2010 yılından bu yana kapalı gişe oynayan ve 6’ncı sezonunu tamamlamak üzere olan “Profesyonel” oyununun iki usta oyuncusu Yetkin Dikinciler ve Bülent Emin Yarar’la buluştuk bu hafta…
Röportajdan önce oyunu izlemek için salona girdiğimde meraklı gözlerle oyunun başlamasını bekleyen seyircilerin heyecanını görmek, sanatın her şeye rağmen bütün ahengiyle hayatımızı güzelleştirmeye devam ettiğinin umut dolu bir göstergesiydi. Zaten Dikinciler ve Yarar da ‘Artık tiyatro izlenmiyor’ yorumlarını şiddetle reddediyor. Bu arada kapalı gişe oynandığının altını bir kez daha çizmekte de fayda var. Hâl böyle olunca da oyunu izlemek için bilet bulmak öyle hiç de kolay olmuyor. Aylar öncesinden bilet almanız gerekiyor...
Sırp yazar Duşan Kovaçeviç’in 1990 yılında yazdığı oyun, Yugoslavya’da sosyalizmin çözülüş döneminde yaşayan bir entelektüelin yaşam öyküsünü anlatıyor... Ancak günümüz Türkiye’sine o kadar çok benziyor ki, oyun süresince yaşadığınız toplumla ve kendinizle yüzleşiyorsunuz sürekli olarak. Yetkin Dikinciler’in, 40’lı yaşların başında bir edebiyat adamı olan Teodor Kray’ı, Bülent Emin Yarar’ın ise emekli polis memuru Luka Laban’ı canlandırdığı oyunu izlerken, Luka’nın Teodor’un anılarını bir anda önüne serdiği sahnede siz de kendi anılarınıza doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz adeta…
2 saat boyunca ara verilmeden oynanan ama her dakikasında aynı heyecanla izlenen Profesyonel’in Teodor’u ve Luka’sıyla, oyunun yanı sıra tiyatroyu, sinemayı, oyunculuğu, sansürü ve Bülent Emin Yarar’ın başrolünde oynadığı Geçmiş filmini konuştuk.
Oyun 6 yıldır kapalı gişe sahneleniyor. Bu tiyatro adına gerçekten gurur verici. Peki ‘Tiyatro izleyicisinin azaldığı’ yönündeki yorumlara ne diyeceksiniz?
Yetkin Dikinciler: Ben öyle bir şey bilmiyorum bir kere. Tiyatro kötü durumda filan değil. İnsanlar, dünyada ya da yaşadığımız coğrafyada, hayatlar bir takım sorularla bezendiğinde, biraz dalgalanıp bulanıklaşıp karışıklaştığında, kendi hayatlarına dair bir şeyler duymaya çalışıyorlar. Tiyatro da her devirde ve her coğrafyada buna karşılık veren bir sanat. İnsan hikâyelerini en basit ve en çıplak şekilde sahneye koyuyor, izleyenler de aslında kendi hikâyelerini, içinden geçtikleri geçmiş ya da bugün ama öyle ya da böyle temas ettikleri hikâyeleri izliyorlar. Hiçbir zaman özellikle de Devlet Tiyatroları'nda “İnsanlar ben artık hikâye izlemek istemiyorum. Televizyon, sinema ya da konserler bana yeter” demiyor. Dolayısıyla biz oynamaya devam ediyoruz. Seyirciler de seyretmeye devam ediyorlar. Tiyatro, gitmeyen için ölmüş olabilir. Teyzenize de gitmezseniz teyzeniz ölmüştür. Annenizi ziyaret etmezseniz anneniz ölmüştür. Ama oraya giderseniz görürsünüz ki insanlar orada olmaya ve paylaşmaya devam ediyorlar. Bunu bu önyargıyı silmek için söylüyorum.
Bülent Emin Yarar: Tamamen katılıyorum. Buna ek olarak, daha çok sinemacıların tiyatrodan çok fazla hoşlanmadığını biliyorum. Sinemayı seven insanların da zaman zaman tiyatrodan hoşlanmadığına da şahit oluyorum.
Neden hoşlanmıyorlar?
Bülent Emin Yarar: Bence zaman zaman hakkı verilmeyen oyunlar var. Bu her zaman olmuyor. Çoğu zaman da demeyeceğim ama hakkı verilmeyen oyunlar oluyor. Yani inanılmaz bir tekst var önünüzde ama bir şekilde olmamış. Bu da aslında tiyatronun olabilirliği çerçevesinde düşünülmesi gereken bir şey. Ülkemizde çok az sahne var diye düşünüyorum. Ancak çok sahne olunca da kalifiye elemanın yazarından başlayıp, yönetmenine, ışık rejisine yani çok komplike bir iş tiyatro. Tiyatro bizim başlangıcımızda belki bu kadar komplike bir durum taşımıyordu. Devlet Tiyatroları, yani ödenekli tiyatrolar hayatımıza girince başka bir dünya başladı. Fakat bu dünyada aslında bizim adım attığımız kolay bir dünya değildi toplum olarak. Şimdi şimdi daha iyi işler oluyor. Dolayısıyla Yetkin’e katılıyorum. Ben çok az işin seyircisiz kaldığını görüyorum. Sahnemiz de insanımız da çoğalmalı. Profesyonel Duşan Kovaçeviç’in bir oyunu. Diğer oyunları da muhteşem oyunlar. Böyle olunca da biz yönetmeniyle, oyuncusuyla ışıkçısıyla tat alıyoruz. Keşke böyle yazarlar çoğalsa…
Peki Türkiye’de son dönemlerde güzel oyun metinleri yazıldığını düşünüyor musunuz?
Yetkin Dikinciler: Elbette var. Bu alternatif tiyatro olarak ana akım medyada genellikle yer bulmuyor ama biz camia olarak biliyoruz ki İstiklal Caddesi üzerinde irili ufaklı ya da Levent’te açılmış ve sadece o ekip için o sırada kalem alınmış, içinden geçtiğimiz zamanın ve ülkenin koşullarına şahitlik eden oyunlar da yazılıyor oluyor. Bu insanların her zaman bir edebiyat fakültesinden ya da yazarlık bölümünden mezun olduğunu düşünmeyebiliriz. Ama zaman zaman modern tekstler dediğimiz günümüze bir şeyler söyleyen ya da bir derdi olan metinlerle de karşılaşıyoruz. Ama işte tam da burada bunların desteklenmesiyle ilgili bir sorun var.
Medya çok fazla desteklemiyor diyorsunuz yani?
Yetkin Dikinciler: Sadece medya değil, öyle bir politika olmadığını düşünüyorum. Yani bunların irili ufaklı çoğalması zarar getirmez, yarar getirir. Siyasi iradenin hangi dönemde olursa olsun kendine dair bir eleştiri kabul edecek ise ya da yapılacak ise bunun sanat aracılığıyla olması çok zariftir ve katkıda bulunur. Hayat karşılıklı aynaya bakmak gibidir çünkü. Eksikler görülür ve düzeltilecek şeyler varsa düzeltilir. Ama illa siyasi olmak zorunda da değildir tiyatro. Dolayısıyla bu oyunlar ya da yazarlar yok değil ama kapı açacak, bütün Türkiye sizi bekliyor denecek bir durum da yok açıkçası. Ama benim bildiğim birçok yazar var. Oyunlarında oynadığım, yenilerde izlediğim yazarlar da var.
En etkilendiğiniz yazarlar hangileri, isim verebilir misiniz?
Yetkin Dikinciler: Deniz Madanoğlu diye bir kızımız var mesela. Aynı zamanda senaristlik de yapıyor. Bir bakıyorsunuz çok naif, bir yerden bizim hayatımıza değmiş çok basit şeylerden çok güzel bir olay örgüsüyle bize bir şeyler söyleyen bir oyun. Bir de bunu realize ediyorlar kendi imkanlarıyla karşımıza çıkarıyorlar. Yıllardır çalıştığım kimilerine göre bazen çok edebi kalan Özen Yula var. Bazı oyunları çok iyidir. Bir sürü yazar arkadaşımız var çabalayan.
Bülent Emin Yarar: Samimi yapılan işler çok önemli. Zaten her şeyde önemli olan da samimiyet. Kendini kandıran yazarlar, kendini kandıran yönetmenler, kendini kandıran oyuncular, kendini kandıran ışık dekoratörleri, kendini kandıran dekor küratörleri, sadece kendilerini kandırırlar. Çoğalmak lazım, her şeyimizle çoğalmak lazım. Bence en büyük sorunumuz bu. Samimi yapılan her iş bence yerini buluyor.
En büyük eksikliğimiz de o galiba…
Bülent Emin Yarar: Biraz öyle…
Peki son dönemde Devlet Tiyatroları ya da Şehir Tiyatroları'nda yaşanan sansür ve işten çıkarma olayları sıkça gündeme geldi. Peki siz herhangi bir sansür ya da baskıya maruz kaldınız mı?
Yetkin Dikinciler: Hayır sansüre maruz kalmadım. Devlet Tiyatroları’nın tüzel kişiliğine haiz kendi yasası var, kendi genel müdürlüğü var ama etkilenmediğini söylemek de yanlış olur. Birtakım şeyleri kollamaya çalışan idareciler mutlaka olmak zorunda.
Bülent Emin Yarar: Ve bunlar hep oldu…
Yetkin Dikinciler: Evet, bunlar her dönemde oldu. Şehir Tiyatroları’nda böyle şeyler duyduk. Çünkü orada taşeron bir firma aracılığıyla oyuncuların birdenbire sevimsiz bir şekilde yollanması durumu var.
Evet, buna ek olarak 6 kadrolu sanatçı da açığa alındı…
Yetkin Dikinciler: Evet, kadrolu sanatçıların da açığa alınması, haklarında soruşturma yürütüldüğüne dair bir şeyler var. Kendi adıma bunlara bakışım; bizim hayatımız kısa ama hayat uzun. Eğrisi doğrusuna denk gelir. Yeter ki insanlar acılar çekmesinler o sırada. Yani kimse kimseye durduk yere hak etmediği bir cezayı reva görmesin. Tek dileğim bu… İnsanlar bir çeki düzen vermeli kendilerine. Kendi başlarına gelmesini istemedikleri şeyleri başkasına reva görmemeli diye düşünüyorum.
Bülent Emin Yarar: Aynı şekilde Yetkin’e tüm benliğimle katılıyorum.
Yetkin Dikinciler: Tabii ki insanlar her şeyi duymak istemeyecekler. Özellikle de iktidar sahibiyseniz. İktidarınıza zarar gelmesin diye duymak istemediğiniz şeyleri yasaklamaya çalışabilirsiniz. Ama hiçbir sansür, başka şekilde söylenmesini engelleyemez. O gün o şekilde söylenmesini engellersiniz duymak istemediğiniz şeyin ama söylenecek şey yolunu bulur. Sansür faydasız bir girişimdir.
Bülent Emin Yarar: Belki de sanatın doğum sebeplerinden biri de budur.
Belki de sanat en çok böyle dönemlerde lazım… Oynamak isteyip de sahneye koyamadığınız bir oyun oldu mu peki?
Yetkin Dikinciler: Şahsen benim başıma gelmedi.
Bülent Emin Yarar: Valla benim de hiç başıma gelmedi. Aslında iyi yazarlar sadece sistem eleştirisi yaparlar. Duşan Kovaçeviç’in oyunun da olduğu gibi… Yani sadece iktidar bir elden bir ele geçer ve bu kısır döngü devam eder. Shakespeare’de böyle anlatmış 450 yıl önce… Değişen hiçbir şey yok ne yazık ki… Dolayısıyla taraf olmaz iyi yazarlar.
Duşan Kovaçeviç Sırp bir yazar ve 1990 yılında yazıyor “Profesyonel” oyununu… Ama bugüne o kadar çok oturuyor, Türkiye’ye o kadar çok benziyor ki…
Yetkin Dikinciler: Bizi anlatıyor değil mi?
Evet ve şu dikkatimi çekti; her ikinizin karakterinde de aynı durum var ama özellikle Bülent Bey’in canlandırdığı “Luka” ne kadar da Türklere benziyor… Yani sokağa çıktığımız anda rahatlıkla görebileceğimiz bir karakter…
Yetkin Dikinciler: Mesele o coğrafyada yazılmış bir oyunu bu coğrafyada sahnelerken seyirciye en dokunabilecek hale getirmektir. Dolayısıyla öyle görünmesi hiç yabancılayabileceğimiz bir şey değil. Tiyatro özelde sınırları böyle aşar.
“Profesyonel” oyununu ilk okuduğunuzda ne hissettiniz?
Yetkin Dikinciler: Böyle bir ekiple buluşacağım için çok mutlu oldum. Bülent’i okuldan beri takip eder ve “Bir yakalasam, bir yakalasam” derdim hep. Yıllar önce “Müfettiş” oyununda denk gelmiştik, şimdi de “Profesyonel”de denk geldik.
Bu beraber sahnelediğiniz ikinci oyun yani…
Yetkin Dikinciler: Evet ama okulda zaten Bülent’le çok oyun izlerdik. Amatörce sahnelediğim oyunlarıma da gelmiştir…
Felaket bir uyumunuz var bu arada sahnede…
Bülent Emin Yarar: Uyumsuzluğun uyumu o… (Gülüyorlar)
Yetkin Dikinciler: Karşıtlığın dengesi… (Gülüyorlar)
Evet, farklı karakterler ama fena bir uyum içindeler…
Yetkin Dikinciler: Tabii burada Müşfik Kenter’in adını anmadan da geçmeyelim. Oradan da bir şeyler geliyordur herhalde. Oyunu okuduğumda, tabii ki yani modern 90’larda yazılmış çağdaş kabul edebileceğimiz bir eser. Bülent’le telefonda konuştuk, yazdı. “Şurada başlarız” dedi, “Önce bir okuruz, sonra da 10-15 gün sonra da ezberi yapıp atarız bunu ya” gibi bir konuşma geçti aramızda. Ama hiç öyle bir şey olmadı.
Bülent Emin Yarar: Ukalalaştık nedense… (Gülüyor)
Yetkin Dikinciler: “Hallederizci” yaklaştık yani… (Gülüyorlar)
Halletmişsiniz de…
Yetkin Dikinciler: Oyun bizi halletti aslında. İyi ki de halletti. Ezilmeden özü çıkmayacaktı çünkü. Bizi bayağı ezdi oyun başta ama sonrasında yolunu buldu her şey.
Bülent Emin Yarar: Oyunu, senaryoyu ya da bir romanı okursunuz, romanda tabii biraz farklıdır herkes kendi rejisini yapar. Ama oyunu daha farklı bir gözle okursunuz. “Profesyonel” 4 kişilik bir oyun. Bir defa kadrosu çok az. Bize de az kişiyle olduğu için kolay hallederiz gibi geldi. Ama çok zorlandık.
Peki en çok nerede zorlandınız?
Bülent Emin Yarar: Örneğin “Luka” karakteri gizli bir polis. Gizli bir polis denilince de akla saklanan bir polis geliyor. Bu adam hiç saklamamış ki kendini. Hatta “Beni görün, beni görün” diye yırtınmış. Dolayısıyla biz oyunu okuyoruz ama sonraki süreç bir yolculuk. Yolculuk da şöyle zevklidir; bir hedef belirleyip o hedefe dümdüz giderseniz onun adı yolculuk değildir. Arada böyle “Şuraya da sapalım ne çıkacak bakalım” deyip sürprizlerle karşılarsınız. Bence oyun okumak başka, prova yapmak başkadır. Biz bir sürü sürprizle karşılaştık. Çok güzel bir yolculuk yaptık. Zaman zaman vites küçültmek zorunda kaldık. Bazen yokuş aşağı frenimiz tutmadı. Bir macera yaşadık. Bu macera güzel bir maceraydı.
Ve hala anlatırken gözleriniz parlıyor… O heyecan çok güzel gerçekten.
Bülent Emin Yarar: Evet... O heyecanı da henüz yitirmedik ve yitirmeye de hiç niyetimiz yok.
Bizlere de geçiyor o heyecan… Ben oyunu izlerken en çok anılara takıldım. Hatta Ermeni yazar Zaven Biberyan’ın “Her şeyini kaybedeceksin; ama unutma ki hatıralarını kaybedemezsin. Onlar canına okuyacak” sözü kayıp gitti sahnede sürekli olarak. Anılar Teodor'un da canına okuyor sanırım…
Yetkin Dikinciler: Çok ağır bir şey… Artık sistemi devirdiğini ve bu konuda da artık doğrusunu yaptığını zanneden bir edebiyat adamının (Teodor) kendi hayatına dair yanlışlarını, devrilmiş bir sistemin içindeki adam (Luka) getirip seriyor önüne… Çok büyük bir yüzleşme. Aslında bir aydın… Yani “Aydın, yarı aydın” tartışmasının çok güzel yapıldığı bir hikâye… Zaten oyun da “Bir insan sizin geçmişinizi değiştirebilir mi?” sorusuyla başlıyor. Seyircilerin bazıları “mümkün” diyor, bazıları “saçma” buluyor. Ama her iki insan da öyle yarım kalmış hayatlar yaşamışlar ki… Biri sisteme dair her şeyi değiştirmek için mücadele ederken kendi hayatını unutmuş. Öteki de sistemin artık neferi ve kralıyken, devrilen bir sistem sonrasında taksicilik yapmak zorunda kalmış. Yani hiçbir şeyin değişmediği, iki kişiden anca bir kişi çıktığı bir oyun. Ancak o iki uzak uç kutup, birleşip bu konuda yüzleşirse “yeni bir umut var” diye bir mesaj çıkacaksa eğer çıkıyor oyunun içinde.
Bülent Emin Yarar: Aynı yüzleşmeyi Luka’da yapıyor. Luka, 18 yıl önce yani Teodor ile ilk tanıştığı yıllara gidiyor ve “aslında güzel şeyler söylüyor bu adam zaman zaman” diyor. “Çocuğunu aldı, köpeği götüremedi, annesinin mektupları yok” diyor. Ve ardından “Ben de aynı şeyi yaşadım. Ben de oğlumdan kopmuşum” diyerek kendisiyle yüzleşiyor. Oğlu da aykırı gitmiş üstelik. Anne-oğul ilişkisi, baba-oğul ilişkisi her yere girmiş. Yani yazarın girmediği yer yok 2 saatte.
Ve o duyguyu biz de yaşıyoruz izlerken. Mesela Teodor'un annesinin mektuplarını okuduğu sırada kendi hayatıma dair izler buldum…
Bülent Emin Yarar: Siz de yüzleşiyorsunuz çünkü.
Yetkin Dikinciler: Ne kadar göz varsa o kadar özel hayat var işte. Seyredenler o sırada aktif olarak içinde.
Bülent Emin Yarar: Ya da kendi aralarında anlattıkları yaşlıları bırakma öyküsü… Bence herkes yine gülüyor, ilk verdikleri reaksiyon o oluyor. Sonra Teodor’un gösterdiği tavırla öylece kalıyoruz. Yine bir yüzleşme yaşıyoruz o anda da… Aslında biz sizleri yüzleştirmiyoruz, her gün kendimizle yüzleşiyoruz.
Yetkin Dikinciler: En samimi halimizle gerçekten.
Bu arada hiç mola verilmeden 2 saat boyunca süren bir oyun. Nasıl dayanıyorsunuz?
Yetkin Dikinciler: Dayanmıyoruz gerçekten. Benim tek hissiyatım “Acaba seyirci oyunu izlemekten değil de oturmaktan dolayı sıkılmaya başladı mı” oluyor.
Bülent Emin Yarar: Arkadaşlarımızı çağırdığımızda “salona girmeden önce tuvalete gidin” diye uyarıyoruz. (Gülüyorlar)
Peki oyunun bu kadar uzun soluklu süreceğini düşünmüş müydünüz ilk başladığınızda?
Yetkin Dikinciler: Hayır, öyle bir şey öngörmedik. Gittiği kadar dedik. Hayatta her şey öyledir aslında… Bir sevda ilişkisi de öyle, aşk da bitebilir… Mesela “Doğaçlama yapıyor musunuz” diye soruyorlar bize. Ben geçen sene şunu keşfettim; Türkiye, gündemini o kadar hızlı değiştiriyor ki… Türkiye her gün doğaçlama yapıyor ama bizim oyunda yazar o kadar güzel okumuş ki hayatı… Öyle cümleler kuruyor ve seyirci de onu doğaçlama sanıyor.
Bülent Emin Yarar: “Onların hiçbiri doğaçlama değil, ben yazdım” diyor yani… (Gülüyorlar)
Oyun metninde hiçbir değişiklik yapmadınız o halde?
Bülent Emin Yarar: Hayır. Olduğu gibi aktarıyoruz. Ama çok küçük eklemelerimiz var. Mesela dans sahnesi yazılmamış oyuna ama o da işin kırılma ve keyif noktası. Ya da köpeği alıp öyle konuşturmuyor.
Önümüzdeki ay yine Cevahir’de mi sahnelenecek?
Yetkin Dikinciler: Evet, aralıkta da yine buradayız.
Yurt dışında hangi ülkelerde sahneleme imkanınız oldu?
Yetkin Dikinciler: Almanya, İsveç ve Kıbrıs’a turnelerimiz oldu.
Bülent Emin Yarar: Aslında temennimiz tiyatro festivallerine uzanmak ama ne yazık ki şimdiye kadar öyle bir şey yaşayamadık. Çok isterdik bunu…
Talep mi gelmedi, yoksa gerekli bağlantılar mı kurulamadı?
Bülent Emin Yarar: Bu bizim dışımızda bir şey. İdari bir şey olduğunu düşünüyorum. Öyle bağlantıların bir şekilde kurulmasında fayda var. Çünkü ödenekli tiyatroların en önemli işlerinden biri. Çünkü Devlet Tiyatroları’nın tüzüğünde de ‘Türk tiyatrosunu yurt dışında temsil etmek’ yazar.
Umarım bir an evvel kurulur o bağlantılar… Peki yine anılara dönelim… Ama bu kez sizin anılarınızı konuşalım. İlk izlediğiniz tiyatro oyununu hatırlıyor musunuz?
Bülent Emin Yarar: Ben Ankara’da bir banka tiyatrosuna gitmiştim çocukken.
Kaç yaşındaydınız?
Bülent Emin Yarar: Herhalde 6 yaşlarında filandım.
O zamanlar oyuncu olmak gibi bir hayaliniz var mıydı?
Bülent Emin Yarar: Hiç yoktu. 24 yaşına kadar öyle bir isteğim olmadı. Operayla başladım ben. Tiyatroyla hiçbir alakam yoktu. Çok iyi bir seyirciydim ama…
Nasıl başladınız peki?
Bülent Emin Yarar: Sonra arkadaşlarım kanıma girdiler.
Yetkin Dikinciler: Beni de rahmetli anneanneciğim Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu’na götürürdü. O zamanlar Hababam Sınıfları vardı… Benim böyle ilk kendimi, dünyayı görmeye başladığım zamanlardı… Yani Işıl Kasapoğlu’nun kurduğu Semaver Kumpanya’nın en eski halinde biz anneanneciğimle tiyatro izlemeye giderdik.
Bülent Emin Yarar: Mesela Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu’nu yapan rahmetli Ahmet bey, müteahhitmiş aslında ve apartmanların altına da tiyatro yaparmış… Yani düşünsenize nasıl güzel bir insan… Bu muhteşem bir şey. Keşkelerimiz var… Keşkelerimiz gerçekten çoğalmak, çoğalmak, çoğalmak… Yani korkusuz olmak gerekiyor. Tiyatrodan, sanattan niye korkar insan ya... Sanat, insan olmaya çalışmak için var…
Galiba en çok diktatörler korkuyor…
Bülent Emin Yarar: Şu da var bakın; mesela ben Diyarbakır’a ilk gittiğimde, temizlik yapmaya çalışan bir hanım vardı. Evimiz de tam tiyatronun karşısındaydı. Bir gün oturuyoruz 3 bekar arkadaş, kadına ‘Biz nerede çalışıyoruz’ dediğimde ağzını kapatarak karşı binayı gösterdi. Vallahi öyle bir yerde çalışmıyoruz biz dedim. Sonra geldi ama oyun seyretti. Yani dolayısıyla başka şeyler de var kafalarımızda. Emin olun hala var.
Şu an bir sinema projesi var mı peki? Okuduğunuz senaryo filan…
Yetkin Dikinciler: Şu an bir sinema filmini bitirdik. Masada şu anda. Yeni yılla birlikte şubat gibi vizyona girecek.
Biraz tüyo alabilir miyiz?
Yetkin Dikinciler: Alper Babayağmur’un filmi. İlk filmini çeken bir arkadaşımız. Filmin şimdiki adı “Her Şey Mümkün” ama vizyon adı ne olur bilmiyorum. Onun çıkmasını bekliyorum ben de heyecanla. Bir de Bülent’in başrolünde olduğu Semir Aslanyürek’in Kaos filminde küçük bir rolüm var. Öte yandan genç bir arkadaşımızın senaryosu var şu an elimde.
Bülent Bey, Semir Aslanyürek’in filminden önce de yönetmen Çağdaş Çağrı’nın ilk uzun metrajlı filmi “Geçmiş”in başrolünde oynadınız. Eski bir fotoğraftaki kadını arayan bir adamı canlandırıyorsunuz. Senaryoyu ilk okuduğunuzda ne hissettiniz?
Her şeye çok geç başlasam da ben oyunculuğu şu yüzden seviyorum galiba; birilerinin bana tek bir karakter yüklemesi hiç hoşuma gitmiyor. Aynı olmak hiç sevmediğim bir şey. Ben konservatuvardan beri komedi ağırlıklı bir şey çalıştığım zaman bir reaksiyon alıyordum belki ama hemen dümeni değiştiriyorum. Çünkü bana o keyif veriyor. Bir defa Luka’yla Cyrano’yla hiçbir alakası olmayan bir adamım. Geçmiş’teki Yusuf karakteri de donuk ve durağan ama neredeyse her karede olan bir adam. Ama dışına belki çok yansıtmıyor fakat içini dışa döken donuk haliyle döken bir adam. Onun keşfine çıkmak istedim. Böyle bir karakterin peşinden gidip yine bir maceraya atılmak hoş olacaktı. O yolculuk boyunca da çok keyif aldım.
Çağdaş Çağrı’yla çalışmak nasıldı peki?
Çağdaş, mükemmeliyetçi bir arkadaşımız. Çok detaycı. Tabii ki ilk film olunca başka şeyler de giriyordur devreye. O süreç, Çağdaş Çağrı’nın kendi süreciydi. Ben kendi sürecime gittim, o kendi sürecinde yürüdü.
İstanbul, Mardin, Bolu ve Midyat sınırında çekildi film. Peki zorlandığınız sahneler oldu mu?
Tiyatro’ya profesyonel olarak Diyarbakır’da başlamıştım. 5 yıl boyunca bütün doğuyu gezme fırsatı buldum. Bu müthiş bir şeydi. O yüzden yeniden Mardin’e de gitmek benim için büyük bir keyifti. Oranın dokusu ve sadeliği bambaşka. Hiç de öyle zorlanma gibi bir durum olmadı. Ama bazen işte Bolu’da kar yağar, soğuk olur filan ama onları da artık geçiştiriyoruz yani.
Peki filmin diğer başrol oyuncuları Gözde Kansu ve Lila Gürmen’le çalışmak nasıldı?
Önyargılarla hiçbir şeye başlamadım şimdiye kadar. “Ayy partnerim kim” filan diye sormadım hiç… ben partnerimi kazanmak için uğraşırım hep. Şu anda sizinle soru-cevap şeklinde konuşuyoruz mesela. Şu andaki partnerim sizsiniz. Sizin de partneriz benim. Bu sıcaklığı ve samimiyeti yakaladıktan sonra bu bir röportaj olmaktan çıkıp, insani bir şey olur. Senaryoda da tiyatroda da aynı şekilde o laflar sizin olup çıkarsa, samimiyetle çıkarsa, her zaman iyi sonuç verir. Ben kategorize etmem kimseyi. Etmedim, etmeyeceğim de…
Tıpkı filmde olduğu gibi eski bir anınızı hatırlatan bir eşya geçti mi hiç elinize?
Tabii, hepimiz gibi. Çok eski zamanlardan kalma bir şey geçti elime. Geçen gün buldum onu…
Ne buldunuz?
Bir menekşe…
Kurutulmuş bir menekşe… Hikayesi nedir peki?
Ne bileyim işte liseli yıllarda aşık olursunuz ya içinde platoniklik filan her şey vardır. Eskiden içine fotoğraf konulan anahtarlıklar vardı, onun içine koymuşum o menekşeyi…
Çok naif gerçekten… Geçmiş, Adana’dan sonra Antakya Film Festivali’nde de finale kaldı. Siz de orada olacaksınız değil mi?
Evet, orada olacağım.
Canan Kaya / Medyatava
tw: ckayacanan