ÖMER ÖZGÜNER / PAZARVATAN
Rodin mi Süreyya mı?
Herhalde en çok hangi şarkıcı yazın birincisi olacak diye
bekleniyordu. Sonuç şaşırtıcı.
Yazın birincisi Sezen Aksu oldu. Albüm bile çıkarmadan üstelik.
Başka ağızlardan çıkan şarkıların çoğu onun.
Yormadan, düşündürmeden aşk şarkıları. Yaz hafifliğinde. Zaten yaz
gelince, gazeteciler, televizyoncular da hemen sahil şeridine pusu
kurar.
Bütün bir kış, hikayeleri daha giyinik izlenenler, bu kez daha
soyunmuş izlenir. Geleneksel bir biçimde, birileri balkonda yarı
çıplak yakalanır.
Ya da teknede öpüşürken. Selülitlerinden kurtulanlar, balkona
açılır. Bu yıl birinciliği Sibel Can aldı, bildiğim kadarıyla.
Alanın memnun, satanın memnun olduğu yaz pazarına, nihayet değişik
bir mamul geldi: Süreyya Yalçın. Efsaneye dönüşen hikayeleri olmasa
bu yaz nasıl geçerdi diye insan merak ediyor.
Aileden alınan on bin dolarlık bahşiş, botoks yaptırılan köpek,
Amerika'daki şahane villa...
Belli ki damat Kerem Dürüst, bu işten pek memnun değil. Bakkallar
bile iki kati ekmek parası alıyorlarmış kendisinden.
Süreyya Yalçın'ın, bütün gün plajda durup fonlu saçlarının bile
bozulmaması, denizdeki kadar yengeçli kolyeyi boynunda taşıması ne
kadar renkli bir kişilik olduğunun kanıtı.
Belli ki magazin dünyası da aradığı damarı buldu. Sadece magazin
muhabirleri değil, değişen Türk sosyetesini anlamaya çalışan köşe
yazarları da bazen kızarak bazen överek Süreyya Yalçın'in plaj
tartışmalarına dahil oldular.
Sosyetik çift, bu halleriyle artık eskiyen balkon, tekne
hikayelerinden eğlenceliler. Ama Türk sosyetesinin ne kadar yerli
olduğunun kanıti olarak da çok hazinler.
Süreyya Yalçın'in ekranlarda, kendi sözleriyle gazetelerde yer
alışının, herhangi bir Türk şöhretten farkı yok. Amerika'da yaşıyor
olması, zenginliği onu farklılaştırmıyor.
Gündüz fonlu saçıyla güneşlenip akşam Serdar Ortaç'in şarkılarıyla
eğlendiği için de ne kadar parası olursa olsun, bizden hep aynı
muameleyi görüyor. Selülitleri, botoksu, köpeği.
Selüliti ile Deniz Seki, botoksuyla Ajda, köpeğiyle Seren Serengil
de olabilirdi pekala, Süreyya yerine.
Neyse, Süreyya olmasa, şu sıcak günlerde bu kadar köşe yazarı, bu
kadar boş sayfa neyle şenlenecekti?
Picasso kadar bilinmediğinden Rodin için üç beş cümle yazacak pek
kimse de kalmadığına göre...
MAZHAR'IN FİŞİNİ ÇEKMEK
Mazhar Alanson, komadaki Ecevit için, "fişini çekmeli" demiş. Demiş
mi dememiş mi ayrı.
Muhtemelen demedim diyecektir, muhtemelen de birebir öyle
dememiştir. Ama son dönemde söyledikleri, böyle bir cümleye asılnda
pek de meyilli olduğunu kanıtlıyor.
Grup içindeki haşarı çocuk durumundan diğerleri ne kadar memnundur
sizce. İnsan bugüne kadarki hallerine bakınca pek öyle
olmadıklarını çok kolay anlıyor.
İşin doğrusu, medyadaki çok sevenine, üstelik grup olarak
yaptıkları şarkıların güzelliğine karşın Mazhar'in şarkı söylemek
dışındaki lafları bende garip duygular uyandırıyor. Sadece şarkı
söylemesini sağlayan, konuşurken çekilen bir fişi var mıdır
acaba?