İşsiz bırakılan gazetecileri konu alan ve yönetmenliğini gazeteci Tuluhan Tekelioğlu'nun yaptığı "Persona Non Grata" belgeseline Tuğçe Tatari'nin ardından bir tepki de Cumhuriyet gazetesi muhabiri Ahmet Şık'tan geldi.
Gazetecilerin gördüğü baskıyı anlatan belgeselde yer alan Şık, Twitter'dan yaptığı açıklamada; "Her şeyden önce medyaya yönelik baskı, sansür, daha ahlaksızca olanı otosansür Türkiye'ye AKP faşizmiyle ya da Recep Tayyip Erdoğan iktidarıyla gelmedi. Hep vardı" ifadelerini kullandı.
Şık, ayrıca belgeselde kendisiyle birlikte yer alan Aydın Doğan, Derya Sazak, Fatih Altaylı gibi isimlerin de gazetecilerin işsiz kalmasında payı olan isimler olduğunu belirterek "Eşit değiliz" dedi.
İşte, Şık'ın açıklamaları:
Persona Non Grata belgeseline itirazım var
Hayır eşit değiliz
AHMET ŞIK
Doğan grubuna ait Radikal gazetesinden atılmamın üzerinden tam
10 yıl geçti. Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kabul edilen 3
Mayıs'ta, 2005'de işsiz bırakılmıştım. Aslında sadece işten değil
ana akım medya sektöründen atılmıştım. Rüşvet teklifini kabul
etmeyince “Seni hiç bir yerde çalıştırmayız” diyen dönemin Doğan
Gazetecilik İnsan Kaynaklarından Sorumlu İcra Kurulu Üyesi Münir
Cankurtaran sözünü tutmuştu. Kısa süre sonra başladığım Aktüel
dergisinden 4 gün sonra çıkarıldım. Akşam gazetesinde, dönemin
haber müdürüyle el sıkışmamıza rağmen hiç bir zaman işe
başlayamadım. Sky Türk televizyonunun yayın yönetmeni olan
arkadaşım, “İnsan kaynaklarında hakkında Doğan grubundan
gönderilmiş bir dosya var. Polisteki gözaltılarına kadar her şeyi
koymuşlar. Seni almama izin vermediler” diye anlattı işe alma
girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasını.
Peki bunları neden anlatıyorum açıklayayım. Dünya Basın Özgürlüğü
Günü olan dün bir belgesel yayınlandı. Son yıllarda büyük bir
kıyımın arenası haline dönen Türkiye medyasının hal-i pür melalini
kısmen mercek altına almaya çalışan yapıt, “İşsiz bırakılan
gazeteciler belgeseli: Persona Non Grata!” diyerek sunuldu.
Belgesel, yakın geçmişe kadar dünyanın en büyük gazeteci
hapishanesi olarak anılan, sansür ve otosansür kıskacının en
daraldığı bir dönemde AKP iktidarının baskısıyla işsiz
bırakılanların tanıklığına yer veriyor. Muhabirinden yazarına,
editöründen yöneticisine ve hatta patronuna (yanlış okumadınız)
kadar bir dizi insan var. bu kadar çeşitlilik kulağa hoş geliyor
olabilir. Daha doğrusu olabilirdi. Ama değil. Belgeselin yönetmeni
Tuluhan Tekelioğlu'nun iyi niyetinden kuşkum yok ama belgeselde yer
alanlardan biri olarak çeşitli itirazlarım var.
Her şeyden önce medyaya yönelik baskı, sansür, daha ahlaksızca
olanı otosansür Türkiye'ye AKP faşizmiyle ya da Recep Tayyip
Erdoğan iktidarıyla gelmedi. Hep vardı. Ama belgesele bakarsanız,
medyanın içine düştüğü acıklı durumun tek sorumlusu Recep Tayyip
Erdoğan adındaki bir şeytan. Nesnel gerçeklik ile medyatik
gerçeklik arasındaki uçurumdan tutun da muhabir, yazar ve
yöneticilerin işsiz bırakılmasına ve türlü baskılara kadar her
şeyin sorumlusu Erdoğan ve AKP iktidarı. Bu dönemin sorumlusunun
Erdoğan ve iktidarı olduğu su götürmez bir gerçek. Tıpkı
kendisinden önceki iktidarlar ve güç odaklarının olduğu gibi.
Derdim Erdoğan ve iktidarının faşizmini hafifsetmek değil. Aksine
herkesin eteğindeki taşları dürüstlük ve samimiyetle dökmesi.
Geçmiş iktidarlar döneminde de gazeteciler öldürülüyor, işsiz
bırakılıyor, baskıya, sansüre maruz kalıyordu. Hatta öldürülen ya
da şanslıysa canını kurtarabilen ancak tutuklanan Kürt ve sosyalist
basın çalışanlarına, tıpkı şimdi devlet katında ve bir kısım
medyada olduğu gibi “Gazeteci değil teröristler” diyen meslek
örgütü temsilcileri gördü bu topraklar. Şimdi basın özgürlüğü için
haklı olarak seslerini çıkaranlar o zaman susuyordu. Dileğim o ki
devran değiştiğinde yine aynı suskunluk sarmalının içine girmezler.
Susacaklara ve AKP faşizminin borazanlığına soyunanlar da çok değil
daha bir kaç yıl önce, kumpaslarla hapse atılan meslektaşlarının ne
azılı darbeciler olduğunu kanıtlamaya girişenlerin, köşelerinden,
televizyon ekranlarından “Seni tutuklatırım” tehditleri dile
getirenlerin şu an içine düştükleri acıklı durumdan ders
çıkarmaları uyarısını yapalım.
Bir diğer nokta işsiz bırakılan gazetecilerle çeşitli bahanelerle
bu kararı uygulayanların aynı belgeselde olması. İşten atanla
atılanın, her türlü haksızlık ve ahlaksızlığa imza atanla buna
karşı çıkanların eşitlenmesi. Aydın Doğan ile geçmişte Doğan grubu
ile başka yerlerde yöneticilik ve yazarlık yapmış olan Derya Sazak
ve Fatih Altaylı'nın da belgeselde yer almasından bahsediyorum.
Evet, vergi cezalarıyla susturulan Aydın Doğan'ın sahip olduğu
medya gruplarının dahi “muhalif” olarak görülebildiği bir
karanlıktayız. Ancak bu durum bize Aydın Doğan'ın sendikal
örgütlenme düşmanı bir medya patronu olduğu gerçeğini unutturacak
mı? İsveçli standartlarında yaşayan bir yazar-yönetici azınlık ile
Bangladeşli şartlarında yaşamak zorunda bırakılan bir çoğunluk
piramidi kurduğunu eleştirmeyecek miyiz? Sahibi olduğu medya
kurumlarında periyodik olarak kitlesel tensikatlara imza atılmıyor
muydu? Adına “centilmenlik” denilen kölelik anlaşmalarıyla
çalışanların açlıkla terbiye etmeye çalıştığını ne çabuk unuttunuz?
Şu an herkesin haklı olarak yakındığı, içi koli basiliyle dolu
havuzun medyasının yaptıklarını geçmiş dönemde Doğan grubu ve diğer
ana akım medyanın yaptığını anımsamayacak mıyız? Şimdi iktidar
baskısına maruz kalan Derya Sazak ve Fatih Altaylı'nın bunlardan
azade birer yönetici mi olduğunu düşünmeliyiz? Sabah gazetesinin
önünde protesto gösterisi yapanlardan birisi arkadaşı çıktığı için
Uluç Özcü'yü işten atan yönetici ile AKP'nin sağlık politikalarını
eleştiren haberde emeği geçen Dilek Şanlı ile iki meslektaşımızı
işten kovan Fatih Altaylı arasında fark görebiliyor musunuz? Murat
Aksoy'u, iktidarın emriyle işten atan ve bu haksızlığa çıkarları
için sessiz kalan Yeni Şafak yöneticileri ile yarım asırlık
arkadaşı Hasan Cemal'in, Can Dündar'ın kovulmasında sessiz kalan
Derya Sazak arasında ne fark var? Gezi isyanı sırasında iktidarın
tavrını eleştirdiği için kovulan ve ev kredisini nasıl ödeyeceğinin
karamsarlığına düşen Sevim Gözay ile “O zaman iyi para
kazanıyordum. Çok değil 700 bin dolara aldım” dediği villasında
yaşamaya devam eden Derya Sazak nasıl eşitlenebilir? Sanki
telefonda konuşan kendisi değilmiş gibi “Tapeler ortaya çıkınca
şoke oldum” diyen, gazetecinin işinin soru sormak olduğunu
çıkarları gereği unuttuğunu “Herkes susarken o gerilimli ortamda
televizyonda mı yapacağım sizin yerinize? Niye yapayım?” diyen
Fatih Altaylı'yla işini yaptığı için işsiz bırakılan
meslektaşlarımız ne kadar eşit?
Hayır. Eşit değiliz.