Türk sinemasının efsane oyuncularından Şener Şen, “Gezi, apolitize olduklarını sandığımız gençlerin kendilerini hatırlatmasıydı. Herkes için örnek bir hareketti. Bilmediğimiz bambaşka bir gençliğin ifadesiydi onlar" dedi.
Radikal'den Uğur Vardan'a konuşan Şen, sinemaya nasıl başladığından canlandırdığı tiplemelere, günümüz sinemasından politikaya birçok konuda sorularını yanıtladı.
Röportajın bir bölümü şöyle:
Geçmişi de bilen bir emekçi olarak sinemamızın dününü ve
bugününü karşılaştırabilir misiniz?
Valla sinema benim hayatta karşılaştığım en zor
problemlerden biri açıkçası. Yıllardır bu işin içindeyim ama hâlâ
net bir matematik formülü gibi bir tarife ulaştığımızı
düşünmüyorum. Hem kaliteli hem de seyirciyi yakalayan film nasıl
olur, bu keşfedilmiş değil, zaten bunu dünya sineması da bulmuş
değil. Sanatın diğer dalları edebiyatta, müzikte ya da resimde
meseleyi açıklamak nispeten daha kolay ama sinemada bu, karmaşık
bir şey...
Birçok unutulmaz karaktere hayat verdiniz. Bu konuda nasıl bir hissiyat içindesiniz?
Ben oyunculuğu ciddiye alıyorum. Benim derdim bu dünyada iyi filmlerde oynamak, oyunculuğumun keşfedilmemiş yanlarını hâlâ ortaya çıkarmak. Tabii ki sistem başka şeyleri empoze ediyor. Bu ortamda beni heyecanlandırmayan bir projeye evet demiyorum.
Sinemamız geçmişte hafiften hor görülür bir durumdaydı. Siz o
dönemlerde bile akılda kalan karakterlere imza attınız.
Bende farkında olmadığım gözlem yeteneği vardı. Bazı insanların
nasıl kulağı iyidir, gözü iyidir benim de gözlem yeteneğim
iyiymiş. Adana’da doğdum ama 1950’deİstanbul'a taşındık. Orta
halli bir aileden ve sınıfsal kökenden geliyorum. Zeytinburnu’nda
gecekondularda büyüdüm. Orası her sınıftan insanın buluştuğu
kozmopolit bir yerdi. Belki de farkında olmadan orada birtakım
şeyleri biriktirmişim ve bunlar daha sonra açığa çıktı.
Ya baba etkisi, rahmetli pederiniz Ali Şen de oyuncuydu
malum...
Asıl mesleği marangozluktu. Halkevleri dönemi bilenler bilir,
birçok kurslar açılırdı. O da tiyatro bölümü için dekor
yaparken tiyatroyla ilgileniyor. Demek ki özel bir yeteneği varmış,
Adana’da parlak bir oyuncu olarak hatırlanıyor. İstanbul’a
taşınınca da hem marangozluk hem de tiyatro devam ediyor. Aslında
babam çok değişik bir insandı, bütün bunlara devam ederken bir ara
bir iplik fabrikasında usta olarak bile çalışmıştı. Onu Adana’dan
tanıyan Muammer Karaca yardımcı oluyor derken burada da
tiyatrolarda oynamaya başladı, sonra da sinemaya geçti.
OYUNCU OLMADAN ÖNCE ÖĞRETMENDİM
Sizin öykünüze dönersek...
- Valla ben her türlü işe girip çıkıyordum. Buna şoförlük de dahil.
Sonra KepirtepeÖğretmen Okulu’nu dışarıdan bitirdim ve
öğretmenlik yapmaya karar verdim.
‘Hababam’ serisindeki ‘Badi Ekrem’ ve ‘Gönül Yarası’ndaki Nâzım
karakterleriyle öğretmenliğe bir anlamda geri döndünüz. Ne kadar
yapmıştınız ve niye bırakmıştınız?
- İki buçuk-üç yıl kadar yaptım. Belki de şundan: Benim tercihim
sınıfsal bir refleksti. Burjuvaysanız işiniz kolay; eğitiminiz var,
yol göstereniniz var, seçeneğiniz var... Yeteneğiniz varsa zaten
küçük yaşta keşfediliyorsunuz. Biz ise sadece hayat
derdindeydik.
Ama büyük oyuncular da o sınıftan çıkmıyor genellikle...
Zaten onlar da oyuncu olmak istemiyor, holdingin başına geçiyor.
Bizimse imkânlarımız olmadığı için şoförlük, pazarlamacılık,
işportacılık yaptık. Ama bunlar da sizi bir şeye hazırlıyormuş:
Kendinizi keşfetme dönemine. Öğretmenliğe gelince ben bu işi ciddi
biçimde seçtim. Bu seçimde de aslında sınıfsal bir refleks var.
Çünkü bizim kesimdeki insanların tek güvencesi devlete
kapılanmaktır; çünkü orada iyi kötü bir para alırsın, yükselmesen
de aç kalmazsın. Bu arada şunu da söylemeliyim: İçimde hep
tiyatroya ilişkin bir kıpırtı var, amatör olarak sürdürüyorum.
Sinemada sizi kim keşfetti?
Valla Arzu Film diyebiliriz. ‘Badi Ekrem’le başladı her şey. Ondan evvel de bazı filmlerde oynadım. Hulki Saner’in ‘Bak Yeşil Yeşil’i vardır mesela. Ahmet Özhan, Hale Soygazi başrollerdeydi. Orada Ahmet’in menajerini canlandırıyorum, yok böyle kötü oyunculuk... Ben olsam oradaki performansımı okullarda “İnsan nasıl bu kadar kötü oyuncu olur?” diye gösteririm. O kadar kötü yani. Ama dediğim gibi kitlelerin beni tanıması ‘Hababam serisi’ ve ‘Badi Ekrem’le oldu.
‘Badi Ekrem’den sonra sokağa çıktığınızda insanların size
bakışının değiştiğini hissetmeye başladınız mı?
Tabii ama o süreç kademe kademe oluyor. Bir ismin halk tarafından
öğrenilmesi çok zaman alıyor. Şimdi de öyledir ya, “Şu dizide
oynayan çocuk, bak oradaki kız vs.” Halk enteresandır yani, en
azılı, en acımasız eleştirmendir... İsminiz yavaş yavaş öğrenilir.
Yavaş yavaş öğrenildikten sonra da unutmaz; bu oluyorsunuz,
olmuşsunuz demektir.
Anladığım kadarıyla önemli bir ‘Karar anı’ geliyor.
O zamanlar ekonomik güç olarak da parlak değilim, dediğim gibi sadece yardımcı rollerde oynuyorum. Üstelik Ertem abiye itiraz etmek kolay değildir. “Hayır” dediğiniz zaman kapının önünde bulursunuz kendinizi, “Git o zaman” der, “bir daha seninle işimiz olmaz.” En saf ve kararlı biçimde dedim ki “Ben işletmecilerin istediğini oynamam.” Çok şaşırmıştı, “Ee, ne oynayacaksın” dedi. “Eğer başrol oynayacaksam bunu ben kendim seçmek isterim” diye cevap verdim. “Ne mesela?” dedi. O sırada bizde Başar Sabuncu’nun bir projesi vardı, ‘Namuslu’ diye, pek gündeme gelmiyordu. “Mesela o olabilir” dedim, Ertem abi de “Senden istenen o değil ki” diye sürdürdü konuşmayı. “Valla” dedim, “yaparsam bunu yaparım, onların istediğini yapmam, gerekirse yardımcı rollere devam ederim” diyerek bir anlamda son noktayı koydum. İki saniye düşündü, “Yapıyoruz” dedi. Ve kendi çekti, o da bana jest olsun diye... Neyse ki o film ticari açıdan o yılın ilk 10’u arasına girdi de ben sonraki filmleri yapabildim. Yoksa o zamanın düzeninde bir daha dünyada kapınızı çalan olmazdı.
Çok sayıda karaktere hayat verdiniz, en sevdiğiniz rol
hangisi?
Valla herkesin evlatlarıdır oynadığı roller ama benim gerçek
evlatlarım. ‘Namuslu’da da ‘Eşkıya’da da ‘Gönül Yarası’nda da ‘Av
Mevsimi’nde de ben seçtim karakterlerimi. Mesela Yavuz (Turgul)
bana göre rol yazıyor ama çok duyarlıdır, çok saygılıdır; hep sorar
“Oynayacak mısın?” diye. Toparlarsak hep ben seçtiğim için ayrım
yapamıyorum. Sahiden evlatlarım. Bazen para için oynarsın, sonra da
“O rol benim evladım” dersin. Bizimki öyle değil. Para hiç
konuşmuyoruz ki baştan. Genelde herkesin konuştuğu “Kaç para
alacağım, kaç gün sürecek”tir. Benim için bunlar belirleyici değil
ki...
YAŞANILAN KORKUDA 12 YILLIK İKTİDARIN DA PAYI VAR
Bu seçimler ‘Namuslu’dan beri değil mi?
Evet, o zamandan beri. Şimdi millet diyor ki “Eh, tabii tuzu kuru,
seçiyor.” Tuz yokken de her taraf ıslakken de böyle davranıyordum.
Bu, çok büyük bir serüven, risk... Buna herkes cesaret edemez.
Çünkü sağlam bir yeri -ticarette de akıl işi değildir- elde ettiğin
bir şeyi kaybetme anlamına gelir böylesi bir tavır. Hazır bir şeyi
bırakıp ne olacağını bilmediğin bir yöne doğru gidiyorsunuz.
Bu ülkede siyaset ve baskı ne denli yoğun olursa olsun mizah hep bir çıkış yoluydu. 12 Eylül öncesinin kanlı günlerinde bile Gırgır gibi bir dergi, sizin de rol aldığınız oynadığınız onca komedi filmi hızını kesmezdi. Ama artık siyasi mizah rafa kaldırılmış gibi. Bu koşulları yaratan korku iklimi hakkında neler söylersiniz?
Korku bir salgın hastalık gibi yayıldı. Bunun bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Bunda tabii ki 12 yıldır süren günümüz iktidarının da payı elbette var. Sanatla ilgili çalışmalar, hür düşünce ürkütücü bir hale getirildi. Bu gibi durumlarda en büyük tehlike de ‘otosansür’dür. TV kanallarını düşünün, onlar da ayakta kalmak ve kendilerini kollamak adına esas görevlerinin dışına taştılar.
Peki siz bir sanatçı, hatta sorumlu bir aydın olarak nasıl bir gelecek tasavvur ediyorsunuz?
Valla dünyada geriye gidiş pek olmamıştır. “Umutlarımızın var olduğunu düşünerek umutlanmak istiyorum” diyeyim kısaca.
Buradan yakın zamandaki en kitlesel politik meseleye atlayalım:
Gezi hakkında neler söylersiniz?
Gezi, apolitize olduklarını sandığımız gençlerin kendilerini
hatırlatmasıydı. Meselelerden uzak olmadıklarını, kendi kabuklarına
ait bir dünyada günlerini geçirmediklerini gösterdiler bizlere.
Siyasetle uğraşsın uğraşmasın herkes için örnek bir hareketti.
Belki sonradan kimilerinin iddia ettiği gibi safiyane halini bozmuş
olabilir ama her halükârda önemli bir oluşumdu. Hatırlıyorum da ilk
günlerde “Liderleri kim?” diye bir laf atılmıştı ortaya. Lider yok,
belki herkes lider ya da hiçbiri lider değil, hepsi ümmet!
Bilmediğimiz bambaşka bir gençliğin ifadesiydi onlar. ‘Gezi’yi
böyle okumak gerek diye düşünüyorum.