38. İstanbul Film Festivali'nin Ulusal Yarışma jürisinin başkanlığını Ümit Ünal üstlendi. Sinemacı, yazar, fotoğrafçı, ressam… Çok yönlü bir sanatçı olan Ümit Ünal’la Sayım Çınar disiplinlerarası bir sohbet gerçekleştirdi, merkezde ise hep sinema vardı.
Sayım ÇINAR / [email protected]
'Sinema ve Edebiyat Dili Üzerine Kafa Yormak Gerekiyor!'
İstanbul Film Festivali öncesi Ümit Ünal fotoğrafları sergisindeyiz. Gezi fotoğrafları, portreler, çeşitli anlardan özel kareler var.
Hepsi cep telefonuyla çekilmiş fotoğraflar. Asaf Halet Çelebi’den alıntıyla başlıyorum. “Bir cebim var ki/ karanlıktır/ oradan oyuncak güneşler/ bahçeler/ ve denizler çıkar.” Ben yıllardır fotoğraf çekiyorum, içlerinden bazıları sergilenmeye değer oldu benim için. Bu mekanda geçen sene de bir resim sergisi açtık.
Önceki yıllardaki sergileriniz de büyük ilgi çekmişti, özellikle desenleriniz. Bu yıl önemli bir görev üstlendiniz festivalde. Kendi seçkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yeniler çoğunlukta. Türkiye prömiyerini yapan ilk filmler var. Türkiye’nin en saygın film festivali İstanbul. Uluslararası anlamda en çok kabul gören, dünyaya en açık festival. Burada bir filmi göstermek dünya sahnesine çıkarmak demek.
Müthiş bir seçki var. Zengin ve şaşırtıcı filmler var. Ana sponsor olmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin ekonomik durumuyla alakalı, daralma buraya da yansımış durumda.
Maraton başladı diyebiliriz, sizin açınızdan nasıl gidiyor?
Daha yeni başladık, filmleri yeni izlemeye başladık. 16’sına kadar da devam edecek maraton. Daha önce tanıştığım çalıştığım insanlarlayım. Gaye Boralıoğlu’yla uzun seneler çalıştık, Alican ve Derya’yla oyuncu olarak çalıştık.
Ümit Ünal deyince Teyzem filmi geliyor akla en başta.
Teyzem benim sinemaya başlamamı sağlayan film oldu. 19 yaşında yazdım, 21 yaşında çekildi. En çok hatırlanan filmim de o. Dokuz hatırlanıyor, Anlat İstanbul’u hatırlıyorlar, bir de Teyzem en çok.
Yaz Yağmuru, Amerikalı, Piyano Piyano Bacaksız… Bol ödüllü bir insansınız. Resim, fotoğraf, edebiyat bir arada hayatınızda.
Başka bir iş bilmiyorum. Yazmasam çizmesem yapacak başka bir şey bilmiyorum. Ama teliflerle geçinemiyorum. Zaten Türkiye’de o iş bilindiği gibi, yürümüyor. Eski filmlerinin telifini almış olsaydım herhalde zengin olurdum. Bir şekilde hayatta kalıyorum yine de.
Sergiye dönersek, fikir nasıl doğdu?
2015-2016'da Mahlukat Bahçesi serisini çiziyordum ve instagramda paylaşıyordum. İlgi çekti, Zeki Coşkun beni arayıp bu işleri bir sergiye dönüştürmek istediğini söyledi. Onun sayesinde küratör Işık Gençoğlu ile tanıştım. Mahlukat Bahçesi sergisi ve peşinden gelen “Kuşlar, Yüzler ve Diğer Şeyler” sergileri ilgi görünce Işık'la bu sergiye karar verdik.
Sergide edebiyatçı fotoğrafları var. Latife Tekin, Orhan Pamuk…
Tamamen kendiliğinden çekilmiş, günlük hayat içinde yakalanmış anlar bunlar. Planlı programlı çekimler değil. Güzel bir an buldum mu çekiyorum. Orhan Pamuk’la bir arkadaşımızın evinde yemekte karşılaştık. Latife Tekin’le Gümüşlük Akademisi’nde, Serra ile Baylan Pastanesi'nde, vb.
'Edebiyat ve sinema çok ayrı iki dil. Çok iyi bir tercüme yolu bulmak lazım aralarında'
Sergiden edebiyata dönmek gerekirse… Bazı senaryolarınıza baktığımda roman tadı çok aldım. Mesela Sofra Sırları.
En son çıkan romanım Bana Göre Kıyamet, önce senaryo olarak yazmıştım. İki sene uğraşıp çekemeyeceğimi anlayınca romana dönüştürdüm. Elbette edebiyat ve sinema çok ayrı iki dil. Çok iyi bir tercüme yolu bulmak lazım aralarında.
Sanatçı olarak kendinizi nereye koyuyorsunuz? Hangi disipline daha yakınsınız?
Ben sonuçta sinema okudum. En çok sinema düşünerek geçti zamanım. Temel mesleğim sinemacılık. Edebiyatçı gözüyle bakan bir sinemacı diyebilirim belki. Fotoğraf ve resim zaten sinemayla çok ilintili. Fotoğraf sinemanın en temel unsuru. Her yönetmen doğal olarak fotoğrafçıdır aslında. Hareketli fotoğraflar yapıyoruz ve sanki onları dondurup durdurunca bu sergideki gibi işler çıkıyor.
Calvino ile özel bir ilişkiniz var. Önemli ilham kaynaklarınızdan.
Çok oyuncu, mizah duygusu yüksek, deneyci bir yazar. Başta Görünmez Kentler, tüm işlerini çok severim.
Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler’ini çektiniz. Edebiyat uyarlamalarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Uyarlama yaparken kolay metin diye bir şey yok. “Sinema Dili” diye bir ders veriyorum. Kafanızdaki hikaye diliyle sinema dilinin farkını anlatıyorum. En basit, en sinemasal görünen metin bile bir şekilde sinema diline tercüme edilmeli. Gölgesizler bir şiirdi aslında. Tüm gücü dilindeydi. Ben ona kendimce bir karşılık buldum. Senaryosu bence başarılı bir işti. Filmi çekerken belki çeşitli sebeplerden senaryonun başarısını yakalayamamış olabilirim.
Yeni film projesi var mı?
Aşk, Büyü vs. adında bir film düşünüyorum, düşük bütçeli bir film. Toparlamaya çalışıyorum. Yazın çekmeyi düşünüyorum.
Tüm festivallere katılıyorsunuz neredeyse. Antalya’nın eski günlerine geri döneceği konuşuluyor. Umutlu musunuz?
Yerli yarışmalar arasında en köklü, en eski yarışma. Çok önemli onun korunması. Ne olursa olsun korunmalıydı.
Sinemacılar için 2019 zor bir sene olacak gibi. Destekler azaldı, ciddi ekonomik kriz var. Siz nasıl görüyorsunuz?
Ben küçülmekten yanayım. Kendimizi illa “milyon dolarlık” film yapmaya mahkum etmeyelim. 150-200 bin liralık bir film çekmek de mümkün. 9 adlı filmimi 13 bin lira bütçeyle çekmiştik yıllar önce. Destek arayarak, oyuncularla gönüllü anlayış üzerinden çalışarak… Ya durup kafayı yiyeceğiz ya da devam edeceğiz. Ayrıca illa film çekmek zorunda da değiliz.
Türkiye’de bazı sanatçılar muhalif olmayı bırakıp daha çok güçlünün yanında olmayı tercih ediyorlar. Muhalif değiller. Neden?
Çok güçlü muhalif bir damar da var. Sinemada, edebiyatta… Bazı sanatçılar gücün tarafını seçiyor olabilir, onların bileceği bir şey.
'Yeni filmim geliyor, yazın çekeceğim'
Yeni filmle ilgili birkaç tüyo almak isterim.
Selen Uçer ve Ece Dizdar var. Ayşenil Şamlıoğlu ve Emrah Kolukısa da yer alacak konuk oyuncu olarak. Birgün içinde Büyükada'da geçen bir hikaye.
Son olarak… Bir gün gerçekten siyasetin üzerine çıkacak mı sanat?
Bence zaten öyle. Ülkemizde sanat, siyasetin çok ötesinde ve üzerinde.