alan değildi. Hep yanımdaydı. Gazeteciliği sürdürürken, bir yandan taslaklar yazıyor, tekniklere çalışıyor, kendimi hazırlamaya gayret ediyordum.
Hazır hissettiğimde ilk roman Mühür’le bu alana adım attım. Gazetecilikten edebiyata geçiş biraz daha zordur. Bunun bir sebebi gazetecilik yaparken yazma biçimlerinin bambaşka olması… Ancak bir nedeni de edebi eserler veren gazetecilere biraz önyargı ile bakılması. Bir başka meslekten gelenlere yönelik bulunmayan bu önyargının kırılması için daha çok çalışmak gerekiyordu. Ben de bunu yapmaya gayret ettim. Roman, edebiyat benim için içine yeni girdiğim bir dünya değil. Benim dünyam zaten bundan ibaretti. Üretimle o dünyaya küçük katkılar sunmaya çalışmak yeni olan.
Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm adlı kitabı yazmak tam anlamıyla kaç yıl sürdü?
Romanın yazımı ne kadar sürdü diye soruluyorsa, toplamda 13-14 ayı buldu. Ancak yorucu bir romandan söz ediyoruz. Öncelikle bilgi ve belgelerin bulunması süreci var. Başlangıcı buradan alırsak, 8-9 yıllık bir süreç. Belge ve bilgilerin araştırılması kitabın yazımı tamamlanana kadar devam etti. Yazıma başlamadan önce okunması gereken Sabahattin Ali külliyatı ve Sabahattin Ali ile cinayet hakkında yazılan onlarca kitap da vardı. Bu anlamda 8-9 yıl boyunca üzerine çalışılmış bir roman olduğunu söyleyebilirim.
Sabahattin Ali hakkında onlarca kitap, yüzlerce yazı var. Neden kimse sizin ulaştığınız belgelere, bilgilere ulaşamamış olabilir? Bunlara ulaşmak sizin için nasıl bir yolculuktu?
Başka yazar ve araştırmacılar da başka kıymetli belge ve bilgilere ulaştılar geçmişte. Bu öylesine bir cinayet ki üzerine konula konula ilerlemeden bir yere varmak mümkün değil. Öylesine gizlenmiş, öylesine üzeri örtülmüş bir cinayetten söz ediyoruz. Benim için de Sabahattin Ali’nin nefes aldığı hemen her yere gittiğim, belge ve bilgileri kimi zaman kaynağından bulduğum, kimi zaman gazeteci dostlarımın, kimi zaman haber kaynaklarımın araştırmalarıyla bulabildiğim, uzun bir yolculuktu. Ve sadece belge ve bilgileri bulmak değil. Bunları süzmek, eski belge ve bilgilerden hareket ederek anlamlarını ortaya koyabilmek de güçtü. Yolculuğun önemli bir bölümünü de bu oluşturdu.
Neden belgeleri haber yapmak değil, neden bir anı kitabı yazmak değil de roman olarak değerlendirdiniz? Bu bir anlamda sizin hayatınızdan da kesitler bulabileceğimiz bir kitap mı? Çünkü anlatıcının siz olduğunu düşündüm. Ve elbette birebir olmasa da ablanızın hikayesi de geçiyor. Bu kitap bana Sabahattin Ali’yi anlatmak kadar Gökçer Tahincioğlu’nun geçmişine ve içine yolculuk yapmak gibi de geldi…
Birincisi edebiyat yolculuğunu sürdürme isteği… İkincisi dünya edebiyatında da örnekleri görülen bir tekniği, gerçekle kurguyu birleştirerek yeni bir üst kurgu yaratma tekniğini uygulayabilmek… Üçüncüsü de her şeyin hızla tüketildiği, haberlerin hemen unutulduğu bir atmosferde, Sabahattin Ali gibi bir ismi edebiyatla anlatarak, meseleyi edebiyatın kalıcılığına bırakmak arzusu…
Bu tekniğin şaşırtıcı yanlarından biri de anlatıcı ile yazarın özdeşleştirilmesi… Benim romanımda elbette belki yaşadığım kaybın daha önceden de bilinmesinin etkisiyle bu özdeşleştirme daha güçlü biçimde hissedilmiş olabilir. Ancak anlatılan ablamın hikayesi değil. Aslında kadınların, ablam gibi yaşamı elinden çalınmış binlerce kadının hikayesi. Buradan çıkan bir kurgu. Yoksa romandaki kadınla ablamın hikayesinin ve yaşamının hiçbir benzer tarafı yok… Ben romandaki kadını, bütün kadınları, hayatları çalınmış, çalınmak istenmiş bütün kadınları düşünerek kurgulamaya çalıştım. Bu anlamda elbette içimdekileri de aktardım romana. Elbette ki insan günün sonunda yaşadıklarıyla var ve bu da romana sinmiştir. Ve kurguyu yaratan da yazar… Ancak romandaki yazar da kadın da bütünüyle kurgusal karakterler…
FAİLİ BELLİ CİNAYETLER
Sabahattin Ali, Uğur Mumcu, Hrant Dink en son Tahir Elçi cinayetleri bana hep Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanını anımsatıyor. O dönemin yaşayanları bu cinayetlerin geleceğini biliyordu, kimseyi de şaşırtmayan cinayetler bunlar. Buna karşın sizi bu araştırma yolculuğu içinde şaşırtan bir durum yaşandı mı?
Faili belli cinayetlerden söz ediyoruz. Önce hedefe konulan ve sonra da öldürülen isimlerden. Bir sistemle, plan dahilinde, herkesin gözü önünde öldürülen isimler. Bu yönüyle elbette şaşırtıcı değil. Ancak ölümün, böylesine bir ölümün kendisi yine de şaşırtıcı. Yolculukta neyi aradığımı biliyordum ama ne kadarını bulabileceğimi elbette bilmiyordum. Beni şaşırtan yine Sabahattin Ali ve sürprizlerle dolu kişiliği oldu sanırım. Bulduğum her belgede de yazdıklarını ve hayatını gördüm. Ve bir de çok enteresan insanlarla tanışmak, onlardan çok enteresan bilgiler almak söz konusuydu. Romanda yer almayan, benim için de ders niteliğinde bilgiler…
Kitapla ilgili geri dönüşleri soracağım. Nasıl tepkiler aldınız?
Elbette, özellikle, “neden gazetecilik, araştırma kitabı yazmadınız?” sorusunu ısrarlı biçimde yöneltenler, aldıkları yanıtla yetinmeyenler oldu. Bunun geleceğini de biliyordum. Yıllardır bu konuyu araştıran, bu konunun içinde kaybolmuş, yeni bir belge-bilgi de bulamamış kimi insanların garip sorularıyla da karşılaştım. Romanın tartışmaya açık olduğunu biliyordum. Ancak okuyanların çok büyük bir bölümünün yapmak istediğimi anlaması benim için büyük bir mutluluk kaynağı oldu.
"DEMEK Kİ BELGELERİ YETERİNCE GÖMMEMİŞİZ..."
Bu kitaptan sonra Sabahattin Ali dosyası yeniden açılır mı?
Böyle bir beklentim yok. Dosyanın açılması bir devlet kararıyla, tavrıyla olur. Türkiye’nin içinden geçtiği durumda bunu beklemek de hayalcilik olur. Aksine, “demek ki belgeleri yeterince gömmemişiz” diyerek düşünmeleri, tersine bir hareket tarzı izlemeleri mümkün.
Biliyorum ki aynı anda 10 şeyi düşünebilen bir insansınız. Yazımına şimdiden başlamış bile olabilirsiniz. Tam da bu nedenle bir sonraki kitap ne zaman çıkacak, ne anlatacak, okuyucu ne ile karşılaşacak?
Bir tarih yok ancak ancak iskeleti oluşmuş bir düşünce var. Mühür, Kiraz Ağacı ve Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm romanları, konuları, kahramanları farklı olsa da aynı kaynaktan beslenen romanlardı. Artık biraz bugüne gelmek, masalları anımsatmak, masalların nasıl unutulduğunu göstermek ve zor sorular sormak üzerine çalışmak istiyorum. Farklı bir teknikle, farklı bir hikaye anlatmak niyetindeyim. Ama yolun henüz başındayız…
Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm
Gökçer Tahincioğlu
İletişim Yayınları