Karanlıktan Doğan Aydınlık Midhat Paşa kitabının yazarı Şule Akşun, son günlerdeki tartışmaların odak noktasındaki Midhat Paşa ve kitabıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Midhat Paşa tarihimizdeki önemli figürlerden biri, ilericiliğiyle döneminin çok ötesinde bir lider ve son zamanlarda da tartışma konusu haline geldi. Siz Midhat Paşa hakkında kapsamlı bir kitap yazmış biri olarak bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tartışma konusu haline getirilen Midhat Paşa’dan ziyade Sultan Abdülhamid ve dönemidir. Doğal olarak ucu Midhat Paşa’ya değiyor. Midhat Paşa, Sultan Abdülhamid’in kurdurduğu düzmece Yıldız Mahkemesi’nde, Abdülaziz cinayetiyle yargılanmış, aslı astarı olmayan ithamlarla idama mahkum edilmiştir. Sonradan bu idam kararı sürgüne çevrilerek Taif Kalesi’ne gönderilmiş, burada kaldığı dört yıl boyunca akıl almaz uygulamalara maruz kalmış ve en sonunda da kaldığı hücrede boğularak öldürülmüştür.
Yıldız Mahkemesi tarihimizin kurmaca ilk siyasi davasıdır. Bu davada gerçekler gün gibi ortada olmasına rağmen verilen karar siyasidir ve Midhat Paşa’nın yaptığı son derece etkili savunma bile kararı değiştirmeye yetmemiştir. Bu da bize yakın zamanda görülen, Ergenekon, Balyoz, Oda TV davalarını hatırlatıyor.
Sansür, yasaklama, baskı, aydınların sürülmesi, etkisizleştirilmesi ya da hapsedilmesi, tüm muhalefetin zapturapt altına alınması Abdülhamid döneminin karakteristik uygulamalarıdır. Bunlar size de tanıdık gelmiyor mu?
Biyografik roman son dönemlerde ilgi çeken bir tür. Her ne kadar kurgu da olsa tarihi gerçeklerle ters düşmemek, kişileri ve olayları olduğundan bambaşka göstermemek gibi zorlukları da var. Sizin ilk kitabınız bu, neden biyografik romanı tercih ettiniz?
İnsanların tanımak için okumaları gerekiyor. Okuyorlar mı? Tartışılır. Ancak şu bilinen bir gerçek. Başka insanların hayatları ilgimizi çeker ama roman gibi anlatılırsa. Kuru tarihi bilgiler insanları ilgilendirmiyor artık. Gereksiz görülüyor. Ama edebiyata batırılmış tarih okunmaya layık görülüyor. Benim yaptığım da bu.
Aslına bakarsanız ben, tarihi romanlardan öğrenmenin doğru olmadığını düşünenlerdenim. Diyeceksiniz ki öyleyse niçin kendin de bunu yaptın? Şöyle söyleyeyim. Kaygım, unutulmuş ya da kasıtlı olarak unutturulmuş, tarihimizin önemli bir değerini tanıtmak, hatırlatmaktır.
Romanı yazım sürecinde zorlandığınız zamanlar oldu mu? Ya da şöyle sorayım, bu romanı yazarken sizi en çok zorlayan şey ne oldu?
İşin beni en çok yoran kısmı, elli yıla yakın bir süre devlet hizmetinde bulunmuş, iki kez sadrazam koltuğuna oturmuş, valilikler yapmış, Danıştay reisliği, Adalet bakanlığı yapmış, hiç durmadan çalışmış bir zatın yaptıklarını, sadece başlıklar halinde sıraladığımızda bile sayfalar dolusu sürecek çalışmalarını önem sırasına göre değerlendirmek ve özetlemeye çalışmaktı. Umarım başarılı olmuşumdur.
Roman kahramanınız olarak Midhat Paşa'yı seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Elbette var. Cumhuriyetin tüm kazanımlarının sorgulamaya açıldığı ve değersizleştirildiği enteresan bir süreci yaşıyoruz. Mustafa Kemal’in ordusu dahi kendisine yapılan saldırıları göğüsleyememiş, Ergenekon adı verilen düzmece bir dava ile tarumar edilmiştir. Çok uzun zamandan beri kabuğuna gizlenmiş bugünü sabırsızlıkla bekleyenler, cumhuriyete saldırıldıkça ellerini ovuştururken, diğer taraf boynunu bükmüş elinden kaçırdıklarının arkasından bakmakla yetiniyor. Oysa bu cumhuriyet, yıkılırken arkasından sadece sessizce bakılmayı hak etmiyor. Bizi bugüne taşıyan kıymetli aydınların, ilericilerin hatırlanmaya ihtiyacı var. İşte Midhat Paşa bizi aydınlığa götüren ve bu yolda canını vermiş bir aydın, büyük bir ilerici. Toplumun yitirdiği belleği yeniden inşa etmek zorundayız. İstedim ki hafıza tazelemeye buradan başlayalım ve asla unutmayalım, ışık ne kadar az da olsa aydınlıktır ve karanlığa tutunanları ürkütür.
Tarihe merakınız arkeoloji okumuş olmanızdan mı geliyor? Kendinizden ve sizi roman yazmaya yönelten süreçten de bahseder misiniz biraz?
Arkeolojinin tarih okumama etkisi olmuştur elbette. Tarihi bilmek, bugünü anlamak için en önemli etkenlerden biri. Anlamak ne yapacağını bilmek demektir. Anlamak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Hem geçmişe hem de bugünümüze sahip çıkmak adına.
Roman yazmaya gelince, aslında böyle bir niyetle yola çıkmamıştım. Son zamanlarda yaptığım okumalar oraya sürükledi birazda. Geçmişte de birkaç yazma deneyimim oldu. Öykü sevenlerdenim.
Tarihi araştırma kitaplarından okumak yerine romanlardan okumak kolaycılık mı sizce? Böyle bir eğilim görüyor musunuz okurlarda? Bu kitabı böyle bir olanak gördüğünüz için mi yazdınız?
Tarihi, romanlardan öğrenmek bir kolaycılık mıdır? Olabilir ama bunun nesi kötü? Bilginin, bilmenin kıymetini yitirdiği, değersizleştirildiği bir dünyada insanların bilgilenmesine yarıyorsa daha ne olsun. Ama bir de tehlikesi var bu işin. Eğer tarihi bilgiler çarpıtılıyor, gerçeğin dışında bir yerlere götürülüyorsa, o zaman bilgi kirliliğinden başka bir işe yaramayacak, kafaları bir hayli karıştıracaktır elbette.
Bundan sonra da yazmaya devam edecek misiniz? Yeni çalışmalar yapmaya başladınız mı?
Evet. Biyografiye devam. İranlı, ünlü çocuk masalları yazarı Samed Behrengi’nin biyografisini yazdım. Zevkle okudum, zevkle yazdım. Bu çalışmayı yaparken şu zamana kadar yaptığım tüm okumaların batı edebiyatı ve Rus edebiyatı ile sınırlı olduğunu şaşarak fark ettim. Yanı başımızdaki bu muazzam coğrafyaya bu kadar yabancı kaldığım için hayıflanıyorum gerçekten. Behrengi vesilesiyle, Sadık Hidayet dışında, yabancısı olduğum İran Edebiyatı’na adım attığım için kendimi şanslı hissediyorum.