ŞİRİN SEVER / SABAH
Karikatüriste asla güvenmemek lazım!
Yeni Şafak gazetesine verdiği bir röportaj sonrası işinden oldu Tan Oral. Kendi gazetesinde yayımlandıktan sonra kullanılmak üzere verdiği karikatür, Yeni Şafak'ta "Bizim için çizildi" diye anonslanınca veto yedi. Aslında; röportajda söylediği "Başörtülü kızların yaptığı başkaldırı değil, baş eğmeme," sözleri yüzünden kovulduğu öne sürüldü. Oral, geçen haftaya damga vuran iddialara cevap verdi, karikatüristlikle ilgili ilginç açıklamalar yaptı ve çizerken neler hissettiğini anlattı..
- Karikatür hikâyeniz nasıl başladı?
- Durup dururken aklıma gelmiş değil tabii! Bir şeylere başlamak
genelde böyle olmuyor. Ancak şunları söyleyebilirim, çocukluk ve
öğrenim yıllarım çok dolaşarak geçti, baba mesleği gereği...
- Neydi mesleği?
- Askerdi. Saymıştım, 13 yıl tam 13 ayrı okulda okumuşum! Benim
için hayat, sevdiklerimden ayrılmak demekti. Hep birileriyle dost
olurdum, severdim, kısa süre sonra onlardan ayrılmak zorunda
kalırdım ve bunun hayatın bir parçası olduğunu zannederdim. O
yıllarda genç bir insan olarak dünyayı, ülkeyi, çevreyi, hayatı,
ölümü anlamaya çalışırsın, bütün bunların cevaplarıyla
şekillenirsin ama bu dolaşmaların içinde bu cevapları okulda
bulamıyordum. İyi öğrenci olamıyordum o yüzden! Tek kanallı bir
radyo da çocuk dünyamda fazla yer işgal etmiyordu. Geriye ne
kalıyor diye sordum kendime...
- Evet, geriye ne kalıyor?
- İki şeyin üzerimde çok etkili olduğunu fark ettim; aile ve
sinema! O günün imkânlarında elime geçen bütün parayla hiçbir filmi
kaçırmamaya çalıştığımı hatırlıyorum. Bir de bu uzun yıllar boyunca
nasıl olduysa o günün mizah dergileri bana ulaşabiliyordu.
- Yalnız bir çocuklukmuş sizinki. Ne buldunuz peki mizah
dergilerinde o yalnızlığınızın içinde?
- Buralarda karşılaştığım bilgiler bana çok samimi, hayatın içinden
geliyordu. Kuru ve didaktik değil, daha sıcak ve sevecen
bilgilerdi. İnandırıcılığı ve kabulü çok daha kolay şeylerdi.
Sonraki yıllarda karşı cinse karşı duyulan ilgi, o günün
koşullarında bu ilginin doyurulmasının imkânsıza yakın olduğu da
düşünülürse... Geriye, kişinin romantik bir duygu seli içinde ya
içine kapanması ya da masa başında bir şeyler yapması
gerekiyordu..
- Yani bu sevdalanma durumları sizi masa başına itti, öyle
mi?
- İnsanın iç dünyası böyle köpürürse bunu birisiyle paylaşmak
ihtiyacı duyar. Tabii en güzel paylaşılacak kişi o karşı cinstir
ama o zamanlar bu kolay olmadığı için, içini dökmek için kâğıtlar
çare oluyordu. Sonra kâğıt karalamaktan mutlu olduğumu fark
ettim.
- Neler çiziyordunuz?
- Tamamıyla soyut şeyler, yani düşünce ötesi bir iç dökme şeklinde
çizgilerdi. Kısa süre sonra karikatürvari şeyler çıkmaya
başladı.
- Bunu meslek haline getirmeniz için kaç yıl geçti?
- 10 sene!
- Neden bu kadar uzun sürdü?
- Hiçbir zaman kendim için bir meslek düşünmedim, bir meslek
hedeflemedim, hele de karikatür konusunda hiç plan yapmadım. Hâlâ
da öyledir. Hayatımda hiçbir yayın organına gidip, "Bu çizdiğimi
alır mısınız, çizdiğime bakar mısınız?" demedim. Tek istisna güzel
sanatlarda okurken Dolmuş adlı bir mizah dergisine gidip, üstelik
kıpkırmızı kesilerek, ter içinde kalarak çizgilerimi göstermekti,
cevrenin ısrarı üzerine. Turhan Selçuk elimdekilere baktı, birini
seçti ve o haftaki dergide yayımladı. 57-58 yılları falan...
- Ne eğitimi aldınız üniversitede?
- Mimarlık. Ama çok az yaptım bu mesleği. O yıllar Türkiye'de
siyasetin çok sıcak olduğu yıllar. Dolayısıyla kafanızı ve
hayatınızı işgal eden siyasi olaylardı. Benim çizgilerim de böyle
bir amaca dönüktü. Sergilerdeki işlerimi görenler, o zamanki işçi
ve sendika dergilerinde kullanmak üzere istemeye başladı. Büyük bir
memnuniyetle verdim tabii. Hâlâ istendiği zaman veriyorum ve neler
geliyor başıma görüyorsunuz. (gülüyor)
- İyi para kazanıyor muydunuz?
- Para hiç aklıma gelmedi gerçekten! Ama Ali Özgentürk'ün çıkardığı
bir sendika dergisi ilk kez telif ödediğinde çok karışık duygular
içinde kaldım. Bir, şaşırdım, iki, çok mutlu oldum, üç, mutlu
olduğum için de utandım Çizdiğim şeyin para etmesi hoşuma gitmişti,
bunun bir değer olduğunu fark ettim.
- Sonra?
- İşçi Partisi'ni destekleyen Ant dergisinde çizdim. 12 Mart
darbesiyle dergi kapatıldı. Askeri yönetim sonrası Ecevit'in
çıkardığı Özgür İnsan, sonra da İsmail Cem'in başında olduğu
Politika gazetesine günlük karikatür çizmeye başladım. Gazete el
değiştirince, işten çıkarıldım. Arkadaşları görmeye Cumhuriyet'e
gidip gelirken iş teklif ettiler. Ve ben kendimi Cumhuriyet'in
içinde buldum.
- Kaç yıl geçti?
- 32 yıl. Hiç hesaplamamıştım, bu olaydan sonra hesapladım!
- 32 yıl boyunca Cumhuriyet'te kendinizi nasıl hissettiniz
peki?
- Hem çok keyifli ve rahat, hem de sorunlu...
- Neden sorunlu?
- Karikatür çizmek giderek gazetenin her köşesinde el emeği isteyen
işlere yayıldı. Bir grafik servisi yoktu; ben artık başlıkları da
yapmaya, yazılar yazmaya, haritalar yapmaya, karikatür çizmeye
başladım, bütün bu işleri tek başına götürür hale geldim. Bir süre
sonra sağlığım bozulacak kadar fazla çalışmaya başladım. Tabii pek
çok yazardan daha iyi kazanıyordum ama bir masam bile yoktu, gazete
bana bir masa vermemişti, herhangi birinin masasında çalıştım hep.
Sonra bir oda boşaldı, kendim bir masa bulup odaya koydum, kendi
odam yaptım. Çok büyük bir kıdem hakkımı kaybederek sigortalı oldum
falan. Ama hep çok özgür çalıştım.
- Bu kadar yıllık emek ve madem bu kadar özgür bir ortam, başka
bir yere karikatür verdiniz diye işten çıkarılmanız rahatsız etmedi
mi sizi?
- Tabii olmamalıydı ama oldu. Üstelik ben ne kadar masumum?
Gazetede yayınlanacak karikatürümü vermemem gerekirdi. Güvenmekle
hata ettim.
- Gerçek sebep bu mu, Yeni Şafak'a baş örtüsüyle ilgili
söyledikleriniz mi?
- Onu ben bilemem. Ama bildiğim bir şey var, İlhan Selçuk'la
konuştuğumuzda, orada söylediklerimle ilgilenmediğini ama aynı
karikatürün Cumhuriyet'le aynı anda yayınlanmasından rahatsız
olduğunu söyledi. Yerden göğe kadar haklı, ben onlara inanmak
zorundayım. Çünkü son ana kadar ben bildiklerimi çizmeye devam
ettim, kimse de bir şey demedi. Her şeyi çizebildim, hatta zaman
zaman saçmaladım, hiçbir anlamı olmayan şeyler çizdim. Bana 'Ne
demek istedin?' diye sordukları zaman, 'Hiçbir şey' dedim.
Yalnız yaşıyorsunuz galiba?
- Birkaç evlilikten sonra şu an bekârım. Çocuğum yok, bir kedim
var.
- Peki kadın-erkek ilişkilerinde mi, siyasi çizgilerinizde mi
kendinizi daha başarılı bulursunuz?
- Aslında, siyaset çizmeyi istemezdim. Siyaset beni çok zorluyorsa
mecburen çiziyorum. Ama sırf siyaset çizmiş olmak için de çizmedim.
Ama birçok arkadaşımız bunu yapıyor. Şu an hepsinin niyeti şu;
Başbakan çizilmelidir, çirkin çizilmelidir ve kötülenmelidir. Böyle
bir anlayışım yok. Ama Başbakan saçma bir laf ederse çizerim.
- Kedi merakınız nereden geliyor?
- Kediler, deliler ve hayvanlar beni hep seçtiler ve sevdiler.
Nedenini bilmiyorum ama onlarla iyi geçindim hep, aramız hep
iyiydi. Kediler mucize yaratıklardır, Leonardo da Vinci'nin güzel
bir lafı vardır, 'Tabiatın baş eseridir,' der kediler için...
- Niye öyledir?
- Bilmem! Galiba pratiklik, zekâ, kibir, ve sevecenlik onlarda
toplanmış.
- Kedinizle hikâyeniz ne?
- Burası (Galatasaray) kedili bir sokak. Benimki de sokaktaki
kedilerden biriydi. Bir gün eşimden ayrıldığımı gördü ve beni
yalnız bırakmamak için eve girdi. Evi teftiş etti, hoşuna gitti ve
kaldı.
Mahcup olmayı göze alarak çiziyorum
- 87'den beri baş örtüsüyle ilgili de sık sık karikatür
çiziyorsunuz. O günden bugüne neler değişti?
- Bir süre önce bütün başını örtenler toplanıyordu, mitingler
yapıyordu, üniversite kapılarında mücadele ediyordu, yani tam bir
siyasi kavga aracıydı. Bu benim kabul edebileceğim bir şey değil.
Dolayısıyla o yıllarda çizdiğim şeyler çok sertti. İnancı,
siyasetin aracı haline getirdikleri için onlara karşıydım ama bugün
farklı bakıyorum. Bugün bu görüşü savunan siyaset iktidarda zaten.
Dolayısıyla başı örtülü bir insanın siyasi zorlamaya ihtiyacı
yok!
- Karikatürist objektif mi olmalıdır, taraf mı?
- Taraf olmamalıdır ve karikatürcüye de asla güvenilmemelidir!
- Nasıl yani?
- Çünkü her an ummadığınız şekilde sizi eleştirebilir. Sizin
görüşünüzün yanında da olsam, sizinle birlikte de olsam, aramız çok
iyiyse bile bana güvenmeyin. Yarın en küçük bir hatanızda
karşınızda olabilirim!
- Yani 'karikatürcüden dost olmaz' mı diyorsunuz?
- Böyle bir içtenliği olduğu için dost olmaz diyorum. Siz
katılmayacağım bir şeyi yapacaksınız, ben de ona ses
çıkarmayacağım; bu dostluk değildir. Bu, hükümet için de,
politikacılar için de, herkes için de böyle. Neden böyle onu da
söyleyeyim: Ben çizerken mahcup olmayı göze alarak çiziyorum.
- Ne demek o?
- Belki de düşündüklerim, sizi hatalı bulduğum konularda ben
haksızımdır! Bunu göze alarak çiziyorum, yeter ki ben mahcup
olayım. Ama dediklerim doğruysa karşı taraf düzeltsin. Bu kadar iyi
niyet başka yerde bulamazsınız!
- İyi bir karikatüristin üç özelliğini sayar mısınız?
- Bir tek özellik söylerim; karikatürcü olmamalıdır!
- O niye peki?
- Karikatürcülük bir meslek haline gelmişse bitmiştir zaten, on
para etmez.
- Meslek değilse nedir?
- Bir tepki biçimidir.
- Son dönemlerde karikatüristler ve AKP iktidarı arasındaki
gerginliğe, davalara nasıl bakıyorsunuz?
- Bütün karikatür tarihi boyunca bu sürtüşme olmuştur. Ama bunu
normal karşılıyorum anlamına gelmemeli. Bildiğim şu: Yöneticiler
her ne kadar bizden oyla icazet almış bile olsalar, eninde sonunda
hayatımızı etkileyecek kararlar alıyorlar. Dolayısıyla bu, bizim
onları sonuna kadar eleştirme hakkımızı doğuruyor. Türkiye'de her
şeyin yasaklandığı, gazetelerin kapatıldığı, askeri yönetimlerin
yaşandığı yıllarda bile bildiğimizi okuduk biz. Ama hakaretin
savunulacak bir yanı yoktur, dolayısıyla herkes hakarete uğradığnda
hukuk yoluyla hakkını arayabilir.
- Erdoğan'ın, kediye benzetildiği karikatür için Musa Kart'a
dava açması doğru muydu sizce?
- Başbakan tahammül etseydi ertesi gün unutulmuştu o karikatür!
Mizahın her zaman böyle keskin bir yanı var, ters tepiyor. Bırakın
Türkiye'yi, bütün dünya basınında yer aldı, çizerine insan hakları
ödülü getirdi. Bir Başbakan'ın kolay kolay kızmaması lazım
yani.
- Bu başınıza gelenleri çizseniz nasıl çizerdiniz?
- Şu anda çizmek için hiçbir istek duymuyorum.
- Kırgın mısınız gazetenize?
- Kırgın değilim ama gazetenin uzun yıllardır takındığı bu soğuk
tavır beni zaten üzmekteydi, herkes biliyordu.
- Tavır derken?
- Mesela gazete taşındı, gittim hevesle... Kendime bir masa
bulamadım, herkese yemek kartı dağıtıldı ben bir türlü edinemedim.
Bu gibi lafa gelmeyecek, küçük şeyler oldu.
- Sizi istemiyorlar mıydı acaba?
- Beni isteyip istemedikleri hiç aklıma gelmedi, ben işimi
yapıyordum. Hele ki emeklilikten sonra karşılıklı yükümlülüğümüz
yoktu gazeteyle, ne onlar beni çalıştırmak zorundaydılar, ne ben
çalışmak zorundaydım. Çizdiğimi gönderiyordum, gayet düzgün şekilde
kullanıyorlardı. Bir sorun yoktu.
- Sonrası için planınız var mı?
- Biraz kendimle ilgilenmek ve arşivimi elden geçirmek istiyorum.
www.sabah.com.tr