‘Vapurda Çay, Simit, Sohbet’e bu hafta yazar Tuna Kiremitçi konuk oldu. İşte sohbette öne çıkanlar:
Tuna Kiremitçi: İnsan asıl öldükten sonra yazar olur
90lı yıllarda bir edebiyat dergisinde şiir yayınlatmak aynı ‘Kelebeğin Rüyası’ndaki gibiydi
Biz 90lı yılların başında, edebiyat dergilerinin sonlarına yetiştik. Bir edebiyat dergisinde şiir yayınlatmak, aynı ‘Kelebeğin Rüyası’ filmindeki gibiydi. Ben yatılı okuldayken 5 tane şiirimi Varlık dergisine göndermiştim, sonbahardı. Sonra bütünlemeye kaldım. Ailem Ankara’da yaşıyordu. Bütünleme sınavları için İstanbul’a geri döndüm. Varlık’a gönderdiğim zarfın üstüne de yatılı okulun adresini yazmıştım. Cevap da oraya gelmiş. Ben de cevap gelmedi sanıyordum. Meğerse ‘Şiirlerin fena değil, başka şiirlerin de varsa görüşelim’ diye cevap yazmış Enver Ercan. Kapıda bana o zarfı verdiler, üstünde de Varlık logosu vardı. Böylece hayatımın en anlamlı seyahati oldu.
Yazarlık bir hizmet
Ben yazarlığı bir hizmet olarak görüyorum. Gençken hepimiz egomuzun peşinden koştuk. Bu mesleğe alkış almak için, kız tavlamak için vs. yaklaştığımız oldu. Ama bir yerden sonra hizmet olduğunu fark ediyorsunuz. Nasıl öğretmenler eğitim hizmeti, doktorlar sağlık hizmeti yapıyorsa, biz de yazdıklarımızla insanın duygu eğitimine hizmet ediyoruz.
Güzel bir roman size özel bir film gibidir
Edebiyatın, bu görselleşmiş dünyada hala devam ediyor olmasının sebebi hayal gücü. Aynı romanı dört farklı kişi okusa, dört farklı film çıkar ortaya. Güzel bir roman, size özel bir film aslında.
Kadınların zihinleri daha pikselli
Roman sanatı, 19. yüzyılda kadınların okuması için geliştirilmiş bir sanat. O zaman çalışan kadın nüfusu çok az. Seyredecek dizi de yok. Bir de kadınlar içe yönelişe, iç dünyayı keşfetmeye daha meraklılar. Kadınların zihinleri daha pikselli çalıştığı için o meselelere daha duyarlılar. O yüzden günümüzde de roman daha çok kadınların okuduğu bir araç. Bu sebepten de kadınları konu alan romanların geliştiğini görüyoruz. Ama bu çok da alkış alacak bir durum değil. Dünyada çok fazla cinsiyet yok zaten, biz de insanı konu alıyoruz.
İnsan asıl öldükten sonra yazar olur
Bizim zamanımızda Negatif dergisi ‘Neden Türkiye’de yeterince roman yazılmıyor?’ diye bir araştırma yapmıştı. Ama günümüzde baktığımız zaman bir roman patlaması görüyoruz. Orhan Pamuk’un Nobel almasından sonra bugün benim romanım bile 12 dile çevrildi. Türk romancılığı geçen 20 yılda çok ilerledi. Fakat bu marka meselesi bana öldükten sonra yazar olunmasını hatırlatıyor. O marka aradan çekildiği zaman aslında o romanla okur başbaşa kalacak ve o zaman o romanın aslında ne olduğu ortaya çıkacak. Diğer türlü yazarın karakteri, hayatı vs. okuru olumsuz ya da olumlu mutlaka etkiler. Bu yüzden ‘İnsan asıl öldükten sonra yazar olur.’ sözünü severim. Marka yazar olmakta anca yazarla okur arasında bir güven ilişkisi olabilir.
Başkasının mutluluğuyla mutlu olabilmek dünyayı kurtaracak
Aşk genel bir maneviyat biçimidir. İnsanın kedisiyle, büyükbabasıyla, kainatla vs. yaşadığı da bir aşktır. Bir başkasının mutluluğuyla mutlu olabiliyorsanız o kişiye bir aşk duyuyorsunuzdur. Bence dünyayı bu duygu kurtaracak.
Yapımcılığını ve sunuculuğunu Ömer Öztürk’ün üstlendiği program Vapurda Çay, Simit, Sohbet cumartesi 14.10, 00.30 ve pazar 10.30’da TRT Türk’te.