Teknolojik gelişmeler yüz yüze ilişkileri olumsuz etkiledi. Öyle ki birbirine dokunmayan, birbiriyle göz teması kurmayan ilişkiler ortaya çıktı. Tehlikeyi gören uzmanlar “Sosyal Engelli” kavramına dikkat çekiyor. "Sanal dünyada öyle bir dostluk oluştu ki el sıkışmaya hasret kaldık" diyen Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan amacı dışında kullanılan teknolojinin kişilerin günlük yaşam aktivitesini bozduğunu, eşiyle, çocuklarıyla ilgilenmeyen bireyleri ortaya çıkardığını kaydediyor.
Üsküdar Üniversitesi Rektörü, psikiyatri uzmanı Prof.Dr. Nevzat Tarhan, teknoloji bağımlılığı olarak da bilinen “Fomo”nun dünyada giderek artan bir salgın haline geldiğini belirterek şunları söyledi:
Sanal Dünya Hastalığı FOMO!
“Fomo’nun kelime anlamı “Fear of Missing Out” yani çevrimiçi olmaktan korkma, kaybetme korkusu. Kişi, internetle bağlantılı olmamaktan korkuyor. Gittiği yerde Wi-Fi çalışmıyor, internete giremiyor ve çok huzursuz oluyor. Kendini böyle ayakkabısız ya da gözlük kullanıyorsa gözlüksüz yani bir tarafı eksik gibi hissediyor. Bu bir korku oluyor. Fomo, bu durumu tanımlamak için popüler psikolojide kullanılan bir terim. Dünyada böyle bir kavram var. İnsanlarda çevrimiçi olamama gibi bir korku var. Bunun ne olduğunu tanımlayalım diye birileri tanımlamış, genel sorunu ifade ettiği için de kolayca kabul görmüş ve yaygınlaşmış. Özellikle internetle teması olan bütün insanlarda bu görülmeye başlandı.”
Aile içindeki tehlike FOMO!
Fomo’nun dünyada 1990’ların başında soğuk savaş dönemi bittikten sonra ortaya çıkan küreselleşmeyle beraber gelişen teknolojinin bir sonucu olduğunu belirten Prof.Dr. Tarhan, “Küreselleşmenin getirdiği politik-sosyolojik değişimle birlikte aynı zamanda teknolojik bir değişim de oldu. Bu ikisi birleşince dünya elektronik bir köy oldu. Yani Kanadalı biri, Irak’taki biriyle tanışıyor ve rahatlıkla evleniyorlar ve bunu tamamen sanal ortamda yapıyorlar. Sanal ortamda iletişim kurabilme konusunda inanılmaz bir kolaylık ortaya çıktı. Bu kolaylık ise öngörülemez değişikliklere neden oldu insan hayatında. Fomo da bunlardan birisi ve karı-koca, anne-baba-çocuk arasına giriyor. Gençler bir araya geliyor, herkesin elinde birer cep telefonu ve birbirleriyle konuşmuyorlar. Aynı salonda, aynı evde herkesin elinde bir akıllı telefon, herkes ayrı bir dünyada. Evden çıkarken unuttukları zaman da muhakkak geri dönüp alıyorlar. Buradan İzmit’e giderken Gebze’den geri dönüp telefonunu alanları biliyorum. Bu derece temel bir ihtiyaç haline geldi.” diye konuştu.
Hepimiz FOMO muyuz?
Fomonun kişinin hayatını etkilemeye başladığı andan itibaren bir bağımlılık olarak sayılabileceğini belirten Prof.Dr. Tarhan, “Bu davranış, kişinin günlük yaşam aktivitesini bozuyorsa, sanki hayatının tek konusu ve merkezi haline geliyorsa, eşiyle ilgilenmiyorsa, çocuklarına yansıtıyorsa artık bir bağımlılıktan söz edilebilir. Mesela kişinin bir gününü planlaması lazım. Ama o kişi ilk olarak eline cep telefonunu alıyor. Yapılacak işlerini kaçırıyor yani hayatının akışını değiştiriyor. Bakıyorsunuz bir saat geçmiş. Onu dışarıda bekleyen birçok iş var. Günlük yaşam aktiviteleri, rutin işleri bozuluyor kişinin. Bu tıpkı alkol alan bir kimsenin sabah uyanıp alkol aramaya başlamasıyla aynı şeydir, bağımlılıktır.
Bağımlılığın da kriterleri olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Tarhan, “Başarısız bırakma girişimleri, fazla zaman geçirme, olmadığı zaman yoksunluk gösterme, sinirlilik ve öfke hali oluyorsa bağımlılık başlamış demektir. Kişi bundan haz alıyor ve beyindeki ödül-ceza sistemi bozuluyor. Bu sanal bağımlılık, davranışsal bağımlılık kategorisine giriyor.” diye konuştu.
FOMO tedavi edilebilir mi?
Sanal bağımlılığın üç aşaması olduğunu belirten Prof. Dr. Tarhan, “Birinci aşamada kişi bunun bağımlılık yaptığını biliyor ama günlük yaşamını çok bozmuyor. Bu genelde hepimizde var. Sabah kalkıyoruz, 5-10 dakika yeni bir gelişme var mı diye kontrol edip işimize dönüyoruz. Bu kabul edilebilir sınırlarda, bunun insanın gelişmesine faydası var. İkinci aşamada kişi istemediği halde uzun zaman geçiriyor. 1-2 saat geçirdikten sonra, “Ne biçim insanım, neden bu kadar zamanımı harcadım?” diyor ve birçok işi aksıyor, sonra pişman olup üzülüyor ama böyle gelgitler yaşıyor. Burada artık bağımlılık başlamıştır ama ilk aşamasındadır. İlerledikten sonra “Bu benim hayatımın bir parçası, olmazsa olmaz” diyor, evliliğini bitirmeye karar veriyor, iş yerine gitmemeye sebep oluyor, bu derece kişinin hayatını kısıtlıyorsa bu artık klinik tedavi noktasına gelmiş demektir. Öğrencilerin bazısı okula gitmiyor bu yüzden, anne baba ikna edemiyor.” dedi .
Üçüncü aşamada yatarak tedavi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Tarhan, “Tedavide ilk başta sosyal-duygusal yoksunluk bırakılıyor, tamamen izole ediliyor. Kişiyi mahrum bırakıyoruz öncelikle, bu şekilde tedavi yapıyoruz ve bir müddet sonra krize girer gibi oluyor ama bakıyor “Bu olmadan da zevk almayı başarıyormuşum, yeni ilgi alanlarına yönelebiliyormuşum.” diyor. Yani zarar algısı oluşturuyoruz. Bir müddet sonra kişiye tedavi içerisinde saatli kullandırtıyoruz. Günde 1-2 saat gibi. Tedaviden olumlu sonuç alabiliyoruz. İnternet bağımlılığı, madde bağımlılığına göre çok daha kolay ve hızlı şekilde sonuç aldığımız bir durum. Ama işi kolaylaştıran şey kişinin farkına varabilmesi.” dedi.
Bilgisayar evin açık kapısı!
Sanal dünyanın özellikle çocuklar açısından oluşturduğu tehlikelere de dikkat çeken Prof.Dr. Tarhan, teknolojinin kişileri sosyal engelli kişilere dönüştürdüğünü belirterek şu uyarılarda bulundu:
“Bazı anne babalar, ‘Evin güvenli ortamında bırak internetle ilgilensin.’ Diye düşünüyorlar. Aslında evin güvenli ortamı değil bilgisayar, evin açık kapısı. Çocuk sanal bir dünyada sahte bir kimlikle dolaşıyor. Çocuk yalan söylemeyi doğal kabul ediyor. Yani internetin insanlığa verdiği en büyük zararlardan biri, yalanı doğallaştırmasıdır. Kişi insanlarla yüz yüze gelmediği ve göz teması kurmadığı için kimliğini saklıyor, kendisini olduğu gibi değil de hayal ettiği gibi tanımlıyor ve o şekilde ilişki kuruyor. Kişi yüz yüze geldiği zaman kendisine bir sınır koyma ihtiyacı hissediyor. Sanalda sınır koyma davranışı bozuldu.
Sosyal engelli kişiler çoğalıyor!
Fiziksel sınırlar olmadığı zaman, sosyolojik-psikolojik sınırlar hayal dünyasında oluşmaya başladı ve sınırların bozulması da kolaylaştı. Mesela evliliklerdeki sadakat azaldı ve ilişki sınırları bozuldu. Birbirine dokunmayan, birbiriyle göz teması kurmayan ilişkiler ortaya çıktı. Sanal dünyada öyle bir dostluk oluştu ki el sıkışmaya hasret kaldık açıkçası. Bilgisayarla çok ilgilenen kişiler bir çeşit otistik gibi oluyor. Bilgisayarla yatan kalkan, işi bilgisayarla olan, hayatını bilgisayarla geçiren, eve gelir gelmez bilgisayarın karşısına geçen kişilere bir müddet sonra bakıyorsunuz görünüşte otistik değil fakat sosyal engelli kişiler. Aynı zihinsel ya da bedensel engelli gibi bu şekilde sosyal engelli kişiler çoğalmaya başladı. Oturup sohbet etmeyi bilmiyorlar. Bu, yeni bir engellilik türünü ortaya çıkardı. Belki bunlar insan ilişkilerini bozacak, insanın verimliliğini bozacak noktaya geldiği zamanlarda bu kimse sosyal engellidir denilecek.”
Teknoloji amaç değil araç olmalı
Teknolojinin bir amaç için kullanildığı takdirde hayatı kolaylaştırdığını da vurgulayan Prof.Dr. Tarhan, “Ancak teknoloji kişinin günlük yaşam aktivitesini bozuyorsa, hayatının tek konusu haline geliyorsa, eşiyle ilgilenmiyorsa, çocuklarına yansıtıyorsa artık bağımlılık söz konusu oluyor” diye konuştu.