Yazar Sayım Çınar, bu haftaki yazısında Almanya'nın başkenti Berlin'i kaleme aldı. Sayım'ın yazısı aynı zamanda İstanbul Life dergisinde de yayınlandı.
SAYIM ÇINAR
Kaç defa giderseniz gidin her seferinde yeni bir şeyler bulabilirsiniz bu şehirde… Berlin’de Berlinli gibi hissetmek çok kolay, bonkör bir şehir; ilk günden kucaklıyor, sarmalıyor sizi. Burayı yaşamak için bir gün yeterli değil ama toplu taşıma araçlarını kullanarak müzeleri, katedralleri, Berlin Duvarı’nı, alışveriş merkezlerini hatta ünlü park ve kanalları turlayabilir, şehre özgü cafe ve restoranlarda keyif yapabilirsiniz. İşte bir günde Berlin turunun notları…
10.00: Almanya’nın başkenti Berlin aslında çok büyük bir şehir. Ancak turistik bölgeler genelde eski şehrin içinde yer alıyor ve ulaşması kolay. Turist olarak bulunuyorsanız burada, keşfedeceğiniz çok şey var; siz ne kadar isterseniz o kadar veren bir şehir Berlin…
Tek başına gezmeyi sevmeyenler için Hop On Hop Off turistik otobüsleri önerilebilir. Bu otobüsler Kırmızı ve Yeşil hat olarak iki hatta çalışıyor ve gün içinde sınırsız indi bindi imkanı veriyor. Eğer bağımsız takılmak istiyorsanız Berlin’i baştan aşağıya sarmalayan, Metro (U-Bahn) –Tramvay ve Otobüsten oluşan ve iyi işleyen bir toplu taşıma sistemi de sizi istediğiniz yere götürüyor. Metro vagonlarında bisiklet bölümü bile var. Berlin’in yaşayan bir şehir olduğunu toplu taşımada bile hissedebiliyorsunuz. Toplu taşıma için alınan bilet tüm araçlarda geçerli. Ayrıca bir günlük bilet alıp tüm araçlarda kullanabiliyorsunuz. Ancak Avrupa’nın pek çok şehrinde bulunan bölge uygulaması burada da mevcut. Kısa süreli turistik amaçla gelenler AB bölgeleri için bilet alsalar yeterli olur.
Bir günlük turda şehrin merkezi yerlerinden oluşan bir rota izleyerek Berlin’i baştan aşağı gezmek mümkün. Alışveriş merkezleri ve kafeleri ile tüm şehrin en kalabalık yerlerinden biri olan Alexanderplatz Meydanı başlangıç rotanız olabilir. Tüm turistlerin ilgi odağı ve neredeyse buluşma noktası olan meydanda ayrıca havalimanından gelen otobüsler, diğer otobüsler ve metro ile tramvay sisteminin ana durakları bulunuyor. Burada çeşitli şenlikler ve festivaller de düzenleniyor. Meydanın ortasında bulunan Berlin Televizyon Kulesi (Alex Kulesi) Almanya’daki en uzun yapı ve şehrin neredeyse her tarafından görülüyor. Kule hem Berlin’in sembollerinden hem de Berlin’i kuşbakışı gözlemlemek ve bir iki kadeh bir şeyler içmek için güzel bir mekan.
Müzeler şehri olan Berlin’de ziyaret edilebilecek tam 180 müze ve 440 galeri var. İçinde Zeus sunağını da barındıran Pergamon müzesi dahil en ünlü müzeler, Müze Adası denilen bir yerde toplanıyor. Meydandan Müzeler Adası’na doğru yürüdüğünüzde Rotes Rathouse ile karşılaşıyorsunuz. Anlamı Kırmızı Belediye Binası olan bu bina 2.Dünya Savaşı sırasında büyük ölçüde yıkılan ve restore edilen bir Rönesans dönemi yapısı.
Belediye Binasının tam karşısında ise içinde mimari açıdan Roma çeşmelerini aratmayan güzellikteki Neptün Çeşmesi’ni barındıran çok güzel bir park bulunuyor. 1891’de yaptırılan ve Roma Tanrısı Neptün’e adanan bu çeşmede Neptün’ün çevresindeki kadın heykeller Prusya’nın dört büyük ırmağını temsil ediyor. Berlin Dom’u (Berlin Katedrali) ve Müzeler Adası’nı görmeden önce bu parkta biraz dinlenebilirsiniz.
11.00: Belediye Binasının tam çapraz karşısında kanalın kıyısında Berlin’in meşhur katedrali “Berlin Dom” bulunuyor. İlk olarak 1700 yılında Barok tarzda inşa edilen bu katedral daha sonra Alman İmparatoru tarafından yıktırılıp yeniden Neo Klasik tarzda inşa ettirilmiş. Daha sonra İkinci Dünya Savaşı’nda ağır hasar alan bina yeniden yapılmış. En son 2006 yılında kubbeleri tekrardan elden geçirilmiş ve şimdiki halini almış. Binanın dış cephesi oldukça etkileyici, her yönde bir hikayeyi anlatan heykeller mevcut. Ancak binanın içine giriş için 8 euro ödemeniz gerekiyor.
Berlin Katedrali’nin yanından başlayarak etrafı kanallarla çevrili ada Müzeler Adası olarak adlandırılmış. Bergama Müzesi, Klasik Tarih Müzesi ve Mısır Müzesi bunların en önde gelenleri… Bergama Müzesi aslında bir Anadolu-Mezopotamya Müzesi, Ankara’da bulunan Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden daha çok sayıda bizim toprakların eserlerini sergiliyor. Hititler, Sümerler, Persler, Suriye, Selçuklu ve Osmanlı’dan kalma pek çok tarihi eser müzede yer alıyor. Anadolu’da yaşayan bizlerin mutlaka görmesi gereken yerlerden biri.
Müzeler Adası’ndaki müzelerin ortalama giriş ücretleri 20 euro civarında. Ancak bolca vakti olan ve her üç müzeye de girmek isteyenler Berlin Museum Pass kartına 19 EUR ödeyerek sıra beklemeden bu müzeleri gezebilir. Ayrıca bu müzelere internetten randevu almak mümkün olduğu gibi, birine girmeden önce diğerinden de randevu alıp kuyruklardaki vakit kaybının önüne geçilebilir.
12.00: Müzeler Adası’ndan çıktıktan sonra metroya binip Stadtmitte durağında inip Checkpoint Charlie noktasına geliyorsunuz.
İkinci Dünya Savaşından sonra Berlin; Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin yönetimine girmiş ve her ülke kendisine ait bölgeye kısa sürede olsa sahip olmuş. Checkpoint Charli de aslında C Kontrol Noktası anlamına geliyor ve Rusya ile Amerikan bölgesini birbirinden ayırıyor. Daha sonra da Doğu Almanya ile Batı Almanya’nın birbirinden ayrıldığı yer oluyor. Bu bölgedeki tarihi kontrol noktasını görüp eski Doğu Alman askerleri ile fotoğraf çektirebilir ve Berlin Duvarı Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Checkpoint Charlie noktasının önündeki dört yoldan aşağı doğru ilerlerseniz Nazi Kampı ve Berlin Duvarı kalıntılarının bulunduğu bölgeye ulaşıyorsunuz. Yıllar içinde 155 kilometrelik bir duvar haline dönüştürülmüş olan Berlin Duvarı dünyanın belki de en büyük dramlarından birinin yegane eseri olarak duruyor. Berlin Duvarı, yer yer sanat galerisine çevrilmiş ve dönemsel olarak değişen graffitiler ile süslenmiş, yer yer ise üstünden parçalar çalınıp hatıra olarak satıldığı için, tel örgülerle çevrilmiş olarak görebilirsiniz.
13.00: Berlin Duvarı’ndan kısa bir yürüyüşle varılan Postdam Meydanı yeni Almanya’nın bir güç gösterisi adeta. Etrafta modern sanat akımlarına göre dizayn edilmiş binalar göze çarpıyor. Meydandan Brandenburg Kapısı’na doğru yine kısa bir yürüyüş yaptığınızda karşınıza önce Yahudi Soykırım Anıtı çıkıyor. Almanya geçmişiyle yüzleşmekte çok başarılı. Gerek Berlin Duvarı ile ilgili gerekse soykırımla ilgili olarak yaşananların sorumluluğunu üstlenmiş durumdalar ve hatalarını telafi etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Şehrin her tarafında soykırımla ile ilgili anıtlar ve parklar mevcut. Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı da bunlardan biri. Aslında burası temsili bir anıt mezar. Yani buraya birileri gömülmüş değil, en azından resmi olarak. Park içinde değişik büyüklük ve ağırlıkta yüzlerce beton blok var ve bu blokların her biri katledilmiş birini temsil ediyor. Bu anıta çok yakın yapılan katledilen eşcinseller ve katledilen politikacılar anıtlarını da görebilirsiniz.
14.00:Kadeve’ye mutlaka gitmelisiniz. Alışveriş meraklıları için Friedrich Caddesi üzerinde bulunan bu dev merkeze ziyaret kaçınılmaz. KaDeWe Alışveriş Merkezi Avrupa'nın en büyük alışveriş merkezlerinden biridir. Gourmet katında her defasında kendimden geçtiğim alışveriş mağazası. sayısız çay-kahve, şarküterinin-içkinin en güzeli olan yer. Yemek katı da insanı kalbinden vuruyor.
15.00: Berlin’in imparatorluk dönemlerinde kullanılan kapılarından birisi olan Brandenburg Kapısı’nın ise tarihi önemi çok büyük. Kapının üzerinde bulunan Mahşerin Dört Atlısını temsil eden heykelin de bir hikayesi var. Napolyon Berlin’i işgal ettiği zaman önce bu kapının tamamını söküp götürmek istemiş ancak bu mümkün olmayınca tepesindeki bronz heykeli almış. Daha sonra da Almanya Fransa’yı işgal edince heykel geri alınıp yerine takılmış. Berlin’in en güzel noktalarından birisidir burası, mutlaka görün derim.
16.00: Müze ve katedrallere ara verip, biraz da şehir hayatını görmek isterseniz şehrin en kalabalık en renkli ve yaşayan yerleri olan Türk mahallelerini tavsiye ediyorum. Berlin’in en güzel tarafı çeşitlilik. Türkçe her yerde, Türkler her yerde… Bu bölgeler sadece bizim için değil yabancı turistler için bir çekim noktası. Bunların başında da "Küçük istanbul" olarak adlandırılan Kreuzberg geliyor. Marketleriyle, lokantalarıyla adeta küçük bir Türkiye. 1961 yılında ilk giden işçilere sadece Kreuzberg, Neuköln ve Wedding mahallelerine yerleşme izni verilmiş ama bu bölgeler hızla gettolaşınca da bu sefer 1970 yılında gelenlerin pasaportlarına bu üç ilçede yaşayamaz damgası vurulmuş. Tabii ki kimse bu yasağı dinlememiş ve özellikle Kreuzberg büyüdükçe büyümüş. Duvar da yıkılınca tam şehrin merkezinde kalmış ve bugün gelinen noktada şehrin en çok Türklere benzeyen, en kalabalık ve en ışıklı yeri olmuş. Berlin’deki Türk varlığından dolayı yabancı dil bilmeyenler burada çok rahat edebilir.
Daha Avrupa tarzı yerler görmek isteyenler ise Prenzlauer Berg mahallesine gidebilir. Savaştan en az zarar gören yerlerden biri olan bu mahallede, çoğu bina 1800'lerden beri ayakta kalmayı başarabilmiş. Berlin Duvarı’nın yıkıldığı ilk nokta olarak tarihe geçmiş binalar arasında bu konu ile ilgili küçük bir müze-park ve sergi var. Ayrıca dizayn atölyeleri ve gastronomik değerleriyle hem yerlileri hem de turistleri cezbeden bir çekim noktası olmuş durumda. Burada retro butiklerden tutun da, gurme kahve evlerine kadar her türden dükkanı bulabilirsiniz. Eğer baharda ya da yazın giderseniz Mauerpark’i görmeden dönmeyin. Burada kurulan bitpazarı ve düzenlenen etkinlikler tüm Berlin’in en iyisi olmaya aday.
17.00: Asya, Çin, Japon, Vietnam, Türk mutfağının bir arada bulunduğu bir şehir Berlin, burayı sevmek için burada yaşamak gerekiyor. Kişi başına 10 euro ile müthiş bir yemek yiyebiliyorsunuz. Lezzetli yemek bulmak hiç zor değil Berlin’de… Sokakları arşınlarken bir şeyler atıştırmak isteyen gezginler için hem ekonomik hem de her tür yiyeceği bulabileceğiniz bir sürü cafe ve restoran var. Berlin’deki Mustafa’s Gemüse Kebap ise Berlin’in en meşhur dönercisi. İnanılmaz bir kalabalık var önünde. U7 metrosu tam önünde duruyor: MehringdamBerlin'in en ünlü yemeği olan currywurst sosisleri de şehrin her tarafında bulabileceğiniz dükkanlar da ya da büfelerde deneyimleyebilirsiniz. Restoranlarda bulunmuyor.
18.00: Sıra geldi kahveye… Cafe Einstein önemli bir deneyim oldu benim için. Bütün şehre yayılmış bir cafe, kahveler muhteşem, ambians çok etkileyici. Burada insanlar iyi ambians ve iyi kahve için gidiyorlar cafelere… Türkiye’den farklı olarak cafe insanı şekillendirmiyor, insanlar oturdukları yere kişilik kazandırıyorlar. Starbucks aramayın lütfen bu şehirlerde, özel cafeleri arayın, farklı tatları deneyin. Prenzlauer Berg’de bulunan gurme dükkandan biri olan Bonanza Coffee Heroes da hemen o anda taze kavrulmuş kahve tanelerini demlenme tekniğiyle servis eden bir cafe.
Berlin tüm milletlerin de buluşma şehri aslında, kozmopolit bir yapıya sahip. Almanya’nın farklı şehirlerinde de bulundum, Berlin çok daha dostane insanlara sahip. Bu da farklı milletlerin bir arada olmasından ileri geliyor. Berlin’in trafikten uzak hali de çok çekici. Herkes kurallara uyuyor. Şehri koruyan yine şehrin insanları. Şehrin temiz ve düzenli kalması için özel bir güce veya kuvvete ihtiyaç yok.
Akşam yemeği için de alternatif çok Berlin’de. Kesinlikle gidilmesi gereken yerlerden birisi Spree nehrine yakın bir konumda bulunan White Trash Fast Food isimli restoran. Sixties Diner ise Amerikan diner'ı şeklinde dizayn edilmiş, çok lezzetli hamburgerleri ve pizzaları olan bir restoran. Porsiyonları çok büyük ve fiyatları da oldukça ekonomik.
Vakit kalırsa bunları da yapın!
Bir günlük turda eğer vakit varsa Alman İmparatorlarının kullandığı Charlettenburg Sarayı, Soykırım sırasında 2 yıl boyunca bir evin bodrumuna sığınan Anne Frank’in hikayesinin anlatıldığı Anne Frank Müzesi, gölleri ve doğası ile ünlü Postdam bölgesi gibi yerler mutlaka görülmesi gereken yerler sıralamasında olmalı.
Berlin’in en meşhur, en hareketli, en elit caddesi olan Kurfürstendamm’ı da gezin derim. Şehrin merkezinde, İstanbul’daki Bağdat Caddesi ile daha çok Paris’teki Şanzalize Caddesi’ni (Champs-Élysées) andırıyor. Oturup bir kahve içebileceğiniz cafeler de var.
Bu arada Berlin Zoo’yu da unutmayalım. Özellikle yanınızda çocuğunuz var ise gerçekten görülmeye değer bir yer. Çeşit ve ortam muhteşem, günlük bilet alınıyor. Rahat rahat gezeceğim derseniz neredeyse bir gününüzü alır. Ayrıca güzel bir kanal turu da Berlin’i görmek için iyi bir fırsat olabilir.
Tur sırasında bir kaçamak yapıp, alışveriş merkezlerini dolaşmak isterseniz Sony Center’ı gezebilirsiniz. Benim için çok ilgi çekici bir deneyim oldu. Şehri turlarken kulağınızda mutlaka müzik olsun ama… Berlin’de bulunduğum süre boyunca müziğimi eksik etmedim kulağımdan. Postcards, James Blunt, sürekli kulağımda onların melodileri vardı. BeeGees, Coldplay, Pink Floyd… Muhalif duygularla geliyor Berlin insanın ruhuna.
Bırakın şehir sizi sürüklesin götürsün. Berlin’de gece eğlencesi de şüphesiz çok fazla. Ancak ziyaretçilere önerim; özellikle günü, gündüzü, ışığı değerlendirmeleri, görebildikleri kadar çok yeri görmeleri… Müzelere özellikle ayrı bir gün ayırın. Şehir romantikleri için bir sığınak bence Berlin. Melankoli ile depresyonu birbirine karıştıranların şehri. Sürprizlere, tesadüflere çok açık bir şehirden bahsediyoruz. Bunu bilerek yaşarsanız bu şehirde, bu akılla, bu duyguyla gezerseniz çok mutlu olacağınıza eminim.