Demirtaş, “Erdoğan’ın baskılarının tek zayiatı basın özgürlüğü
değil” başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
geçtiğimiz günlerdeki ABD ziyaretine değinerek, “Üzerinde “Hakikat
+ Barış = Erdoğan” yazan LED ışıklı kamyonlar ABD başkentinde
dolaşırken Erdoğan’ın korumalarının bir Washington think tankının
önünde muhabirleri hırpaladığı haberleri geçiyordu. Birçok
Amerikalı siyasetçi, Erdoğan’ın Türkiye’de ifade özgürlüğü namına
geriye her ne kalmışsa yok etme çabaları karşısında dehşete düştü.
Hatta Başkan Barack Obama da Cuma günkü konuşmasında bir NATO
müttefiki olan ülkenin gidişatından ‘rahatsız’ olduğunu kabul
etti.” ifadelerini kullandı.
Ziyareti “Washington ziyaretinde Amerikalılara Türkiye’de
uyguladığı demir yumruk politikalarından tattırdı” diyerek
niteleyen Demirtaş, “hükümetin PKK ile savaşta sivillerin sürgün
edilmesi, Kürt kasabalarındaki yıkım ve Kürt siyasetçilerinin
hapsedilmesinden hiç bahsedilmedi.” ifadelerini kullandı.
Makalede bu bölgelerde insan hakları ihlalleri olduğunu ve bunların
ABD ve Avrupa tarafından görmezden gelindiğini savunan Demirtaş,
“Avrupalılar, Suriyeli mültecileri Türkiye’de tutması için Erdoğan
ile bir anlaşmaya varma telaşına düştükleri için böyle davrandı.
Washington'da da IŞİD ile savaşta Erdoğan’ın vazgeçilmez olduğunu
hissiyatı var.” yazdı.
Demirtaş, makalede Ağustos ayından bu yana yaşanan siyasal
süreci şöyle özetledi:
“Geçtiğimiz Ağustos ayında, PKK'ye yakın Kürt gençleri bazı Kürt
kasabalarında isyan başlattı. Hükümet önce biber gazı ve plastik
mermilerle, daha sonra haftalar süren 24 saatlik sokağa çıkma
yasaklarıyla ve son olarak da tanklar ve toplarla karşılık verdi.
Kuşatma altındaki kasabalardan fotoğraflar Suriye iç savaşının ilk
zamanlarındakilere benziyor. 300 binden fazla insan evlerini
boşaltmak zorunda kaldı. Ölü sayısı 1000’i geçti ve Türkiye İnsan
Hakları Vakfı’na göre bunların yüzlercesini siviller oluşturuyor.
Kürt kasabaları Cizre ve Silopi ile Diyarbakır’ın tarihi kalbi
Sur'un büyük bölümü şu an moloz yığınları durumunda.”
New York Times’ta yayınlanan makalede Demirtaş anayasa sürecine
ilişkin, “Hükümet ve PKK’nin barış görüşmelerinin çökmesinin
nedenlerine ilişkin farklı görüşleri olsa da Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ı savaşı sürdürmeye motive edenin ne olduğuna dair çok az
şüphe var. Bir gözü bu yaz yapılacak ve anayasal yetkilerini
artırabileceği bir referandumda, milliyetçi duyguları körüklüyor.”
değerlendirmesinde bulundu.
Öcalan ile yürütülen görüşmeleri “ateşkesi ve siyasi görüşlerimizi
paylaşabileceğimiz bir nefes alma alanını sağladı” diye niteleyen
Demirtaş’ın makalesinin geri kalanıysa şöyle:
“Ancak sonrasında müzakereler sekteye uğradı ve Hükümet bu
kazanımları tersine çevirme arayışına girdi. Hükümet zaten çok katı
olan terörle mücadele kanunlarını, sözü sansürlemek ve diğer siyasi
faaliyetleri baskılamak için genişletmeye çalışıyor. Erdoğan,
Kürtlerin haklarını savunan partim Halkların Demokratik Partisi,
HDP'nin ilk kez genel seçimlerde seçim barajını aşıp Meclise
girmesinin ardından, barış süreciyle ilgili daha da uzlaşmaz bir
tutum takındı. Bu durum Cumhurbaşkanının Anayasayı, güçlerini
artıracağı şekilde değiştirme imkanlarını kısıtladı. Geçtiğimiz
yazdan bu yana yüzlerce üyemiz tutuklandı, onlarca seçilmiş
belediye başkanımız görevden alındı ya da tutuklandı. Bu arada
Türkiye, sınır boyunca Suriye'de IŞİD’le savaşan Suriyeli Kürtleri
toplarla vuruyordu. Erdoğan partimizi, tam olarak burada kurmaya
çalıştığı otoriter düzene karşı durduğumuz için hedef alıyor. HDP,
demokratik reformlara, cinsiyet eşitliğine, toplumsal çeşitliliğe
ve Kürtlerin haklarına bağlı Türkler, Kürtler, sosyalistler,
demokratik İslamcılar, liberaller ve azınlıkların ilerici bir
koalisyonu. Seçimlere, Türkler, Kürtler, Ermeniler, Ezıdiler,
Araplar gibi Türkiye’nin çoğu etnik grubundan ve toplumun farklı
kesimlerinden insanları içeren aday listeleriyle girdik. Ben
partinin ‘Eşbaşkanı’yım, çünkü belediyelerden yerel meclislere
kadar olası tüm siyasi birimlerimiz bir erkek ve bir kadın
tarafından ortaklaşa yönetiliyor. Partimiz Türkiye'nin daha fazla
demokrasi isteyen bütün halkları için ortak bir zemin olarak
kuruldu. Bütün bunlar, Erdoğan’ın Türkiye’de yükselttiği despotik,
erkek egemen milliyetçilik için aforoz nedenleri. Erdoğan
Washington’da kendisini ‘terörizmle savaşıyor’ olarak sundu ve
ABD'nin, Suriye ve Türkiye’deki Kürtlere karşı seferberliğini
desteklememesinden yakındı. Birinin ona aslında kendisinin
Ortadoğu’daki istikrarsızlığın kaynağına dönüştüğünü söylemesi
gerekiyor. PKK ile yürütülen barış sürecini bitirerek, baskıcı bir
güvenlik devleti yaratarak, hukuk devleti ilkelerini rafa
kaldırarak ve ifade özgürlüğünü baskılayarak Türkiye’nin
demokrasisinden geriye neyi kalmışsa boğuyor ve ülkeyi radikalizm
ve iç çatışmaya karşı her zamankinden daha kırılgan hale
getiriyor.” (DHA)