Radikal'in en tanınmış yazarlarından biriyken Ağustos 2012'de yazısı üzerine çıkan anlaşmazlık nedeniyle gazete ile yollarını ayıran Yıldırım Türker, yeniden okurla buluştu.
Ne zaman yazacağı merakla beklenen Türker bugün Birgün'deki ilk yazısı ile köşe yazarlığına döndü.
Türker, Radikal'den ayrıldıktan sonra 'Kayıp Şehir' dizisi ile televizyon dünyasına geçmişti. Türker dizinin senaryo ekibinin başında bulunuyor.
Türker bundan böyle her hafta perşembe köşe yazılarıyla Birgün'de olacak.
İşte, Türker'in ilk yazısı:
Çocuklar helalleşmez
Keje Bemal, bir Rehabilitasyon Merkezi’nde karşılaştığı 13 yaşındaki Sibel’e soruyor.
“-Kürdçe konuşmayı biliyor musun?
-Hayır. Kürdçe pis bir dildir!
-Kürdçe neden pis bir dildir Sibel?
....
-Yani mesela okulda konuşunca arkadaşlarınız sizinle konuşmuyor.
Sizi öğretmene söylüyorlar. Herkes bizimle dalga geçiyor. Neden
öğrenmemişsiniz Türkçeyi diyorlar. Arkadaşlarım benimle dalga
geçtiği için bende artık istemiyorum Kürdçeyi. Pis bir dil!
-Peki annen baban Kürdçe mi konuşuyor evde?
-Evet.
-Sen eve gittiğinde annenle Kürdçe mi konuşuyorsun?
-Şey Hocam ben artık asla Kürdçe konuşmak istemiyorum! Pis ve kötü
bir şey. Kürdçe konuştum diye bana “deli” diyip buraya
gönderdiler.
-Peki annen Kürdçe konuştuğu için sence deli mi? Pis bir kadın
mı?
-Yok Hocam ama şey… Evde konuşuyor o. Okulda Kürdçe konuşursan pis!
Onun için ben konuşmak istemiyorum.”
Bemal, içine kurt düşmüş araştırmacılardan. İstanbul’un
varoşlarındaki rehabilitasyon merkezlerini gezerek yöneticileriyle
ve çocuklarla konuşuyor. Uygarlık iddiasındaki dünyayı sarsacak bir
uygulamayı faş ediyor. Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarının derslere
adapte olamadıkları için rehabilitasyon merkezlerine
gönderildiğini, bu çocukların oralarda da kırmızı kurdele yerine
‘zeka geriliği’ raporuyla onurlandırıldığını öğrenmiş oluyoruz.
Milletvekili Levent Tüzel, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın
cevaplaması için TBMM Başkanlığı’na bir soru önergesi verdi. Tüzel,
“Bakanlık, öğrencilere yapılan tanımın ne olduğunu, bu merkezlerde
kaç çocuğun olduğunu belirlemeli. Bu konuda bir Meclis araştırma
komisyonunun açılmasına ihtiyaç var” diyor.
Helalleşmenin sağaltıcı kollarında barış rüyasına yatmış bir ülkede
başlanması gereken nokta, çocukların yürekleridir. İlk iş
çocukları okşayarak edilir barış yeminleri. Her 30 yılda bir insan
hayatlarından bilançolar çıkararak helalleşmeye oturmak
istemiyorsak yaralı çocukları kucaklayıp artık çocukların
yaralanmaması için seferber olmalıyız. Çocuklar, yaralarımızın
taşıyıcılarıdır. Anasının konuştuğu dilden korkan çocukların
kuracağı barış kalıcı olmaz.
***
Utanmazlıkta sınır tanımayan gazeteciler
(ustg)
Gürleyerek, esip savurarak, kasıp kavurarak geliyorlar. Bir çığ
gibi büyüyorlar. Ama içlerinden biri, gerçekten de rakiplerine fark
atıyor. Kendisi, üstelik bir zamanlar okur temsilcisi olarak görev
yapmış ve o zamanlar besbelli susuzluğundan otlayamamış bir USTG.
Hasan Cemal’i işten çıkarmış bir zat. Zamanımızın ruh gibi
kahramanı. Basın tarihine de bu rütbeyle geçeceğini biliyor
olmalı.
Helalleşme arsızı olmuş bir camiadır, necip Türk basını. Birbirinin
kuyusunu kazan, birbirini ihbar eden, evini bastıran, işinden
ettiren, kara çalan güç budalaları bir arada, kol kola, geçici
ittifaklar halinde geçinir giderler. Bir yılda beş kere helalleşmiş
olanları vardır. Laçka olmuş şahsiyet yoksunları, kendi yedikleri
herzeleri de başkalarının herzelerini de unutuverirler.
Milliyet’in sonradan görme demokratı da bu laçkalığa güveniyor
besbelli. Pişkinlik yolunda çabalıyor, zamanın ruhuna yakarıyor ama
Özkök’ün sivilcesi olabilir ancak. Şu bölümü birlikte okuyalım.
Mantık burkulması, ahlak sürçmesi, dil zaafı ve benzeri hasarlara
bir bakalım:
“Hasan Ağabey’in yazamaz duruma düşürülmesinde ‘gazete yönetimini’
suçlayanlar, İmralı zabıtlarını yayımlayarak ‘editoryal
bağımsızlık’ ilkesine sonuna kadar sadık kaldığımızı nedense
unutuyorlar.
O haberi yayımlarken, ne gazetemizin sahibi Erdoğan Demirören’e ne
de Ankara’daki hükümet yetkililerine sordum. (Aferin.)
Hasan Cemal, salı günü yazılarına başlayacaktı.
Başbakan’a yanıt ve ‘medyadaki sermaye yapısını’ sorgulama
konusundaki ısrarı nedeniyle, yayımlamadım. Erdoğan’a yanıtını
zaten 2 Mart’ta vermiştik. Erdoğan Demirören’le ilgili tercihimizi
ise aylar öncesinde topluca yapmıştık. Kürt meselesinin çözüm
süreciyle medyada yüzyıllık kavram olan ‘sermaye yapısı’
tartışmasının herhalde zamanı değildi! (Bekçi Murtaza)
Yazıyı basmadığımdan sayın Demirören’in sonradan haberi oldu! (Peki
gözleri doldu mu?)
Hasan Cemal, o yazıda ısrarın gazeteyle ‘vedalaşmak’ olacağını
biliyordu. (Senin sonun olacağını da biliyordu muhtemelen)
Çünkü gazetecilikte mesleki etik kadar, gazeteci-yayıncı
ilişkilerini tanımlayan ‘iş etiği’ de geçerlidir.
Yayın yönetmeni olarak o ilkeyi gözetmek de görevimdir ve
Milliyet’in logosunda ‘Basında güven’ yazmaktadır.
Hasan Cemal her zaman sevgi ve saygıyla anacağımız meslek
ustamızdır.
Veda ve teşekkür yazısında belirttiğim gibi köşesi gelecekte de
kendisine açık olacaktır. (Hangi gelecekte?)”
Kendi geleceğini garanti altına almış olduğuna inanıyor. Gelecekte
de kapıyı ben tutacağım nasılsa, demiş oluyor.
Şahsen kendisiyle asla helalleşmeyeceğimi belirtmek istiyorum.
‘Helal olsun’ u nereden işitmişse oraya gitsin.
***
Bu Cumartesi 418. kez Galatasaray’dayız
90’lI yıllarda bu topraklarda egemen olan devlet terörü ana akım
medya tarafından perdelendi. Yakılan köyler, devletin
yurttaşlarını öldürmek için kurduğu çeteler, ölüm kuyuları,
toplu mezarlar, işkencede ölenler, infaz edilenler, gözaltına
alınarak kaybedilenler büyük medya için haber değeri taşımadı.
Sesi susturulanların sesi olmak, işlenen insanlık suçlarını teşhir
etmek için bir avuç gazeteci yaşamlarını ortaya koyarak
mesleklerini icra ettiler. Gerçeği topluma ulaştırma mücadelesi
verirken işkence gördüler, bombalandılar, infaz edildiler,
gözaltında kaybedildiler. O gazetecilerden biri de Özgür Gündem
Gazetesi’nin 19 yaşındaki Urfa muhabiri Nazım Babaoğlu’ydu. 12 Mart
1994 sabahında Anadolu Ajansı Muhabiri Murat Yoğunlu Özgür Gündem
Bürosu’na “Çok önemli bir haber var, bir muhabiriniz mutlaka
Siverek’e gelsin “ diye telefon etti. Bu telefon üzerine Siverek’e
giden Nazım orada gözaltına alınarak dönemin DYP Urfa Milletvekili
Korucubaşı Sedat Bucak’ın evine götürüldü ve kaybedildi.
Tüm yasal girişimler sonuçsuz kaldı. Hukuk işletilmedi. Anne
Makbule Babaoğlu, 19 yıldır, 19 yaşındaki oğlu Nazım’ı arıyor.
418. buluşmamızda “ Halkın hakikati öğrenme hakkını
savunurken kaybedilen Nazım Babaoğlu’nu unutmayacağız! Onu
aramaktan vazgeçmeyeceğiz!” diyeceğiz.
Sizi de hakikate sahip çıkmaya, mektubuyla aramıza katılacak
Makbule Babaoğlu’nun sesine ses katmaya çağırıyoruz.
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
Bilgi notu: 2011 yılında Erzurum E Tipi Cezaevi’nden Aydın Sevinç
isimli şahıs, JİTEM için çalıştığını ve JİTEM’in talimatı ile 1994
yılında Özgür Gündem gazetesi muhabiri Nazım Babaoğlu’nu
katlettiklerini itiraf eden bir mektubu Urfa Barosu’na gönderdiği
ortaya çıktı.
Dicle Haber Ajansı’nın (DİHA) ulaştığı mektupta, Sevinç, “1993
yılında 'Hırsızlık Çetesi' adı altında kendimizi tanıtarak JİTEM
için çalışıyorduk. O dönemde JİTEM'in talimatıyla Urfa nüfusuna
kayıtlı Nazım Babaoğlu isimli yurttaşı kaçırdık, infaz ettik,
cesedini de gömdük" diye yazıyor.
YILDIRIM TÜRKER