ŞİDDET MEVSİMİ

Neslihan Acu'dan, gerçek hayattan sanal hayata taşan öfke ve nefretin nedenleri üzerine bir yazı. En son Melike Karakartal'ın "nefret kültürü" yazısıyla dikkat çektiği twitter'da ve diğer sosyal alemlerde neler oluyor?

Google Haberlere Abone ol
ŞİDDET MEVSİMİ

Biz Türkler uygarlığın her türlü nimetinden faydalanırız.


Ama nasıl faydalanırız? Soru(n) burada işte!


Mesela en çok golf sopası satılan ülkelerden biriyiz ama golf sopaları golf oynamak için değil, adam dövmek için satın alınır.


Mesela cep telefonlarıyla ne yaptığımızı bilim hala çözemedi. Yanımızdayken dönüp bakmadığımız, hiç konuşmadığımız insanlarla neden cep telefonu ile saatlerce mesajlaştığımızı, lak lak yaptığımızı bilim adamları elbet bir gün anlayacaklardır!


Sosyal alemlere gelince…


Tüm dünyanın hızlı haberleşmek, organize olmak, bilgiyi paylaşmak ve sosyalleşmek için kullandığı sosyal alemleri, bizler dövüşmek, kafa göz girişmek ve linç eylemleri için kullanıyoruz.


 


Özellikle twitter’da herkes her an birbirini yiyor.


Özellikle “şöhretler” twitter’da kapışmanın nasıl rating getirdiğini anladıklarından beri, her fırsatta birbirleriyle kapışıyorlar.


Şöhret olmayan twittercılar da kafayı üşütmüş durumda. Yalan yanlış anladıkları, hatta hiç anlamadıkları tweetler üzerinden habire birilerine saldırıyorlar.


En son Melike Karakartal’ın havaalanından attığı kanlı bavul savaşları esprili tweet sonrası başına gelenler, bu duruma iyi bir örnek.


Gerçek hayatta herhangi bir eylem için 100 kişinin bile bir araya gelemediği ülkemizde “sanal linç” eylemlerine maşallah herkes katılıyor.


Sanal alemlerde herkes çok cesur, çok öfkeli, çok bilmem ne!


Oysa gerçek hayatta “ekmeğin tanesini 100 lira yaptık” bile dense, biraz gak guk ettikten sonra başlarını eğip durumu kabullenecek insanlar bunlar.


Twitter’da sizle dayı gibi konuşan, esen pöfüren insanlardan biriyle sokakta karşılaştığınızda gözlerinizin içine bakamaz, ayakkabınızla konuşur şahıs. Ama sanal alemlerde herkes birer Braveheart!


 


Bu öfkenin, bu höykürmelerin nedeni mutsuzlukmuş, uzmanlar öyle diyor.


Anketlerde yüzde 70’i “mutlu” çıkan bir ülke için ne garip bir durum, değil mi?


İnsanımız mutsuzluğun yanı sıra yalancılıktan da muzdarip demek ki.


 


Peki mutsuzluğun nedenleri?


O kadar çok neden var ki, hangi birini saymalı?


Aşırı nüfustan kaynaklanan bitmek bilmez bir rekabet ortamı var bir kere. Herkes herkesin rakibi! Dolayısıyla herkes herkesi çelme takıp devirmeye, öne geçmeye çalışıyor.


Eğitim sistemi çok kelek. İnsanı harbiden aptallaştırıyor. Aileler bu aptallaşma operasyonu için bir de üste tonlarca para ödüyorlar. Bu eğitim sistemi insana kendine, doğaya, ülkesine, dünyaya dair hiçbir gerçek bilgi vermiyor, öğretmiyor.


Medyadan, diziler ve tartışma programları aracılığıyla sürekli şiddet pompalanıyor. Çünkü o ne olduğu belirsiz rating sistemi bunu gerektiriyor.


Ayrıca, güzel ya da paralı olmayanın insandan sayılmadığı bir ülke burası…


İnsanlara sürekli, “sadece kendinizi sevin, size kendinizden başka dost yok” fikri pompalanıyor. Oysa bir insanın kendini durup dururken sevmesi diye bir şey mümkün değil. İnsan kendini ancak topluma kattıklarıyla (yani ürettikleriyle) ve diğer insanlarla ilişkilerindeki başarılar sayesinde sevebilir.


Oysa bizde üretim ve yaratıcı düşünce sıfır! Bunun doğal sonucu, herkes çalıp çırpma peşinde.


Diğer insanlarla ilişki diye bir şey ise yok. İlişkiye girilemiyor bile.


Cehaletin tavan yaptığı, yoksulluğun (ve yoksunluğun) insanlıktan çıkardığı kesimlerde ilişkiden anlaşılan, birbirlerine pata küte girişmek! Erkeklerin kadınlara, kadınların çocuklara, çocukların hayvanlara ve herkesin birbirine eziyet etmesi şeklinde tezahür ediyor ilişkiler.


Daha eğitimli, zengin kesimlerde ise ilişkiler kafelerde karşılıklı oturarak tweet atma ya da ağızlardan salya akıtarak o anda masada olmayanları haince çekiştirmek olarak yaşanıyor.


Kimse gerçekten sevemiyor. Sevilemiyor.


“İnsan ilişkileri” bu topraklarda kamyon çarpmıştan beter durumda!


Zor durumda kalan bir insana hiç kimse yardım etmiyor.


Yardımlaşma “demode” bir davranış biçimi.


Yardım eden, “enayi” sayılıyor. Yardım alan ise “ezik”.


Bu durumda, düşülen çukurlardan herkes kendi kendine çıkmaya çalışıyor. Yardım etmeyi bir tarafa bırakın, tepede bekleyip sizi gerisin geri çukura itenler var.


 


Şimdi... Tüm bu şartlarda mutsuzluktan kırılan insanlar, reel hayatta her şekilde baskılanıyorlarsa... Özellikle orta/orta-alt sınıf, sözüm ona eğitimli insanlar için korkaklık ve sinsilik bir yaşam biçimi haline geldiyse...Sanal ortamlarda kontrolsüz öfke patlamalarına ve linçlere hiç şaşırmamak lazım.


Şaşırmıyoruz ama ürküyoruz.


Bu yol nereye götürüyor bizleri?


 


NESLİHAN ACU


neslidost@gmail.com 

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin