Akıllı telefonların ve internetin olmadığı, bilgisayarların ise birkaç evde olduğu yıllarda, radyolardan sonra ikinci mecramızdı televizyonlar...
TRT’nin ardından hayatımıza giren özel kanallar, farklı televizyon formatlarını izleyicilere sunarken, birbirleri arasında da tatlı bir rekabet içerisindeydiler. Tabii o dönemlerin TRT kökenli televizyon yöneticileri de şimdilerin başarılı kanal yöneticilerini yetiştirmiş oldular. O yöneticilerin yetiştirdiği isimlerden biri de bir dönem Star TV’nin ve MTV Türkiye’nin Genel Yayın Yönetmenliği’ni, Bloomberg HT’nin ise Görsel Yönetmeliği’ni yapan Şafak Bakkalbaşıoğlu… 30 yıllık sektör deneyimi olan Bakkalbaşıoğlu, bir döneme damgasını vuran ‘A Takımı’, ‘Televizyon Çocuğu’, ‘Zaga’ ve ’Siyaset Meydanı’ gibi birçok işe imza atmış biri… BBO Yapım’ın kurucusu olan Bakkalbaşıoğlu son olarak, 1 yıl önce dünyaca ünlü format şirketi Red Arow’la anlaşma imzalayan Karga Seven Pictures’ta Proje Danışmanlığı ve Stratejik Danışmanlık görevlerini üstlenmekteydi. Ancak Bakkalbaşıoğlu, kısa bir süre önce Karga Seven Pictures’la yollarını ayırdı.
Bakkalbaşıoğlu’yla hem bu ayrılığın nedenini, hem bundan sonraki süreçte neler yapacağını, hem de Türk televizyonculuğunun dününü ve bugününü konuştuk...
Karga Seven’la yolların neden ayrıldı?
Karga Seven’a 9 ay önce başlamıştım. Daha da uzun soluklu olmasını düşünüyordum ama piyasa koşullarını düşündüğümüzde böylesinin daha doğru olduğuna karar verip yollarımızı ayırdık. Ama yollar yine kesişebilir tabii…
“KARGA SEVEN BURAYA 1 SENELİĞİNE GELMİŞ BİR FİRMA DEĞİL”
Karga Seven’ın durumu ne olacak peki? Neredeyse bütün işleri yayından kaldırıldı…
Karga Seven çalışanı olmadığım için bu soruyu cevaplayamayacağım. Ama dışardan birisi olarak şunu söyleyebilirim; yapım şirketleri bir takım işler yaparlar ve başarılı da olurlar başarısız da. Bazen de işler planlandığı gibi gitmez. Karga Seven’ın da bu dönemde kısa vadede yaşadığı şey bu. Ama bu oyunun bittiği anlamına gelmiyor. Herhalde Karga Seven buraya 1 seneliğine gelmiş bir firma değil. Ya da 'bir iki iş yapayım da sonra kapatayım, vazgeçeyim' diyecek bir yapısı olduğunu düşünmüyorum. O yüzden her yapım şirketinin başına geldiği gibi konjonktürel olarak şanssız bir dönem geçiriyor. Ama çok çabuk atlatırlar.
Ne kadar sürelik bir anlaşması var Red Arow’la?
O ayrıntıları çok bilmiyorum ama yabancı şirketler 1 yıldan az süreli bir anlaşmaya girmezler. O nedenle 1 yıldan fazla bir anlaşması olduğunu söyleyebilirim. Karşılıklı irtibatları da devam ediyor.
Peki bundan sonraki süreçte ne yapmayı düşünüyorsun?
Karga Seven’la el sıkışma aşamasında da ben bir firma sahibiydim zaten. BBO Yapım’ın kurucusuyum ve o firmayı kapatmadım. BBO Yapım da kendi içerisinde bir takım işler yapmaya devam etti.
“BBO YAPIM’I YAKINDA ULUSLARARASI BİR BELGESELLE ÇOK SIK DUYACAKSINIZ”
Ne tarz işler yapıyor BBO Yapım?
Televizyon formatları, özel geceler ve tanıtım filmleri gibi işler yapıyoruz. Son olarak Gillette-Milliyet Yılın Sporcusu ödül törenini yaptık ve MFÖ grubuna klip çektik. Bu anlamda prestijli işler yapmaya da devam ediyor BBO Yapım. Dolayısıyla ön planda Karga Seven devam ederken BBO Yapım da varlığını sürdürüyordu. Dünkü bir firma da değil, 15 senelik bir geçmişi var. Artık bütün enerjimi orada sarf etmeye devam edeceğim. Zaten yakın bir zamanda BBO Yapım’ı uluslararası bir belgeselle çok sıklıkla duyacaksın…
Şimdiden tebrik ederim o halde… Peki ne kadar yakın bir tarih bu?
2018’in ilk çeyreğinde…
Konusu nedir?
Konusunu söyleyemem ama çok konuşulacak ve prestijli bir iş olacağını paylaşabilirim.
Tarihi mi, biyografi mi?
Yok söylemeyeceğim. (Gülüyor) Ama netleştiği andan itibaren ilk senle paylaşacağım.
“BU SİYASİ ÇALKANTILARIN İÇİNDE NEFES ALDIRACAK BİR TV PROGRAMI ÜRETTİK”
Peki öyle olsun, sözünü aldım en azından… Belgeselin dışında başka ne tarz yapımlar olacak BBO Yapım’da?
Benim tanınmamdaki en önemli unsurlardan bir tanesi kreatif bir yönetmen ve yapımcı olmam. Ayrıca birçok tanınmış yeni formatı benim ortaya çıkarmış ve bunları uygulamış olmam. Dolayısıyla BBO’nun bu yapısı devam edecek. Hatta bunu teyit etmek anlamında yeni oluşturduğumuz bir fikrin demosunu çektik. Yakın zamanda bir televizyon programı önerisi olarak birkaç kanala sunacağız. Kağıt üzerinde değil de sahada uygulanmış versiyonunu görmüş olacak yöneticiler.
İçeriği nedir?
Bir sokak işi, o kadarını söyleyeyim. Çok sempatik bir iş çıktı ortaya. Bu siyasi çalkantıların içerisinde biraz nefes aldırtan bir proje ürettik.
“SENERYOSU HAZIR OLAN BİR SİNEMA FİLMİ PROJEMİZ DE VAR”
Sinema filmleri olacak mı?
Senaryosu hazır olan bir sinema filmi projemiz var şu an. Geçmişi 10-12 senelik bir hikâye…
Gerçek bir hikâye mi?
Evet, yaşanmış bir hikâyeden yola çıkarak hazırlanmış bir iş. İnşallah onu da hayata kazandırmak için bir sonraki aşamaya geçeceğiz. Kuluçka dönemi bitti yani, üretme aşamasındayız şu an.
“BÖYLE BİR ÜLKEDE YAŞIYORSANIZ CESUR OLMAK ZORUNDASINIZ”
Siyasi ortam çok gergin ve televizyon sektörünün de çalkantılı olduğu bir süreçteyiz aslında. Birçok yapımın artık ilk bölümde yayından kaldırıldığı ve rekabetin üst seviyede olduğu böyle bir dönemde çekincelerin yok mu?
Böyle bir ülkede yaşıyorsanız, cesur olmak zorundasınız. Çünkü bu ülkenin derdi bitmez. Burası kaynayan bir yapı. Genç bir kitlesi var bu ülkenin ve kafalar çalışıyor. Kafalar çalışınca da karışıyor haliyle… Dolayısıyla televizyonculuk yapıyorsak, bu konjonktürde de bir şey üretmek zorundayız. Risk almadan başarılı olamıyorsunuz.
Peki sadece belgesel, TV programı ve sinema mı var şu an için gündemde? Başka yenilikler gelecek mi BBO Yapım’dan?
Sadece dediğin şey bayağı bir şey değil mi yani? (Gülüyor)
Elbette öyle de belki kaçırdığım bir şey vardır diye soruyorum…
Şu konjonktürde soluk getireceğini düşündüğüm iki tane yarışma formatı ürettik.
“BU KADAR DİZİ SATABİLEN BİR ÜLKE NEDEN TELEVİZYON PROGRAMI ÜRETEMİYOR VE SATAMIYOR”
Varmış işte…
(Gülüyor) Bunlar son derece özgün ve iddialı işler. Bu formatların da ön sunumları yapıldı kanallara. Sektöre katkı sağlayacak ve yurt dışında da yabancı ülkelere satılabileceğini düşündüğüm stüdyo formatları. İnşallah bu ekonomik yapı içerisinde olması gereken yeri bulur. Çünkü Türk televizyonculuğu da biraz sıkıntıda şu an. Artık herhangi bir televizyon fuarına gittiğiniz zaman Türk yapımcısı dizi satan bir konumda. Fakat temel soru şu; bu kadar dizi satabilen bir ülke neden televizyon programı üretemiyor ve satamıyor… Biz orada yetersiz miyiz de üretemiyoruz, yoksa yeterli insanlar var da onlara imkân mı vermiyoruz…
“STÜDYO PROGRAMLARINI DIŞARIDAN ALIP BURADA UYARLAMAYA ÇALIŞAN BİR TELEVİZYONCULUK MODELİYLE KARŞI KARŞIYA KALDIK”
Sence?
Bence ikincisi tabii ki… Türk televizyonculuğunun bütün özel kanallar ve TRT geçmişine baktığınızda aslında format üretiminin çok daha yetkin ve üst düzeyde olduğunu görüyorsunuz. Sonra yıllar içerisinde birden bu denge bozuluyor. Dışarıdan günlük dizi ithal eden Türk televizyonculuğu, böyle yaptıkça doğrusunu buluyor ve artık yurt dışına dizi ihraç eder hale geliyor. Peki ne oldu da dramaları ihraç eden ülke, bir dönemin fenomen programlarını yapan yapı, dağıldı gitti ve niceliksel olarak başka bir şey üretemez hale geldi? Sonuç olarak biz stüdyo programlarını dışarıdan alıp burada uyarlamaya çalışan bir televizyonculuk modeliyle karşı karşıya kaldık.
“TELEVİZYON YÖNETİCİLERİ TELEVİZYONCULUĞUN ATAR DAMARI OLAN STÜDYO PROGRAMLARINI ÖNEMSEMEDİLER”
Ne oldu?
Bütün televizyon patronları ve yöneticileri drama ve öykü konusunda bir fikir sahibi olduklarından o kadar eminlerdi ki, bu duruma alt yapı sağladılar. Aslında televizyonculuğun atar damarı olan stüdyo programlarını önemsemediler.
Nedeni ne olabilir?
Belki daha az para kazandırdığı için, belki bir taşla iki kuş vurmak için, belki de dizilerin 4 kere daha tekrarlanıp stüdyo programlarının tekrarlanamıyor olmasıydı. Bu tip gerekçelerle stüdyo programcılığı tamamen göz ardı edildi.
“NEDEN PRİME TİME’I TEK BİR DİZİYLE GEÇMEK ZORUNDA BIRAKILDIK”
Dizilerden daha çok para mı kazanıyor kanallar, stüdyo programları zarar mı ettiriyor?
Bu hesap kitapta bir hata var bence. Bütün dünyada 45 dakika yapılan bir dizi, niye burada yaklaşık 2 saat yapılıyor mesela… Neden biz bir Prime Time’ı tek bir diziyle geçmek zorunda bırakıldık… Özel televizyonların ilk yıllarını düşündüğümüz zaman ve normalde de olması gereken iki tane programla geçilmesidir. İki tane stüdyo programıyla geçerken, ne oldu da 120 dakikalar gibi bir açmazın içine düştük… Bu soruların cevaplarını sektörel olarak bulmamız gerekiyor.
Senin cevapların neler peki?
Bir Prime Time bütçesi var ve kanal da diyor ki “Benim harcayabileceğim para bu”… Bu parayla ne yapabilir kanal? Birincisi versiyon olarak iki tane stüdyo programı olabilir, ikide sıfır yapabilir ve başarısız olduğunda çöpe atmış olur. Şimdi onların yerine ‘bunlara hiç girmeyelim’ diyor ve bir tane dizi yapıyor. Ama hepimiz aynı sektördeyiz. Birinci veya ikinci bölümde kalkan diziler var. Yazık değil mi yani… Dolayısıyla o riske giriyorsan, programlarla ilgili de riske girmen lazım. Ama tabii ki burada başka etkenler de var.
“REKLAMVERENLER DE ÇOK ÖNEMLİ BİR ETKEN”
Nedir o etkenler?
Reklamverenler de en önemli etkenlerden biri. Reklamveren “Ben burada dizi istiyorum ve şununla yapılmış diziyi destekleyebilirim. Stüdyo programı yaparsan desteklemem” diye dayattığı sürece ve reklam tarifelerini reklamverenler, ödeme vadelerini ajanslar belirlerse ve kanal da bunu paşa paşa kabul etmişse o zaman bu durumdan nasıl çıkacağız diye kara kara düşünürüz. Bu bizim tıkadığımız bir yapı. Hiç kimse fedakarlığa girmek istemiyor.
Peki şu an için stüdyo programları ve dizi dengesini sağlayan bir kanal söyleyebilir misin?
TRT her şeye rağmen özgün formatlara en çok yer açan kanallardan biri. Başarılı ya da başarısızdır o ayrı bir tartışma konusu. Ama en azından denemek için birkaç saatini feda ediyor. Tabii burada TRT Genel Müdürü İbrahim Eren’in katkısı da büyük. Kanallar ve yapımcılar diyorlar ki, “Arkadaşlar biz dizi yapıyoruz ama diziyi burada gösterip bütün dünyaya satarak aslında hem kanala hem de yapımcıya para kazandırıyoruz…” Ancak aynı şey formatta da yapılabilir.
“AVRUPA TELEVİZYONCULUĞUNDAN ÇOK DAHA İYİ DURUMDAYIZ”
Dünyada durum nedir? Diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda ne gibi farklılıklar var?
Çok kötü işler var tabii ki ama Türk televizyonculuğuna hiç de haksızlık etmeyelim. Ama dünyada da çok kötü işler var. Bir kere Avrupa televizyonculuğundan daha iyi durumdayız. Belki Almanya ve İngiltere yapımları biraz daha özel olabilir ama Avrupa’daki birçok ülkeden çok daha önde bir televizyonculuk üretimine sahibiz. Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerini zaten geçmiş bir konumdayız. Mesela Fransa’dan ve İtalya’dan yüzde yüz daha iyi durumdayız. Kore ve Hindistan’la fikir zenginliği açısından aynı seviyedeyiz ama nitelik bakımından biraz daha iyiyiz. Yine Latin Amerika ülkelerinin tamamından daha iyi seviyedeyiz. Ancak Amerika’ya baktığınızda oradaki devlerle boy ölçüşecek durumda değiliz.
“İNTERNET TELEVİZYONLARI, KLASİK TELEVİZYONLAR İÇİN BİR RİSK DEĞİL”
Peki internet televizyonlarıyla ilgili ne düşünüyorsun? Klasik televizyonların tahtını sallıyor mu sence?
İnternet televizyonculuğu klasik televizyonculuk için asla bir risk değildir. Bu tartışmalar hep olmuştur aslında. Mesela sinemanın bir numara olduğu dönemde televizyonun keşfinden sonra “Eyvah sinema bitti” denildi. Ama bitmediğini görüyoruz. Televizyonun belki de tekrar remobilize olmasının itici güçlerinden biri dijital medya olabilir. Çünkü orada daha serbest, daha özgür, daha ucuza ve daha az riskle çok fazla deneme yapılabilir. O denemelerden de belli bir seviyeye gelen birçok iş, televizyonu besler hale gelebilir. Ya da tam tersi olabilir. Dijital medyada tanıttığınız herhangi amatör bir yüz, bir anda bir televizyon karakterine dönüşebilir. Dolayısıyla organik olarak iç içe olan bir yapı olduğu için, birbirini beslerler.
Canan Kaya / Medyatava