Türkiye, basın özgürlüğünden sonra 'Dini Özgürlük'lerden de zayıf not aldı. Hükümetin sosyal medya üzerindeki kısıtlamaları artırdığına dikkat çekilen raporda, özellikle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı eleştiren bireylere müsamaha gösterilmediği vurgulandı.
Dünya genelinde, bireylerin ve toplumların dinsel
inançlarını yaşama özgürlüğü konusunda bir gerileme olduğu
belirtilen raporda, gerek ABD'de, gerekse Avrupa'da Musevilere ve
Müslümanlara karşı saldırıların arttığına dikkat çekildi.
Raporda, Türkiye'deki Sünni Müslümanlar dahil olmak üzere
cemaatlerin din adamı yetiştirme ve dini eğitim sunma haklarında
devletin denetimine tabii olduğu ifade edildi.
raporun ABD Politikası başlıklı bölümünde Türkiye ile ABD
arasındaki ilişkilerin Suriye'deki savaşa ve IŞID tehdidine karşı
sergilenen yaklaşımlar ile Türk hükümetinin yurt içindeki
antidemokratik faaliyetleri gibi sorunlar yüzünden bozulduğu
savunuldu.
Türkiye'de, laiklik tartışıldığı günlerde yayınlanan
raporun 7 sayfalık Türkiye bölümünde, "Türk anayasası, din
işlerinin kamu yaşamına ve devlet işlerine karıştırılmamasını
zorunlu kılan Fransız mutlak sekülerizm modeli laikliğe
dayanmaktadır. Sünni Müslüman çoğunluk da dahil olmak üzere hiçbir
dini cemaat, tam yasal statüye sahip değildir ve tüm cemaatler,
kendi ibadethanelerine sahip olma ve koruma, din adamı yetiştirme
ve dini eğitim sunma haklarını kısıtlayan devlet denetimlerine
tabidir. Diğer kaygılar arasında, devlet ilk ve ortaokullarındaki
zorunlu din eğitimi dersleri, Antisemitizm, Türkiye'deki azınlık
Protestan cemaatlere yönelik tehditler kaygı uyandıran konular
arasındadır" görüşüne yer verildi.
Raporun hazırlanması sürecinde, azınlık mülklerinin iadesi ve
kamusal azınlık dini törenleri ile ilgili olumlu bazı gelişmeler de
olduğu belirtilirken, ABD Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu'nun,
(USCİRF), Türkiye'de devam eden din özgürlüğü kısıtlamalarını baz
alarak Türkiye'yi 2016'da yeniden 2. seviyeye koyduğu
vurgulandı.
Her yıl yayınlanan raporda şu görüşlere yer verildi:
“2003 ve 2014 yılları arasında Başbakan olarak görev
yapan Recep Tayyip Erdoğan, Ağustos 2014'te Türkiye'nin
Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Türkiye, 2015 yılında iki kez
milletvekili genel seçimi düzenlemiştir. Haziran 2015 seçiminden
sonra, ne Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ne de Cumhuriyet Halk
Partisi (CHP) koltuk çoğunluğu sağlamıştır; dolayısıyla koalisyon
kurma çabaları sonuçsuz kalmıştır. Oyların hile ve tehdit iddiaları
ve seçim kaynaklı şiddet olayları ile bozulmasına karşın AKP, Kasım
2015 seçiminde meclis çoğunluğunu kazanmayı başarmıştır. Türk
hükümeti 2011'den bu yana anayasayı değiştirmek üzere girişimlerde
bulunmakta, fakat bu girişimler, din özgürlüğü ile ilgisi olmayan
siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle sonuçsuz kalmaktadır. Din
özgürlüğünün tam olarak korunmasına ilişkin devam eden anayasasal
engellere karşın Türk hükümeti, yeterli siyasi istek bulunduğu
sürece, din ve inanç özgürlüğü ile ilgili gelişmelerin yeni bir
anayasa olmadan da mümkün olduğunu göstermiştir. Örneğin, son
birkaç yıl içinde, hükümet, kamulaştırılan dini azınlık mülklerini
iade veya tazmin etmiş ve İslami kıyafet üzerindeki kısıtlamaları
gevşetmiştir. Bu, olumlu bir gelişme olarak görülse de, Heybeliada
Ruhban Okulu'nun açılması gibi diğer meseleler hala çözüme
kavuşturulmayı beklemektedir. Türkiye'deki genel demokrasi ve insan
hakları manzarası son birkaç yıldır gerileme göstermektedir.
Hükümet sosyal medya üzerindeki kısıtlamaları artırmakta ve
hükümeti ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı eleştiren
gazetecilere, bireylere veya gruplara müsamaha
göstermemektedir."
DEVLET DİN ÜZERİNDE NÜFUZ EDİCİ BİR KONTROLE
SAHİP
Devletin din üzerinde nüfuz edici bir kontrole sahip olduğunu
belirten ABD Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye'nin 1982 Anayasası
inanç, ibadet ve dini fikirleri yayma özgürlüğü sağlamakta ve dini
gerekçelerle ayrımcılık yapılmasını yasaklamaktadır. Ancak,
laikliğe Türkiye penceresinden baktığımızda, devletin din üzerinde
nüfuz edici bir kontrole sahip olduğunu ve bütün dini cemaatlerin
tam yasal statülerini reddettiğini görmekteyiz. Bu durum, tüm dini
grupların din özgürlüğünü kısıtlamakta ve özellikle en küçük
azınlık inançlarına zarar vermektedir. İslam dininin resmi kontrolü
Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı iken, diğer tüm inançların resmi
kontrolü Vakıflar Genel Müdürlüğü aracılığıyla yürütülmektedir.
Ayrıca, Türk askeri kuvvetleri ile Avrupa'nın bazı güçleri arasında
imzalanan bir barış antlaşması olan 1923 Lozan Antlaşması, Rum ve
Ermeni Ortodoks ve Yahudi cemaatler için diğer azınlık gruplarına
tanınmayan özel güvenceler ve korumalar sağlamaktadır.
“Türk hükümeti dini kimliğe göre nüfus istatistiği
yapmamaktadır, fakat ülke nüfusunun yüzde 75 ila 85'inin Sünni
Müslüman olduğu tahmin edilmektedir. Aleviler nüfusun yaklaşık 15
ila 25'ini oluşturmaktadır. Türk hükümeti ve Alevilerin birçoğu
toplumu heterodoks Müslümanlar olarak görürken, Sünni Müslümanların
büyük bir kısmı bunları Gayrimüslim olarak görmektedir. Bazı
Aleviler Şii Müslüman olduklarını belirtmekte, diğerleri ise
İslam'ı reddedip kendilerini benzeri olmayan bir kültürün parçası
olarak nitelendirmektedirler. Toplam nüfusun yüzde 1 ila .3'ünü
kapsadığı tahmin edilen Türkiye'nin Gayrimüslim dini azınlık
toplulukları az sayıda olmalarına rağmen çeşitlilik göstermekte ve
tarihsel ve kültürel açıdan önem taşımaktadırlar. Türkiye'de
Hristiyanların 150.000'inden azını Ermeni ve Rum Ortodokslar,
Süryaniler, Yehova Şahitleri, Protestanlar ve ayrıca Gürcü
Ortodoks, Bulgar Ortodoks, Maruni, Keldanı, Nesturi Süryani ve
Roman Katolik azınlıklar oluşturmaktadır. Yahudiler nüfusun
20.000'den azını kapsamaktadır. Türkiye'de Bahailer gibi diğer ufak
azınlıklar da yaşamaktadır.
“Anayasa, içeriği Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanmış din
ve ahlak eğitimi dersinin devlet ilköğretim okulları ve liselerinde
verilmesini zorunlu tutmaktadır. Gayrimüslim çocuklar bu
zorunluluktan muaf tutulabilmektedir, ancak bunun için ebeveyn ve
öğrencilerin hangi dine mensup olduklarını belirtmeleri
gerekmektedir ki, bu durum toplumsal ayrımcılığa ve öğretmen
ayrımcılığına neden olabilir. Buna karşın, Alevilere muafiyet
seçeneği sunulmamaktadır. 2014'te, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
Türkiye'de uygulanan zorunlu din eğitiminin, Alevi ve diğer
ailelerin çocuklarının kendi inançlarına uygun olarak eğitim
almalarını sağlama hakkını ihlal ettiğine hükmeden bir karar
almıştır. Mahkeme, Türkiye'nin, öğrencilerin ebeveynlerinin dini
veya felsefi inançlarını ifşa etmek zorunda kalmadan din
derslerinden muaf tutulabileceği bir sistem kurması gerektiğine
hükmetmiştir.
Hükümet eğitim sistemini gözden geçirdiğini ve Avrupa
Mahkemesi'nin kararına yanıt olarak bir eylem planı sunmayı
planladığını belirtmiş olsa da, şimdiye kadar bu kararı
uygulamamıştır. Dini azınlık toplulukları, ayrıca, zorunlu
derslerde kullanılan ders kitaplarının Müslüman bir bakış açısıyla
yazıldığından ve diğer inançlar hakkında genelleştirilmiş ve
kötüleyici bir dil kullandığından şikayet etmektedirler.
USCİRF'nin 2014 yılında Türkiye ziyareti sırasında, Eğitim
Bakanlığı, USCİRF'e, dini topluluklardan gelen şikayetlerin
farkında olduklarını ve ders kitaplarını gözden geçirmek için
çalışmalar yaptıklarını belirtmiştir. Bakanlık, gözden geçirilen
ders kitaplarını USCİRF ile paylaşmıştır. USCİRF, 2015'in son
aylarında, 'Türkiye'de Zorunlu Din Eğitimi: Ders Kitaplarına
Yönelik İnceleme ve Değerlendirilme' adı altında ders kitaplarına
ilişkin bir rapor yayımlamıştır. Raporda, ders kitaplarının din ve
bilim, din ve akılcılık, iyi vatandaşlık, din özgürlüğü ve İslami
düşüncedeki farklılıkların kaynakları ile ilgili olumlu pasajlar
içerdiği belirtilmiştir. Diğer taraftan, ders kitaplarında
Yahudilik, Hristiyanlık, Hinduizm ve Budizm gibi İslam dışındaki
dinler hakkında yüzeysel, sınırlı ve yanıltıcı bilgilerin yer
aldığı ve ateizmin Sataniz kavramıyla ilişkilendirildiği
görülmüştür.
Antisemitizm: Genel olarak, Türkiye'deki Yahudiler özgür bir
şekilde ibadet edebilmektedirler; Yahudi vakıfları okullar,
hastaneler ve diğer kuruluşları işletmektedir; ve sinagogları
gerektiğinde hükümet koruması altına alınmaktadır. Buna karşın,
Türk toplumunda ve basınında antisemitizm olgusu ciddi bir kaygı
teşkil etmektedir. Ayrıca, hükümet yetkililerinin Yahudi karşıtı
yorumlarda bulunduklarına dair raporlar mevcuttur. 2015'te Hrant
Dink Vakfı tarafından hazırlanan rapor, 2014'ün Mayıs ve Ağustos
ayları arasında Türk yazılı basınında Türkiye'deki Yahudi
topluluğunu veya genel olarak Yahudileri hedef alan 130 adet nefret
söylemi örneği bulmuştur. Ayrıca, Ocak 2016'da, kimliği tespit
edilemeyen bazı vandallar, İstanbul'un Balat semtindeki İstipol
Sinagogu'nun dış duvarına 'Terörist İsrail, Allah var' yazmıştır.
Raporlama sürecinde Türk hükümeti, aşağıda da belirtildiği gibi,
Yahudi topluluğunu alenen desteklemek için adımlar
atmıştır.
Protestanlar: Ağustos 2015'te, 15 Protestan kilise ve 20 kilise
lideri, SMS, e-posta ve sosyal medya üzerinden yapılan tehditler de
dahil olmak üzere çeşitli siber tehditlere maruz kalmıştır.
Protestanlar ve Türk hükümeti, bu tehditlerin Irak ve Şam İslam
Devleti (IŞİD) ile bağlantılı veya ona sempati besleyen
Türkiye'deki radikaller tarafından yapıldığına
inanmaktadır.
Twitter'da yayımlanan bir videoda, militanlar, Protestan Kiliseler
Birliği ile ilişkisi bulunan kiliselerde toplu katliam yapma
tehdidinde bulunmuşlardır. Söylentilere göre, Türk hükümeti konuyu
araştırmaktadır.
ABD Politikası:
“Türkiye, ABD'nin önemli stratejik ortaklarından biridir, bir NATO
müttefikidir ve İncirlik bölgesinde bir ABD hava üssü
bulunmaktadır. ABD-Türkiye ilişkileri birçok konuyu kapsamaktadır,
fakat en önemlisi, Türkiye'nin Suriye, Irak ve İran ile ortak
sınırları paylaşmasından dolayı ortaya çıkan bölgesel istikrar ve
güvenlik meselesi ve IŞİD'in varlığıdır. ABD, Türkiye'nin Avrupa
Birliği üyeliğini desteklemeye devam etmektedir. Bunun yanı sıra,
geçmişte, Amerika Birleşik Devletleri, Kürdistan İşçi Partisi'ni
(PKK) Yabancı Terör Örgütü olarak tanıyarak, PKK'ya sağlanan maddi
destek kaynaklarının yasa dışı olduğunu beyan etmiş ve Kuzey
Irak'ta PKK'ya karşı Türk ordusunu desteklemiştir. Ancak, 2014'ten
bu yana, Türkiye ve ABD arasındaki ilişkiler, Suriye'deki savaşa ve
IŞİD tehdidine karşı sergilenen yaklaşımlardaki farklılıklar ve
Türk hükümetinin yurtiçindeki antidemokratik faaliyetleri gibi
meseleler yüzünden bozulmuştur.
Öneriler:
“Türkiye önemli bir stratejik ortak olduğu için, ABD
hükümeti, din özgürlüğü ile ilgili sorunları, en yüksek
kademelerde, Türk hükümetine karşı dile getirmelidir. USCIRF, ABD
hükümetinin Türk hükümetinin özellikle şu konularda adım atmasını
sağlamasını tavsiye etmektedir:
Din ve inanç özgürlüğü konusunda uluslararası insan hakları
standartlarına uygun yeni bir anayasa taslağı oluşturmak amacıyla
birden çok partinin üyesinden oluşan bir anayasa taslak komisyonunu
yeniden oluşturmak;
Tüm dini azınlık topluluklarına eşit haklar sağlamak amacıyla 1923 tarihli Lozan Antlaşması'nı yorumlamak,
Resmi kimlik kartlarının gerek basılı gerekse mikroçipli sürümlerinde din hanesini kaldırarak;
1. Alevi cemevlerini resmi ibadethaneler olarak tanıyarak;
2. Öğrencilerin, ebeveynlerinin dini veya felsefi inançlarını ifşa etmek zorunda kalmadan din derslerinden muaf tutulabileceği bir sistem inşa ederek
3. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uymak; Koşulsuz olarak, Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu'nun yeniden açılacağına ilişkin özel olarak ve devlet elinden verilen sözleri tutmak ve diğer dini toplulukların kendi ruhban okullarını açmalarına ve işletmelerine izin vermek;
Dini topluluklara liderlerini kendi iç tüzükleri ve inançları gereğince seçmeleri ve atamalarına izin vermek;
Hükümet yetkililerinin Türkiye'deki dini topluluklara ilişkin Yahudi karşıtı veya aşağılayıcı ifadelerde bulunmasının alenen kınamak." (DHA)