Geçtiğimiz yıl siyasi iktidarın baskısı altında işsiz bırakılan, hakkında davalar açılan ve defalarca sansüre uğrayan gazetecileri konu alan Persona Non Grata (İstenmeyen Adam) belgeseli büyük ilgi toplayan deneyimli gazeteci Tuluhan Tekelioğlu, bu kez yeni belgeseli Üvey Evlat’la karşımızda…
Sanata ve sanatçılara yönelik sansür ve baskıyı konu alan Üvey Evlat, 5 Haziran’da Beylikdüzü Kültür ve Sanat Merkezi’nde düzenlenen galayla ilk kez izleyiciyle buluştu. Halk gösterimi ise geçtiğimiz hafta Şişli’deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde yapılan belgesel, önümüzdeki günlerde YouTube kanalı üzerinden izlenebilecek.
Tekelioğlu, özellikle Gezi Direnişi’nden sonra sansüre uğrayan Levent Üzümcü, Zülfü Livaneli, Fazıl Say, Barış Atay ve Genco Erkal gibi pek çok ünlü sanatçıyı bir araya getirdiği belgeselin nasıl oluştuğunu ve gösterimlerin ardından ne gibi tepkiler aldığını ilk kez Medyatava’ya anlattı.
Gazetecilere yönelik baskı ve sansürü konu alan “Persona Non Grata” belgeseliniz oldukça ilgi görmüştü. Bu kez de “Üvey Evlat”la sanatçıların üzerindeki baskı eline dokunmuşsunuz. Bu belgesel nasıl ortaya çıktı?
Açıkçası buna ilk başlayan ben olmam iyi bir şey. Çünkü çok insanın aklına geleceğini tahmin ediyorum. Baskı ve sansür günlük hayatımızın bir parçası oldu ne yazık ki. İktidarın el atmadığı alan kalmadı. Açıkçası 23 yıllık gazetecilik hayatımda hiçbir zaman siyasi haberlere yönelmemiştim. Her zaman insan odaklı haberler ve röportajlar yapan bir gazeteciydim. Ama o kadar ciddi bir baskıyla karşılaştık ki bu ailemin ve oğlumun hayatını bile etkiledi. Dolayısıyla istemediğimiz halde siyaset şu an günlük hayatımızın bir parçası. Bu baskıyı geçtiğimiz yıl bizzat ben de yaşadım. Birçok arkadaşım da yaşadı. Ama çok önceden beri medyadaki kirliliği bildiğim için kendimi hep korudum. Bu benim şansımdı.
Nasıl korudunuz?
Son zamanlarda bağımsız gazeteci olarak mesleğime devam ettim. Televizyonda olmamın da bir şansı vardı. Televizyonda hep kontrat yaparak çalıştım. Dolayısıyla bağımsızlığımı korudum. İşten çıkarılmam diğerleri gibi büyük bir acı yaratmadı bende. Çünkü diğer arkadaşlarımda çalıştıkları kurumlara, odalarına, masalara, o masalarda bulundurdukları malzemelere ve patrona bile aidiyet duygusu vardı. Bu bende uzun zamandır yok. 7 yıl çalıştığım Sabah gazetesine bile misafir kartıyla gidip geldim. O yüzden bu aidiyet duygumun olmaması belki de yaşadıklarımıza karşı beni daha bir gözlemci kıldı. Bulunduğumuz duruma mesafe alarak baktım ve bu belgeseli bu yüzden yapabildim.
Amacınız yalnızca baskı ve sansürü anlatmak mıydı?
Açıkçası “Persona Non Grata”da medyadaki kirliliği ve teslim olmayı üç boyutlu bir selfie’yle çekmek istedim. Dolayısıyla o sadece sansür ve baskı belgeseli değildi. Aynı zamanda kendimize bir bakıştı. Şimdi sanatçılarda da aynısı söz konusu. Özellikle Gezi Direnişi’nden sonra birçok sanatçı arkadaşım işsiz bırakıldı. Onlarınki bizimki gibi bir meslek değil. Gazetecilik siyasetle çok içli dışlı. Basın dördüncü kuvvet ve ne olursa olsun bir yaptırım gücü olabiliyor. Sanat öyle değil, tam tersine daha bağımsız ve daha güzelliklere açık bir alan.
Türkiye’de çok eski dönemlerden bu yana sanatçıların üzerindeki baskı hep vardı aslında. Ancak Gezi Direnişi’yle bu daha da arttı… Siz o dönemde ve sonrasında yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mustafa Kemal Atatürk’ün bir lafı vardır: “Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarları kopmuş demektir.” Bizim hayat damarlarımız koptu. Özellikle de Gezi’den sonra… İktidarlar her dönem sanatçılara baskı uygulamışlardır. Bu bütün otoriter toplumlarda olmuştur. Vicdanın sanatından bahsediyorum ama… Ben Gezi’den sonra sanatçıları ikiye ayırıyorum: Teslim olanlar ve teslim olmayanlar. Yani vicdanının sesini dinleyen sanatçılar veya iktidarın yanında yer alan sanatçılar diye. Ben teslim olamayanlarla bunu yapmaya karar verdim. Çünkü çok ciddi bedeller ödediler. Bu bedelleri ödeyen insanların yanında 78 yaşını doldurmuş Genco Erkal da var, son dönemde senfoni orkestrasından bütün eserleri emirle kaldırılmış, dünyanın en tanınmış piyanist ve bestecilerinden biri olan Fazıl Say da…
Peki siyasi otoritenin uyguladığı baskı ve sansürü anlatırken aynı şeyin size de uygulanacağı korkusunu taşıyor musunuz?
Hiç korkmuyorum.
Herhangi bir engelleme ile karşılaştınız mı?
Bana “Deli misin?” diyen çok oldu. Üstelik de arkamda hiçbir kurum yok. Bir medya grubu yok. Tek başınayım ama bu önemli değil. Özellikle son belgeselimi kelebek etkisi yaratacağına inanarak yaptım. Öyle bir gücü var çünkü.
Sponsor desteği aldınız mı?
Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun şahsi desteğiyle çekildi bu film. Kendisine tekrar çok teşekkür ediyorum. Özellikle CHP’li belediyelerin bu filme destek olmalarını dilerim. Yani bir CHP’li belediye destek oldu diye kıskançlık yapmamalarını da…
Oldukça ünlü isimler var belgeselde. Bu isimleri ikna etmekte zorlandınız mı?
23 yıllık meslek hayatımda ciddi bir güven oluşturmuşum. Bu kadar değerli isimlerin bir araya gelmesi çok önemli. Belki de bu belgeselin ilk olma özelliği de bundan kaynaklanıyor. Aslında bu kadar önemli isimleri 52 dakikaya sığdırmak hiç kolay olmadı. Bu nedenle bir kitabı hak ediyor. Yaklaşık 300-400 sayfalık bir deşifreden çıktı bu belgesel.
“Persona Non Grata” gibi “Üvey Evlat”ın da bir kitabı olacak mı?
Evet. Yine Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkacak ve bunu DVD’siyle beraber vereceğiz.
Peki 52 dakikalık “Üvey Evlat” belgeselinin çekimleri ne kadar sürdü?
Çekimler 1 ayda bitti. Aslında televizyon habercisi olmamın bir avantajı vardı. İnsanları konuşturabilme yeteneği çok güzel bir şey. O duyguyu yakalayabilme yeteneğiyle kardeşimin mucizevi kurgu yeteneği birleşti ve ortaya bu belgesel çıktı. Açıkçası filmi kurgularken ilk fikri veren de babamdı.
Bu belgesel fikri babanızdan mı çıktı yani?
Evet. Persona Non Grata’yı izlerken “Neden sanatçılar olmasın” dedi. O anda bende bu belgesel fikri uyandı hemen. Çünkü Gezi’den sonra çok arkadaşım işsiz bırakılmıştı.
Belgeselin ilk gösterimlerinden sonra nasıl tepkiler aldınız?
Aslında filmin hiç beklemediğim yerlerinde insanlar alkışlıyorlar. Bu çok hoşuma gitti. İnsanlar bu dönemin tahammülsüzlüklerine dayanamaz hale gelmişler ve bunu belki de filmi izlerken alkışlayarak ortaya çıkarıyorlar. Çok stratejik bir şekilde sanatı yok etme durumu yaratmış iktidar. Yani bunu adım adım yapmış. Bir devlet sanatçısını işsiz bırakmaktan, bir opera binasını çürümeye bırakmaya kadar resmen kuşatma altında sanat şu an.
AKM’nin yıkılma kararına da değinmişsiniz. Ancak özünden koparılıp tamamen değişime uğrayan Emek Sineması’na değinilmemiş. Neden?
Emek Sineması’yla ilgili de Defne Halman’la konuştuk aslında. Emek Sineması’nı çekmeye gittik ama bu 52 dakikalık filmin içinde Emek tam yer bulamadı.
Neden yer bulamadı?
Film çok uzun olacaktı ve seçmek gerekiyordu. O yüzden Emek Sineması’nı tek başına işlemek daha doğru olur diye düşünüyorum. Çünkü hiç kolay değil süreçleri anlatmak. Zamana yayılan süreçler. Elimizdeki görsellerde iyi değildi Emek’i iyi anlatabilmek için. O yüzden konu ‘Emek mi, AKM mi’ noktasına geldi ve ben AKM’yi seçtim. Çünkü AKM bir ülkenin sembolü aslında.
O halde bu belgeselin devamı gelmeli…
Ben her defasında önemli bir konuya parmak basıyorum ki devamını getirsin insanlar diye. Bunlar bu dönemin ve neler yaşadığımızın belgeleridir. Sadece benim değil birçok insanın bunu yapabileceğini tahmin edebiliyorum. Beni eleştirenler kendi açılarından haklı olabilirler ama ‘tek başına bir kadın cesaret edip bunları yapıyor. Biz de bir yerinden tutalım’ demektense bizim toplumumuzda eleştirmeyi tercih ediyorlar.
Ne gibi eleştiriler aldınız?
Mesela dayanışma yok. Komik komik şeyler geliyor işte.
Örneğin iktidara yakın medya organlarından Sabah ve Yeni Akit’te bazı eleştirel haberler yer aldı. İddialarına göre; Türkiye’de sanatçılara yönelik sansür yokmuş ve aksine belgeseldeki isimler ön plana çıkmak için bu yolu seçmişler. Ne cevap vereceksiniz?
Filmi doğru izlememişler. En azından galada gelip fotoğrafları gizli gizli çekmeselerdi. Bizden demeç alsalardı. Gazetecilik budur. Filmi izlemelerini tavsiye ediyorum. Orada Genco Erkal, Gezi’den sonra 17 tiyatronun ödeneğinin kesildiğini söylüyor. İnsanlar işsiz bırakıldılar.
Teklif götürüp de kabul etmeyen isimler oldu mu?
Oldu elbette. Ancak isim vermek istemiyorum.
Gezi Direnişi’nden sonra sansüre uğrayan isimler var mıydı aralarında?
Evet ama ben onlara da saygı duyuyorum. Çünkü ne olursa olsun içinden geçtiğimiz süreç, yaşamımızı ve ekmeğimizi etkileyen bir süreç.
Cevapları bu yönde mi oldu?
Bazıları böyle söylediler. “Kusura bakma konuşamam. Çünkü konserlerim etkilenir” diyenler oldu. Ne diyebiliriz ki… İnsana dair her şey kabul edilebilir benim açımdan. Zorlamadım onları. Ancak konuşan isimlere de ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Müjdat Gezen kapısını açtı. Fazıl Say bizi kabul ettiğinde kapıda bavulu vardı mesela. Ertesi gün konseri vardı. Evinde de çok güzel bir konser verdi bizlere. Bir de Ankara katliamından kıl payı kurtulduk.
Nasıl yani? O gün orada mıydınız?
Evet. Ertuğrul Günay’la konuşmak için Ankara’ya gittiğimizde Arda Aktar’la da randevumuz vardı. Bize Kızılay’da randevu vermişti. Tam da 18:45’te üstelik… Ben Ümitköy’e gelmelerini rica etmiştim. Belki de bu sayede büyük bir faciadan kurtulmuş olduk.
Tekrar geçmiş olsun diyelim o halde… Belgeseli izlerken açıkçası gözüm bir karikatürist de aradı. Çünkü son dönemde çizerlere yönelik sansür ve davalar da oldukça gündemde. Mesela Musa Kart neden yoktu?
Aslında Musa Kart’la konuştuk. Röportaj yapamadık ama yer alması için ricada bulundum. Ancak tam da Can Dündar’ın duruşmalarının olduğu döneme denk geldi. Yine kadın çizerlerden Ramize Erer’le konuşmak istedim. Ancak o da Paris’teydi. Bu bir kesit aslında. Bir filmde her şeyin olması mümkün değil.
“Bu bir kesit aslında” dediniz ama filmde Grup Yorum’un kısa bir konser görüntüsü var. Neredeyse konserlerinin tamamı engellenen bir müzik grubunu ister istemez konuşmacı olarak bu belgeselde görmek istiyor insan…
Proje başladıktan sonra onlarla defalarca konuşmayı arzu ettik. Ama bir türlü bize röportaj verecek zaman yaratamadılar. Film montaja girdi, o zaman söylediler ama artık geç olmuştu. Dolayısıyla proje başlamadan önce konserlerini çektiğimiz için ‘umut’ bölümünde Grup Yorum’u kullandık.
Belgeseldeki karga metaforu çok dikkatimi çekti. Neden karga ve neden “Üvey Evlat”?
Karganın birçok anlamı var aslında. Karga en zeki hayvandır. Ama benim için karga kötülüklerin sembolüdür. Bir Çin atasözü “Karga her yerde aynı derece siyahtır” der. Film, bu karganın gözüyle başlıyor. O karganın siyahlığını da insanlara göstermek istedim. “Üvey Evlat” ismi de şöyle doğdu; Zülfü Livaneli’yle konuşmaya gittiğimde çok güzel bir cümle söyledi: “Sanatçılar sadece bu dönemde değil, her dönemde iktidarların üvey evlatları oldu.” O kadar etkilendim ki o cümleden. Bu yüzden belgeselin adını da “Üvey Evlat” koydum.
Bir de belgesel Genco Erkal’ın seslendirdiği Nâzım Hikmet’in “Vatan Haini” şiiriyle bitiyor. Film, Nâzım’dan izler de taşıyor bir bakıma…
Elbette. Nâzım’ın iyimserliği ve umudu var bu filmde. Onun ruhuyla yayılıyor.
Yeni bir belgesel projeniz var mı?
Devamı gelecek evet. Kadınların sanatçılar kadar toplumda büyük bir baskı gördüğünü hepimiz biliyoruz. Sadece sanatçı değil, bu ülkede kadın olmak da çok zor. Geçtiğimiz dönemlerde bunu yaşarken, şimdi bir de iktidarın da söylemleri eklendi. O yüzden yeni belgeselin adı ve konusu kadın olacak.
Merakla bekliyoruz o halde… Peki ya çocuklar? Ensar Vakfı’nda yaşanan tecavüz skandalıyla ilgili de bir belgesel yapmayı düşünür müsünüz? Yani çocuklara yönelik cinsel ve fiziksel şiddeti konu alan…
Benim diğer hassas olduğum yer de burası aslında. Yani en kırılgan olduğum nokta burası… 18 yaş altı istismara uğramış çocukların kamera görüntülerini kullanmak yasaktır Türkiye’de. Bu yüzden kolay bir konu değildir bu. Ama o çocukları yetiştiren anneler de çok ciddi istismara uğruyor. Çok ciddi bir travma içindeyiz aslında. Kadının adı yok ve yok edilmeye çalışılıyor. Zaten yoktu ama iktidarlar tarafından iyice silinmeye çalışılıyor. Özellikle başımızdaki kişi işte “Anneliği seçmeyen kadın yarımdır” gibi garip garip laflar ediyor. Bunu söyleyerek aslında anne olmak için uğraşan binlerce kadını da kırıyor.
"İLK TELEVİZYON GÖSTERİMİ PERŞEMBE GÜNÜ HALK TV'DE!"
Peki “Üvey Evlat”ı izlemek isteyenler nereden izleyebilecekler?
Bu Perşembe saat 21:00’da Halk TV’de ilk televizyon gösterimi yapılacak. Oradan izleyebilirler. Ardından Cadde Bostan Kültür Merkezi’nde bir gösterim olacak. Yılmaz Büyükerşen filmin sürpriz ismidir. Eylülde Yılmaz Büyükerşen’le birlikte Eskişehir’de bir gala yapacağız. 29 Temmuz’da Malatya’nın Arguvan ilçesinde bu filmi izleyeceğiz.
Halk TV’nin dışında başka bir TV kanalıyla görüştünüz mü?
Bunu konuşmak bile saçma. Çünkü ana akım medyanın nasıl manipülatif haberler yaptığını ve nasıl iktidarın hegamonyası altında olduğunu hepimiz biliyoruz. O yüzden şu an bu belgeseli yayınlayabileceğini düşündüğüm iki kanal vardı. Bunlardan biri Halk TV, diğeri ise Fox TV’dir. İlk gösterimi Halk TV’de yapacağız. Fox TV’de isterse bu filmi orada veririz. Ancak bu da şu dönemin aslında ne kadar baskıcı olduğunu gösteriyor. Bu filmin ana akım bir televizyon kanalı tarafından gösterilmiyor olması, aslında ne kadar doğru bir film yaptığımızı ortaya koyuyor. Bu filmi 5 sene sonra yapsak, insanlar çoğu şeyi anı olarak anlatacaklar. Ama şu an yaşadıkları şeyi acı olarak anlatıyorlar.
Canan Kaya / Medyatava
Twitter: @ckayacanan
Fotoğraflar: Reha Arcan