Hacer Haniç, tv100 ailesine katıldı. Haniç'in ilk köşe yazısı tv100.com'da yayınlandı.
Hacer Haniç, 1981 yılında Trabzon’da doğdu. İlk ve ortaöğretimini Şalpazarı İmam Hatip Ortaokulunda tamamladı. Lise öğretimini İstanbul’da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümüne devam etti. Medipol Üniversitesi Medya İletişim bölümünde eğitim hayatını sürdürmektedir. Medya akademilerinde gazetecilik, spikerlik ve halkla ilişkiler alanlarında eğitimler aldı.
2002 yılında siyasi kariyerine AK Parti kurucu üyesi olarak başladı. Mahalle, ilçe ve il yönetiminde görevler aldı. İstanbul 1. Bölge Sosyal Politikalar Sorumluluğu yaptı.
Aile şirketinde mali işler sorumlusu. Siyaset, medya, tarih, kültür, sanat, sosyoloji, edebiyat alanlarında araştırmalar yaparak görev aldığı sivil toplum kuruluşlarında sosyal projeler geliştirmektedir. Siyaset ve kadın hakları, kadının toplumdaki yeri, yeni bir medeniyetin inşaası, geleceğimizin teminatı gençlerimiz v.b konularda sosyal sorumluluk hassasiyetiyle topluma katkı sağlayan biri olarak gazete ve dergilerde köşe yazarlığı yapmaktadır.
İşte, Haver Haniç'in tv100.com'daki ilk yazısı:
Merhaba!
Merhaba tv100.com okurları.
Ben de tv100 ailesine katılmış bulunmaktayım. Bugüne kadar radyo, TV ve gazete olmak üzere medyanın farklı mecralarında yer aldım.
Bugünden itibaren de tv100.com'daki köşemde yazılarımla birlikte sizlerle buluşmanın heyecanını yaşıyorum.
tv100, yakından takip ettiğim bir yayın kuruluşu. Tematik kanallar arasında farklı görüşlere yer veren, tek sesliliğin olmadığı, tarafsız, objektif bakış acısı ve dinamik kadrosuyla medyaya yeni bir soluk getirdi.
Tam da olması gerektiği gibi değil mi? Böyle durumları abes görenler, “hem nalına hem mıhına vurmak” deyimini çok kullanır. Sözcük anlamı ile; birbirine zıt olan her iki yanı da desteklemek veya her iki tarafı da yermek yani tutarsız davranmak. Aslına bakılırsa bu deyimin, medyanın görevine karşılık düşen bir anlamı daha var; objektifliği tanımlayan söz öbeği. Normale alışmak bazen zordur fakat sonucu herkesin yararına olur. Özetle, medyanın objektif ve tarafsız olma sorumluluğu var.
Medyanın toplum üzerindeki yönlendirici ve şekillendirici etkisi biliniyor. Toplumun gelişmesine sunduğu katkının yanında verdiği zararlar da oluyor. Medya alanında görev yapan gazeteciler olarak tercihimizi hangi yönde kullanacağımıza karar vereceğiz. İyi mi, kötü mü? Taraflı mı, objektif mi? Bu bağlamda; gazetecilik ilkeleri doğrultusunda, milli ve manevi değerlerin verdiği sorumlulukla hareket edilmesini toplum yararı, toplumun kalkınması adına önemli buluyorum.
Konumuz medya ile başlamışken medya ile devam edeyim. Hem hafızamızı tazelemek açısından medyanın tarihsel oluşumuna kısaca değinerek demokrasi, hak ve özgürlükler, basın ve medya alanındaki gelişmeler, görev ve yetkiler, bilişim ve iletişim teknolojileri ile yaşanan köklü değişimler, enformasyon ve bugünkü dezenformasyon yasası sürecine gelelim.
DEMOKRASİ, HAK VE ÖZGÜRLÜKLER
Gutenberg’in matbaayı icadı sonrası, Avrupa’da 1600’lü yıllarda ilk günlük gazetelerin yayınlaması ile hak ve özgürlüklerin yasalaşma süreci başlıyor. Bu aşamada siyasi ve Papalık gibi dini otoriteler tarafından hak ve özgürlüklere kısıtlamalar getiriliyor. Örneğin, Papalık tarafından 1564 senesinde yayımlanan Index Librorum Prohibitorum ile yasaklı kitapların listesi hazırlanıyor. Aynı şekilde İngiltere’de basın özgürlüğü olmadığı için gazeteler ilk olarak Almanya ve Hollanda’da çıkarılıyor.
Matbaa Osmanlı’ya yaklaşık 250 yıl sonra 1727’de İbrahim Müteferrika tarafından getiriliyor. Avrupa’da 1600’lü yıllarda faaliyette olan basın Osmanlı’da ancak 1829’da Vakayı Mısriye ve 1831’de Takvim-i Vekayi ile başlıyor. Aynı zamanda Osmanlı’da, I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet, I. Dünya Savaşı, sonrasında Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluşu ile sancılı bir geçiş dönemi yaşanıyor. Bu dönemde de sansür uygulamaları, imparatorluğun ve cumhuriyetin istikbalini, geleceğini koruma altına alma maksadıyla yapılıyor.
Türkiye’nin çok partili sisteme geçişi demokratik ve bağımsız kurumların ortaya çıkarılmasına sahne olmuştur. Tek partili dönemin sona ermesi ve 1946’da yapılan ilk çok partili seçimde, Cumhuriyet Halk Fırkası tüm kitle iletişim araçlarını kullanarak medyayı tekeline alıyor. Aynı şekilde 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’de medyayı fikirlerini yaymada bir araç olarak kullanmayı tercih ediyor. 1960 darbesi sonrasında TRT ve Basın İlan Kurumu kurularak seçim yasası ile temsilde adalet ilkesi, kitle iletişim araçlarının eşit ve adaletli şekilde kullanılması şartı getiriliyor…
DÖRDÜNCÜ GÜÇ MEDYA
Medya; yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü güç olarak tanımlanır. Medya, devleti yönetenler ile halk arasında köprü vazifesi kurar. Medya, devlet kurumlarının faaliyetlerini takip etme ve denetleme yetkisine sahiptir. Yani kamu adına kamuyu denetler. Halkın haber alma ihtiyacını karşılar, halkı bilgilendirir, kamuoyu oluşturur, yönlendirir, sorgular, eleştirel düşünmeyi etkin kılar.
Bunun yanında medya ahlakının bireysel ahlaktan asla soyutlanamayacağı gerçeğinden hareketle gazetecilik meslek anlayışı geliştirilmeli. Medya, demokratik bir sistemde yasama, yürütme ve yargının ardından denetleyici dördüncü güç olduğunu göz ardı etmeden, gelişen olayları ve olguları “beşinci kol faaliyeti” gibi değil tarafsız ve objektif bir şekilde kamuoyunun hizmetine sunmalıdır.
Dolayısıyla medya kurumları ve medya çalışanları görevini yerine getirirken kendisine tanınan özgürlükler kadar birtakım sorumlulukları olduğunu da bilerek, özgürlük ve sorumluluk arasındaki dengeyi en doğru şekilde sağlamalıdır.
Nitekim medyanın ve gazetecilerin varlık nedeni halkın güven ve inancını kazanmaktan geçer. Her meslekte olduğu gibi gazetecilik mesleğinde de yetki alanları ve sorumlulukları doğrultusunda işinin hakkını veren itibar ve saygınlık kazanır…
DEZENFORMASYON YASASI
Günümüzde beşinci güç olarak da adlandırılan yeni medya iletişim araçları; internet, sosyal medya, sosyal ağlar, yapay zekâ gibi pek çok yeni kavramın medya literatürüne girmesine yol açtı. İletişim teknolojilerindeki hızlı ilerlemeler sosyolojik ve ekonomik alanda da değişim ve dönüşümleri beraberinde getirdi. Batı, küreselleşme ve kapitalizmin etkisini kullandığı gibi yeni medyayı da etkili kullanıyor. Artık üretilen materyaller ve içerikler sadece ulusal değil uluslararası kamuoyu oluşturma, kontrol etme ve yönlendirme gücüne sahip.
Bu fırsatlar ve olanaklar kötüye kullanılarak, Türkiye’nin askeri, siyasi, ekonomik, iç ve dış politikada ortaya koyduğu başarılara gölge düşürülebiliniyor. Artık konvansiyonel savaşlara gerek duyulmuyor. Yeni medya kitle iletişim araçları silahlarının yerini aldı. Bu bağlamda dezenformasyonla mücadele yasası, tehdit ve saldırıların, toplumu yanıltıcı ve kışkırtıcı haberlerin önüne geçmesi açısından önem arz ediyor.
Tüm demokratik ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de medyanın yetki alanları basın kanunları ile belirlenmiştir. Anayasanın 22. maddesinde devletin sırlarını, güvenliğini ve anayasanın ilk üç maddesini tehdit edecek haberler yapılamaz ve yayınlanamaz ilkesine de vurgu yapmış olalım. Bu yasaların dışına çıkmak demokrasi ve basın özgürlüğü kapsamına değil suç ve ceza kapsamına girer.
Halkın demokrasiye katılma isteği, eleştirel bakış açısına sahip olması elbette çok önemli. Yasalar ve kısıtlamalar halkın doğru haberi ve bilgiyi almasının önünde asla engel teşkil etmemelidir. Gelişmenin ve kalkınmanın ışığında ülkenin güvenliği düşünülmeli, bağımsızlığı, istikbali korunmalıdır…