Çağdaş Türk edebiyatının en verimli ve en başarılı isimlerinden İnci Aral, yeni yayın dönemiyle birlikte Everest Yayınları’nın yazar ailesine dahil oldu.
“Yarattığım kahramanları hayatımdan parçası oldu. Ölü Erkek Kuşlar’ın ‘Suna’sı, Yeni Yalan Zamanlar’ın ‘Melike Eda’sı, Taş Ve Ten’in Ulya’sı hala bir yerlerde yaşıyor” diyen İnci Aral ile, medya – edebiyat ilişkisini ve Türkiye'deki yazı ortamını Medyatava için değerlendirdi.
İşte İnci Aral'ın özel söyleşisi:
Sizin yazmaya başladığınız dönemdekiyle şimdiki arasında büyük farklar var. Artık hevesli gençler, kurslarla, atölyelerle yazar olmak istiyor. Siz bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben yazmaya yoğun edebiyat ve kitap sevgisi, okuma tutkusu ve duygularımı yazarak anlatma isteğimle heves ettim. Yazmak okuyarak öğreniliyordu. Para kazandırmasa da çok değerliydi. Bugün yazarlık neredeyse pop şarkıcı olmakla bir tutuluyor. Bir kitapla köşe dönülecek rahat, bol kazançlı, kolay bir iş gibi algılanıyor. En önemlisi okumadan yazar olma hayali. Oysa yüzlerce kitap okumamış olanı hiçbir kurs yazar yapamaz.
Çok istemekle ya da herkese öğretilebilen klişe tekniklerle çıtanın üzerine çıkabilen yazar olabilir mi? Yazarlığın ana hamuru nedir?
Yaratma güdüsü ve yazarak kendini keşfetme arzusu başlangıçtır. Çıtanın üzerine çıkabilense yüzde iki üçtür. Bunlar da çabucak. İşin çilesini, sisteme dahil olmanın zorluğunu görüp çekilirler. Yazarlık duygusu, sezgisi ve bilgisi insanın içindedir. Sistemli bir okuma yazma, gözleri açık tutup biriktirme, tutarlı bir görüş açısı edinme ve disiplinli çalışmayla yol alınabilir ama yine de yazar olma rüyası uzun sürer.
Öykülerinizin ilk yayımlandığı günlerde sadece kadın yazarın değil herhangi bir mesleğe sahip kadının aradan sivrilip kendini göstermesi zordu. Bu zorluk belki şimdi bile bir miktar var. Siz bu zorlukları yaşadınız mı?
Ben yazdıkları vasatı aşan özgün bir öykücü olarak ortaya çıktım, edebiyat çevresinin dikkatini çektim. Ancak sisteme kabul edilmem için aşılacak başka engeller vardı. Bunlar kadın olmamla ilgili değildi. Öncelikle başarı ve verimliliğimi istikrarlı biçimde sürdürmem, belli bir okur kitlesi edinmem, iyi bir yayıneviyle çalışmam ve kitaplarımın çok satar olmasıydı. Bunlar on yılım aldı.
Ağda Zamanı öykülerinden başlayarak sıra dışı kadın kahramanlar yarattınız. Onca kahramanınızın içinde gönül yakınlığı duyduklarınız var mı?
Var tabii. Ölü Erkek Kuşların “Suna”sı, Yeni Yalan Zamanlar’ın “Melike Eda”sı, Taş Ve Ten’in Ulya’sı. Öylesine hayatıma karıştılar ki hala bir yerlerde yaşıyorlardır diye hayal ediyorum.
Medya eleştirmenleri klişeleri pek sever. "Kadın duyarlığını yansıtan... kadın sorunlarına getirdiği güçlü yorumlarıyla tanıdığımız vs." gibi ifadeler kullanırlar. Böylesi yaklaşımlar için görüşünüz nedir?
Genelde erkek yazılarında azınlık diline övgü tavrıyla abartılan ama özünde bilinçaltına gizlenmiş bir aşağılama bulunan bu tanım eskiden çok kullanılırdı. Toplumsal cins ayrımını pekiştiren ve yazan kadınları ayrı kulvarda koşmaya iten bu gülünç klişeyi kadınlar söküp attı. Benzer sözler de demode oldu.
Pek çok okur, kadın kadını, erkek de erkeği daha iyi yazar diye düşünür. Böyle bir genellemenin doğruluk payı var mı?
Kadın ya da erkek, yazınsal eylemde ve ortaya konan üründe genellenebilecek söylem farklılıkları yaratmaz. Kişisellik, farklı tatlar, renkler, seçimler vardır ama hiç biri tek başına böyle bir ayrımı desteklemez.
Şehirler insan yaşamında derin izler bırakır. Siz de Denizli, Manisa ve Bursa gibi birçok şehirde yaşadınız. Şimdi burudan baktığınızda, ruhunuzda hangi şehrin etkilerini hissediyorsunuz?
Denizli doğum yerim orada yaşamadım. Manisa’da zor yıllar geçirdim. Çocukluğum ve ilk gençliğim beni en çok etkileyen kent olan Bursa da geçti. Oradaki acı tatlı anılarım üzerine kapsamlı, ayrıntılı, o eski güzel Yeşil Bursa’yı anlatan bir yazım, Anlar İzler Tutkular adlı kitabımda yer alıyor.
Yazma uğraşınız yaşadığınız şehirlerden olumlu ya da olumsuz etkilendi mi??
Pek fazla değil. İlk öykülerimi Manisa’da yazmaya başladım. Otuz yaşındaydım. Yalnızdım, dopdoluydum. Sabahlara kadar durmadan yazıyordum. Böyle başladı.
Siz de gerçek bir çizgi roman tutkunusunuz. Şimdikiler filmler ve oyunlarla çizgi romanları tanıyıp seviyor. O üçüncü hamur kâğıda basılmış çizgi romanlardaki tadı 4 boyutlu çizgi animasyon filmlerden alıyor musunuz?
Beş ile on yaşlarım arasında çok okudum çizgi romanları. Sonra Orhan Kemal, Jules Verne vs. okumaya başladım. Günümüz bilgisayar oyunlarıyla çizgi romanları ilgi alanıma hiç girmedi. Yeterli bilgim yok. Reklamlarda zombi maceralarına rastlıyorum. Zavallı çocuklar!
Genç yazarlar medyanın tüm gücünü kullanmak, kendini daha geniş kitlelere hızlıca duyurmak istiyor. Öte yandan yazar üretici yalnızlığa da ihtiyaç duyar. Siz bu dengeyi nasıl yürüttünüz?
Bu gücünü önce iyi şeyler yazmak için kullanıyor mu? Bir an önce tanınmak nasıl oluyor onu da bilmiyorum. Medya ve hız çağından yararlanan bu ünlü genç yazarlar kimler? Reklamla üç gün gündemde kalacağına inanmıyorsa düşüşü kaçınılmaz olmaz mı? Yazar medya yaldızıyla kalıcı olamaz. Belki de ben dinozorum. Çağım geçmiş. Çok iyi başlangıçlar yapmış, etkili edebiyat adamları tarafından kollanıp öne sürülmüş birçok genç yazar gördüm. Bugün hiçbiri ortada yok. Yalnızlıkla üretme ve kalabalığa karışma dengesini sağlamaksa yazarın ustalığına bağlı.
Edebiyat, televizyon ve sinema için ilham kaynağı. Size danışılsa hangi öykünüzü, romanınızı ya da karakterinizi önerirsiniz yapımcılara.
Çok güvenmediğim piyasa endeksli yapımcıya hiçbirini önermem. Günümüz dizileri çoğunlukla cahiller ve aptallar için yapılıyor.
Bir önceki sorumu tersinden de sormak isterim... Sinema ya da televizyonda izlediğiniz bir karakterden esin alarak bir kurgu karakteri şekillendirdiğiniz oldu mu?
Hayır. Karakterlerimi gerçek hayattan alıyorum ve çok uzun süre üzerlerinde çalışarak hikayelerini oluşturuyorum.
Son yıllarda birçok klasik sinema ve televizyona uyarlandılar ama birçoğu yapıtın ruhuna zarar verdiği gerekçesiyle eleştirildi. Bir sinemacı bir yapıtı özgürce yorumlama hakkına sahip midir?
Ben o kadar kötümser değilim. Dünya çapında çok başarılı yönetmenlerin çektiği son derece güzel ve yapıtın aslından daha etkili sinema filmleri ve diziler var. Kötüler ve yetersizler de var tabii. Edebiyat ve sinemanın ayrı kuralları ve olanakları var. Senaristinden kameramanına, oyuncusundan rejisörüne iyi kurulmuş bir ekip eserin ruhuna sadık kalarak sinema için yeniden yaratabilir.
"Yukarlarda En Uzaklarda" ile fantastik bir romandı ve herkesi şaşırtmıştı…
Doğru, bir ilkti. Kuantuma dayalı fantastik ögeler içeren ve varlık yokluk sorunu üzerinde gezinen bir çalışmaydı. Gerçekle gerçeküstünün, distopya ve ütopyanın yumuşak geçişleriyle örülmüş bir hikâyeydi. Genç yaştaki kızlarının ölümüyle sarsılan, dağılan bir göçmen ailenin dramı çok şaşırttı ama çok da sevildi.
Kaleminizin ucunda yeni öyküler ve karakterler var mı?
Yeni bir roman üzerimde çalışıyorum. Umarım bahar aylarında bitmiş olur.
Söyleşi: Nihal Taşdemir Can