Yazar Ayşe Kulin de o tartışmaya girdi: 'Önüne yatmak' deyimi cinsel ilişkiye işaret etmez'

Gündemi meşgul eden o tartışmaya yazar Ayşe Kulin Cumhuriyet'teki köşesinden dahil oldu.

Google Haberlere Abone ol
Yazar Ayşe Kulin de o tartışmaya girdi: 'Önüne yatmak' deyimi cinsel ilişkiye işaret etmez'

Yazar Ayşe Kulin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve iktidar kanadının ağır eleştirilerine neden olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Karaman'daki tecavüz skandalıyla ilgili "Aile Bakanı birilerinin önün yatmış vaziyette" sözlerine ilişkin olarak, "Ben şu hayatta iki şeyi iyi bilirim. Bunlardan birincisi, Türkçedir.Önüne yatmak deyimi, biriyle cinsel ilişki kurmaya işaret etmez. Merak edenler için yazayım, o işe işaret eden deyim, 'Altına yatmak'tır" dedi.



Kulin'in Cumhuriyet'te "Bir bardak suda fırtına" başlığıyla yayımlanan (10 Nisan 2016) yazısı şöyle:



Herkesin bir diğerine ana avrat küfrettiği siyaset dünyamızda, üstelik ilk kez kullanılmayan bu cümlecik, niye bir bardak suda fırtına yarattı o halde, diye sorası geliyor ya insanın, işte şimdi geldik o ikinci iyi bildiğim şeye!



Ben şu hayatta iki şeyi iyi bilirim. Bunlardan birincisi, Türkçedir.



Türkçeyi, bu dili doğru konuşan insanlardan önce evimde, sonra da gittiğim okullarda, deyimlerine, argosuna kadar öğrendim. Önüne yatmak deyimi, biriyle cinsel ilişki kurmaya işaret etmez. Merak edenler için yazayım, o işe işaret eden deyim, “Altına yatmak” tır. Gel gör ki, ülkede Türkçeyi doğru konuşan nerdeyse kalmadı zaten; çocuklarımıza ‘anne/baba’, küçük kardeşlerimize ‘abla/ abi’ diye hitap eder, fotoğraf çektireceğimize, fotoğraf çekinir olduk, örneğin. Dolayısıyla AKP’lilerin bu deyimi yanlış bilmeleri pek mümkündür de, zamanın İçişleri Bakanı, üstelik de Reza’nın önüne yatacağını beyan ettiğinde, o pek muhafazakâr kitleden neden bir hop diyen çıkmadı diye, haliyle meraklanıyor insan.



Siyaset bir zamanlar nezaket de gerektirirdi. Artık gerektirmiyor. Ananı da al git’le başlayan, sen kimsin be’lerle devam eden bir jargon, türlü baskılar altında bunalan topluma ilaç gibi geldi. Frenler boşaldı, ağıza gelen söylenir oldu. Herkesin bir diğerine ana avrat küfrettiği siyaset dünyamızda, üstelik ilk kez kullanılmayan bu cümlecik, niye bir bardak suda fırtına yarattı o halde, diye sorası geliyor ya insanın, işte şimdi geldik o ikinci iyi bildiğim şeye!



Bu şeyi ben evde veya okulda değil, Türkiye’nin siyaset ormanını gözlemlerken öğrenmeye başladım. Hem de henüz ilkokul öğrencisiyken!



Demokrat Partililer, 1950 seçim propagandası sırasında, CHP’nin Genel Sekreteri Kasım Gülek’in mezuniyet kepli ve pelerinli kolej bitirme resmini, “Meğer o bir papazmış” diye kapı kapı gezdirmişlerdi Adana’da, elbette adamın papaz olmadığını bal gibi bildikleri halde. O gün bu gündür, muhafazakâr ya da dindar olduklarını iddia eden siyasetçiler, algı yaratma işlerinde fena halde keskinleştiler, ustalaştılar. Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’ına ve bizzat Bakan Hanımefendi’nin kendisine kadar, o şanssız cümlenin cinsellik içermediğini bildikleri halde, dikkatleri ürkütücü gerçeklerden başka noktalara çekmek için, ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. CHP’liler ise doğruyu söylerken dahi, inanılmaz bir beceriksizlikle, her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırmaya devam ediyorlar.



Keşke gündem yaratmakta üstüne olmayan Cumhurbaşkanı, milletçe kenetlenmemizin gerektiği şu çok zor günlerde, milletvekillerini bir kez daha birbirine düşüreceğine, birleştirici bir yol izleseydi; muhalefet lideri de bu tuzağa düşeceğine, maksadını istemeden aştığını söyleyip, bir özürle kapatsaydı konuyu.



Bir iç savaşın eşiğinde dururken, yapılması gereken buydu.



Ama ne demişler, (deyimi sansürledim) bahtsız olmaya görsün, bir millet!


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin