İşte Taraf Gazetesi'nde yaşanan çatışmaya ilişkin Gürbüz Özaltınlı'nın yazısı:
TARAF'TA LASTİK PATLATANLAR
Erdoğan ve yakın arkadaşlarının merkezî çekirdeğini oluşturduğu değişim sürecinin koalisyoner bir yapıya da yol açtığı çok yazıldı konuşuldu. Başbakan’ın büyük kabul gören otoritesinin birleştirici gücü ise açık. AKP, ek yerleri giderek silikleşen bütünlüklü bir parti görünümü veriyor.
Fakat, bu koalisyonun bağımsız sesleri de var ve bu çok doğal. Taraf da kendi içinde farklı renkleri taşıyan yazar ve yönetim kadrosuyla baştan beri bağımsız bileşenlerden birisi oldu. Yayın politikası ve savunduğu değerlerle, demokratikleşme sürecinde hacmini çok aşan etkiler yarattı.
Gazete bugün de, bütün enerjisiyle barış çabalarına katkı vermeye çalışıyor. Birisi genel yayın yönetmeni olmak üzere beş aktif yazarının Âkil İnsanlar Heyeti’ne davet edilmesi rastlantı değil.
Ancak gören her göz fark ediyor ki, bu süreci sindiremeyen ve muhalefetini esirgemeyen sesler de varTaraf’ta. Olabilir. İçinde farklı renklerin yer aldığı bir gazeteden söz ediyoruz sonuçta. Ayrıca tanık olduğumuz ayrışma yeni de değil. Dikkatli her okuyucu, özellikle Kürt sorununda çatışmalı pozisyonların varlığına ilişkin işaretleri, bugüne kadar çokça gözlemiş olmalı.
Şimdi içine girdiğimiz barış süreci bu farklılığı daha belirgin kıldı sadece.
Barışı nasıl istiyorlar
Eleştirel tutum takınan yazarların görüşünü özetlersek; “PKK muhatap alınarak sorun çözülemez”... Evet, tek cümleye indirebiliriz ve sanırım hiç birisine haksızlık yapmış olmayız.
Onlara göre yapılacak iş, Kürtlerin demokratik haklarının tanınması ve PKK’nın tasfiye edilmesidir.Emre Uslu, örneğin Namık Çınar’dan daha “realist” olduğu için; demokratizasyonun PKK’yı kendiliğinden bitiremeyeceğine, bu örgütün Kürtlerin algısını yönetmesine imkân veren güçlü bir network’e sahip olduğuna, bu network’ün “tasfiye edilmesinin” zorunluluğuna işaret eden sayısız yazı kaleme aldı. Yazılarından, bugün de görüşünü değiştirmediğini; sürecin PKK’yı tasfiye etmek yerine güçlendirdiğine ve bunun Kürt milliyetçiliğini tırmandırdığına, milliyetçiliğin barışa engel olduğuna inandığını anlıyoruz. Açıkça söyleyemediği ise şu: PKK’yı ve KCK’yı ezmek ve teslim almak için ne gerekiyorsa o yapılmalıdır. Bu da herhalde muhatap alıp onunla barışmak ve siyaset sahnesine çekmek olmamalıdır. Ağızdaki bakla “savaşa devam”dır. Süreci destekliyorum sözü boşlukta sallanan bir slogana dönüşmektedir yazılarında. İnsana ” bir de desteklemeseydi ne yazardı” diye düşündürmektedir.
Namık Bey’in ne zaman lastiği patlattığını tam yakalayamadım. Güzel güzel orduyu yazıyordu genellikle. Şimdi, hem de göz göre göre barışa doğru ilerlenirken “Erdoğan’ın ikinci Kemalizmi”,“Tek adamlık hırsı”, “Öcalan’ın ilkel milliyetçiliği” üzerinden, yuvarlanmak üzere olduğumuz uçurumlara karşı bütün güngörmüşlüğüyle durmadan bizi uyarıyor. Hem de, “gidişatın sihrine kapılmış insanlara laf anlatmaya kalkmanın enayiliğin daniskası olduğunu” düşünmesine rağmen.
“Kürt sorununu çözmede en kötü seçenek bile
olamayacakken, masaya PKK ile oturmak tercih
edilmiştir” diye yakındığı bir yazısında, bize milliyetçiliğin
kötülüklerini anlatıyordu geçenlerde. Tabii o da “barış
olmasın” demiyor! “Bu usullerle barış olmaz” diyor.
Bu ikisini ayıramamamıza da kızgın.
Baransu ise doğrudan süreci irdeleyen yazılar yazmıyor. Farklı
temaları var onun. MİT ve
Erdoğan’ın“günahlarını” hatırlatıyor. Sürece ilişkin
endişelerini aşamadı. Aşabileceğe de pek benzemiyor.
Demokratlığın ölçüsü
Dediğim gibi, “Kürt sorunuyla PKK sorununu ayıralım; hakları tanıyalım PKK’yı tasfiye edelim” düşüncesinin yeni bir tarafı yok. Taraf’ın sayfaları da bugüne kadar bu tartışmalara çokça tanık oldu.
Ben burada eski görüşlerimi tekrar geniş geniş anlatmayacağım. Fakat, PKK’nın Kürt sorunundan ayrılamayacağını, bu yönde tüm denemelerin daha fazla kan olarak geri döndüğünü, önceliği PKK’nın silah bırakmasına veren bugünkü politikaların kuvvetle desteklenmesinin zorunluluğunu hatırlatmakla yetineceğim.
Bu arkadaşların, kendilerine şu basit soruları sormalarını teklif ediyorum: Silah bırakmış bir Kürt örgütünün (velev ki ultra milliyetçi olsun) demokratik yollardan legal siyaset yapmasını, onlarla“savaşa devam” etmekten daha tehlikeli bulmanın “demokratlık”la ilişkisi nedir?
Siyasetin şiddete başvurmak dışında bir yasağı olabilir mi?
Yarın PKK, Öcalan’ın ilan ettiği gibi silah dönemini kapattığını göstererek güçlerini ülke dışına çıkarttığında “bu durum eskisinden daha kötü bir durumdur” diyebilecekler mi?
Eğer derlerse, kendilerine de “demokrat” demeye devam edecekler mi?