Gazeteci Ayşenur Arslan, Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya Bölümü’nün öğretim kadrosuna katıldı.
Deneyimlerini öğrencilerle paylaşacak olan Arslan'ın okullarına gelişini fırsat bilen öğrenciler ise ünlü gazeteciyi röportaj koltuğuna oturttu.
Arslan, BAU İletişim Fakültesi tablet dergisi BUMAG’dan Leyla Bektaş'a röportaj verdi.
Uzun yıllar medya sektöründe önemli pozisyonlarda görev yaptıktan sonra yoluna akademide devam etme kararı alan Ayşenur Arslan, bundan böyle BAU İletişim’de tam zamanlı öğretim görevlisi olarka görev yapacak. Öğrencilerle bir arada olma fikrinin kendini heyecanlandırdığını söyleyen Arslan, “Ben onlar kadar genç olamam, ama bakalım onlar benim kadar heyecanlı olabilecek mi?” diye soruyor.
Bahçeşehir Haber: Sosyal medyada sizin için “Televizyonların en cesur gazetecisi, medyanın ateşle imtihan edildiği şu dönemde başını eğmeyen yüreklilerden” deniyor. Bu ifadenin kullanılmasının sebebi sizce nedir?
Ayşenur Arslan: Ben bunu medyanın şu sıralar içinde bulunduğu duruma bağlıyorum. Hep söylediğim bir şey vardır: “Kurbağalar başka bir dil bilmedikleri için vıraklarlar.” Ben de gazeteciyim ve başka bir dil bilmediğim için cesur olarak görünüyorum. Halbuki gazetecinin işi, ülkesi ve dünya hakkında bilgi sahibi olmak, gelişmeleri izlemek ve paylaşmaktır. Şimdilerdeyse bunu yaptığınızda cesur olarak addediliyorsunuz.
B.H.: Bugünlerde gazetecinin özelliklerini sıraladığımızda teknolojiyle ilişkisini de merkeze alan ifadeler kullanıyoruz: multimedya ortamları iyi kullanabilen, farklı mecralar için haber geliştirebilen, teknolojinin diline hakim... Bahsettiğimiz bu özellikler gazeteciliğe zamanın ekledikleri. Bir de hiçbir zaman değişmeyecek olanlar var. Tecrübeleriniz ışığında, bu özellikler hakkında neler söylersiniz?
A.A.: Gazetecinin en temel niteliği meraklı olması. Her şeyin özünde “merak etmek” var. Haberleşmenin kökeninde tarihe ortak olmak ve onu merak etmek var. İnsan bilmek ister. Bu, bilimin de, toplumsal hareketlerin de kökenidir. Merak etmeyi ve sorgulamayı bırakınca aslında her şey bitiyor. Bundan birkaç yıl önce dönemin dışişleri bakanı, terör sorununun üçlü bir ittifak yoluyla bitirileceğini anlatıyordu. Bu haber o kadar önemsendi ki, canlı yayından verilmeye başlandı. Gazeteci arkadaşlarıma bunun neresinin haber olduğunu sorduğumdaysa, “bu açıklamayı dışişleri bakanının yapmış olması” cevabını verdiler. Bakanların görevi politika yapmaktır, doğruları söylemek değil. Daha da ötesi, söylenenler doğru da değildi. Bu cümleler son yirmi yılda birçok kez sarf edildi: mutabakat metinleri, komisyonlar… Söyleyeceğim şu ki, verilen bilgileri sorgulamadan yansıtmak aktarıcılıktan öteye gidememektir ve bunun adı da gazetecilik değildir. Tıpkı tekniker olmakla bilim insanı olmak arasındaki ayrım gibi. Merak etmek ve soru sormak çok önemli. Soru sorarken de karşınızdakinin beklediği soruları sormak değil, hakikati açığa çıkarmaya yardım edecek soruları sormak…
B.H.: Medyada sıklıkla aktarıcılığa, hatta, daha da ötesinde önünü arkasını araştırmadan birtakım verilerin sahiplenilerek doğruymuş gibi sunulmasına tanık oluyoruz.
A.A.: Evet. Artık “Emniyet yetkililerinin aktardığına göre…” demek bile zor geliyor. Gazeteciler aldıkları bilgileri o anda oradalarmış gibi kullanıyorlar. Son dönemde Çağdaş Hukukçular Derneği’nde olduğu rivayet edilen 11 çelik kapılı kozmik oda, gazetecilerin teyit etmeye gerek duymadan sundukları “doğrular” arasındaydı.
B.H.: Medya sektörünün, sıcak haberin içinden ayrılıp akademide olmaya karar verdiniz. Bu noktada da Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni seçtiniz. BAU hakkındaki öngörüleriniz neler? Sizi buraya çeken ne oldu?
A.A.: Bahçeşehir Üniversitesi çok güçlü bir kadroya sahip. Şimdiye kadar Prof. Dr. Haluk Gürgen’in ve Enver Yücel’in methini çok duydum. Enver Yücel, üniversitesinin kadrosunu önemseyen, akademik kadrosunun önünü açan ve onları sahiplenen bir yönetici. Ben sektörde bunun sıkıntısını hep yaşadım. Çalıştığım her yerde ve en son CNN Türk’te frene basmam yönünde ikaz edildim. Hep kırmızı çizgilerle karşılaştım. Burada bunlardan uzak bir ortamda çalışacağımı düşünüyorum.
B.H.: Peki iletişim öğrencilerinden neler bekliyorsunuz? Onlarla birlikte olmak size neler hissettiriyor?
A.A.: Burada olmak beni çok heyecanlandırıyor. Öğrencilerle öğrendiklerimi, biriktirdiklerimi paylaşmak istiyorum. Şimdiye kadar üniversitelerin etkinliklerini, konferanslarını olabildiğince takip etmeye çalıştım. Gözlemlerim esnasında öğrencilerin meraksız olması en çok dikkatimi çeken ve üzülmeme sebep olan noktaydı. Umarım burada heyecanımı çoğaltabilirim. Ben konuşmayı ve anlatmayı çok seven bir insanım. Evimde çiçeklerimle bile konuşurum. Ama takdir edersiniz ki, duvarlarla konuşamam. O yüzden ilgili, meraklı öğrencilerle karşılaşmayı umuyorum. Ben öğrencilerin dinlediği müziği dinlemekten, onların okuduğu kitapları okumaktan hoşlanan biriyim. Bugün Rihanna’yı da New Direction’ı da keyifle dinliyorum. Onların dünyasına ve yaşam şekline çok uzak değilim. Merak etmenin, öğrenmenin, bilmeyi sevmenin yaşı ve çağı olmadığını düşünüyorum. Ben onlar kadar genç olamam, ama bakalım onlar benim kadar heyecanlı olabilecek mi?
Galata hoşgörünün merkezi
B.H.: İletişim Fakültesi’nin yeni vizyonunun yansıtan BAU Galata’yı nasıl değerlendiriyorsunuz?
A.A.: Galata, İstanbul’un fethinde çok önemli rolü olan bir yer. Galata olmasa fetih olmazdı, denebilir. Fethin temsili resimleri buraları gösteriyor. Galata, fetihten önce Bizans’ın dışında, ama Bizans'la birlikte uyumlu bir şekilde yaşayan bir mekândı. Osmanlı ile Bizans arasında tarafsız bir konumda kalması ve fetih esnasında Fatih’e de engel olmaması süreci kolaylaştıran bir adım olmuştur. Bu yüzden de Osmanlı, Galata’ya hep hoşgörüyle yaklaşmıştır. Galata’da hoşgörü ve sekülerizm temsil ediliyor. Bu bağlamda üniversitenin, kampüslerinden birinde adının arkasına Galata’yı ekleyip kendini onunla anmasını, bu rengi, hoşgörüyü ve sekülerizmi yaşatabilmek adına çok önemsiyorum.