Türkiye Gazeteciler Federasyonu (TGF) Genel Başkanı ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti (İGC) Başkanı Atilla Sertel, 6 aylık bir aranın ardından beraberinde İGC yönetim kurulu üyeleriyle birlikte Silivri'de tutuklu bulunan meslektaşlarını açık görüşte ziyaret etti.
Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Turhan Özlü, Deniz Yıldırım, Hikmet Çiçek ve Mehmet Haberal ile birer saat görüşen Atilla Sertel, ziyaretin ardından izlenimlerini İzmir'in 9 Eylül Gazetesi'nde yazdı.
Sertel'in yazısı şu şekilde:
Adalet Bakanlığı’nın izin yazısı tam 6 ay sonra çıktı.
Gazeteci arkadaşlarımızla birlikte her ay düzenli Silivri’de yatan
arkadaşlarımızı ziyaret ediyorduk. Tam 6 ay önce Bakanlık bu
ziyaretleri durdurdu.
Bize gerekçe olarak, “Kurumsal olarak siz ve yönetim kurulu üyesi
arkadaşlarınız tutuklu gazetecileri ziyaret edebilir. Oysa siz çok
sayıda gazeteciyi cezaevine açık görüşe götürmek istiyorsunuz. Bu
durum da savcının yetkilerine müdahale etmiş oluyoruz” denildi.
Kısacası sonra yazdığımız dilekçeler gerekçe gösterilmeden
reddedildi.
Doğu Perinçek’i, İlker Başbuğ’u da ziyaret etmek istemiştik. Daha
doğrusu mahkeme salonunda sayın Başbuğ bana seslenmiş ve “Yalnızca
gazetecileri değil beni de ziyaret edin” demişti.
Ziyaret için söz verdim ancak bakanlık izin vermedi.
Mesleki anlamda tutuklu gazeteci arkadaşlarımızın yanındayız.
Sonuna kadar da bu böyle olacak. Sözü uzatmayacağım. Silivri
Cezaevi’nde yıllardır tutsak olarak tutulan gazeteci
arkadaşlarımızın durumunu merak ettiğinizi biliyorum.
Klasik ve alışkın olduğumuz aramalardan geçiyoruz. Ziyaretçi
kapısından girerken ayakkabılarımızı çıkarıyoruz. Üzerimizde para
olmamalı, telefon, sim kart, metal herhangi bir eşya… Kışın daha
zor oluyor aramadan geçmek. Palto, kaban, kemer, soyun, giyin…
Yazın kemeri, ayakkabıları çıkardın mı tamam.
TEKİN’İN EŞİYLE KARŞILAŞIYORUZ
Otobüsleri beklediğimiz ziyaretçi kısmında Ergenekon tutuklusu
Muzaffer Tekin’in eşi Müge hanımla karşılaşıyoruz. Gazetelerde ve
televizyonlarda Muzaffer Tekin’in avukatının Anayasa Mahkemesi’nin
kararına göre tahliye istediği haberleri üzerine konuşuyoruz.
Müge Hanım anlatıyor:
“Eşim Muzaffer Tekin hiçbir duruşmada ne tahliye istedi ne de
beraat talebi var. Mahkemenin konumunu, durumunu, yargıçları çok
iyi tanıyor ve hiçbir talebi yok. Avukatı tahliye için de dilekçe
verince çok üzüldü. Pazartesi günü mahkemeye dilekçe yazarak
herhangi bir talebinin bulunmadığını söyledi. Benim eşim bu ülkede
yedi nesil subay olarak gelmektedir. Dedelerinin tamamı subay olan
bir aileden gelmektedir. Bunlardan da hiçbir talebi yoktur.”
CEZAEVİNE GİRİYORUZ
1 Nolu Cezaevinin önünde duruyor bizi taşıyan otobüsümüz. Sina
Akyol’un şiir kitapları, Mutlu Tuncer’in son kitabı “Cumhuriyet’ten
Osmanlı’ya Mübarek Dönüş,”, Orhan Baykal ve Uğur Dündar’ın
“Yalandan Kim Ölmüş” kitaplarından birer adet tüm arkadaşlarımıza
hediye götürdük. Hocamız Prof. Dr. Şadan Gökovalı’nın yazdığı ve
Mustafa Balbay’a imzalayıp gönderdiği “Muğla ilinde Turizmi
Geliştirme Olanakları” kitabını emanete teslim ettik.
Açık görüş yaptığımız sol kapı bölümüne yöneldiğimizde
durduruluyoruz. Cezaevinin müdürü, “O bölümü mahkumlar aileleriyle
rahat görüşünler diye özel odalar şekline çeviriyoruz.
Başbakanlığın emri ve yasaların gereği düzenleme var” diyor.
Karşı kapıdan yukarıya çıkıyoruz ve Tuncay Özkan’ı beklemeye
koyuluyoruz.
TUNCAY ÖZKAN KRAVATSIZ
Tuncay Özkan’ı belki de bir açık görüşte ilk kez kravatsız
görüyorum. Her açık görüşte traşına dikkat eden, güzel bir koku
sürünen Özkan ilk kez kravatsız olarak geliyor.
Yine sinek kaydı traş olmuş, yine sırtında ceketi. Sıcağa ve
terlemesine rağmen ceketle oturmayı tercih ediyor. Çok özleşmişiz.
Durup durup yeniden sarılasım geliyor. Ancak konuşmak ve Tuncay’ı
dinlemek daha önemli. Anlatıyor:
“Biliyor musunuz bizi geçen gün ilk defa toprakla tanıştırdılar.
Mustafa Balbay’la ikimizi cezaevinde yeni düzenlenen ve güllerin
dikildiği bahçeye çıkardılar. Beş yıl sonra ilk kez yalınayak
toprağa bastım. İnanmazsınız ayaklarım kabardı. Sevinçten ne
yapacağımı şaşırdım, ayaklarım toprağa değdi. Mustafa ile birlikte
toprakta yalınayak gezindik. Bıraksalar içeri girmeyeceğiz.
Ayaklarımı iki gün yıkamadım ve toprak bulaşmış ayaklarımı toprak
niyetine kokladım.
Suyun içinde nane yetiştirmiştim. Biliyorsunuz saksı, toprak yasak
hücrede. Suyun içinde yetiştirdiğim nane çiçek açtı. Çok mutlu
oldum. Mor çiçekli nanem var.”
Tuncay özlemiş bizi. Dava ile savunma ile yargıçların vereceği
kararla ilgili konuşmak bile istemiyor. İzmir’den söz ediyor. İlk
miting yapmaya geldiğinde 300-500 kişi varmış, sonrasında üç beş
bin kişi ve sonrasında milyonu bulan insan. İzmir’i bize
anlatıyor:
“İzmir’i anlamazsan, İzmir seni hiç anlamaz. Arkadaş önce İzmir’i
anlayacaksın. İzmir demokrasi kokar, İzmir özgürlük, İzmir
çağdaşlık kokar. İzmir’e aşık olacaksın, İzmir’den kız alacaksın,
sonra İzmir’e kendini vereceksin. İzmir’e teslim olacaksın. İzmir’i
teslim almaya çalışırsan yandın. Çünkü İzmir teslim olmaz.”
Tuncay sözlerini sürdürüyor:
“İzmir’e girerken yeleni, pençeni, dişlerini bırakacaksın. İzmir
adamı adam yapar. İzmir’e hükmetmeye çalışana da gereğini
yapar.”
Yazının devamını okumak için TIKLAYINIZ