"Okur yazar ilişkisini aşan bir bağın peşindeyim"

Altay Öktem özel bir yazar, özel bir şair, özel bir yayıncı. Son romanında, Yalan Yanlış Hayatlar’da önemli meseleleri ustalıkla işliyor, karakterleriyle sıradana meydan okuyor. Sayım Çınar Altay Öktem’le roman evrenini konuştu.

Google Haberlere Abone ol
Medyatava Özel "Okur yazar ilişkisini aşan bir bağın peşindeyim"

Sayım ÇINAR / [email protected]

Okur Yazar İlişkisini Aşan Bir Bağın Peşindeyim

"Okur yazar ilişkisini aşan bir bağın peşindeyim"

Bu romanın tüm romanların arasında nereye oturuyor? Polisiye yazmaya devam edecek misin?

Türlerin iç içe geçtiği bir dönemdeyiz. Köy romanı, politik roman, aşk romanı gibi adlandırmalar ne zamandır kullanılmıyor. Kullanılmasına da gerek kalmadı. Diğer yandan fantastik, polisiye, yeraltı gibi eskiden edebiyatın merkezine alınmayan, kıyısında görülen türler ana akım içinde yer almaya başladı. Yalan Yanlış Hayatlar’da söylediğin gibi polisiye unsurları da var, Urban Novel denilen kent romanı sınıfına da girebilir, bazı açılardan yeraltı edebiyatına da yakın, özellikle romanın son bölümlerinde fantastik sayılabilecek öğeler de var. Sonuçta anlatılan bizim hayatımız. Bizim mahallemiz. Biraz suç var, çoğu imkânsız olmak üzere aşklar var, üçkağıt var, son dönemlerde kaybettiğimiz o insani değerler ve vicdan da var. Biz varız. Romanın türü, aynı hayatımız gibi, karmakarışık.

Film tadında bir roman. Milliyetçilik, cinsiyetçilik, ırkçılık konuları var. Sert eleştirilerini karakterler üzerinden yapıyorsun. Romanın hikayesi nedir, nasıl yazma kararı aldın?

Sanıyorum bu roman, yıllardır biriktirdiklerimin dışa vurumu. Belki on yıl, yirmi yıl önce bu romanı yazamazdım. Çünkü o zamanlar henüz yaşama, gözlemleme ve içselleştirme aşamasındaydım. Şimdi geriye doğru baktığımda, yaşadıklarımı, duyduklarımı, gördüklerimi düşündüğümde, üstüne bir de kurduğum hayalleri kattığımda Yalan Yanlış Hayatlar çıktı ortaya. Bu coğrafyada hepimiz film gibi yaşıyoruz. Çoğunlukla mutlu sonla bitmeyen filmler bunlar. Milliyetçilik, cinsiyetçilik, ırkçılık bizim gerçeğimiz, kanımıza işlemiş durumlar. Mahallenin bakkalı milliyetçi olsa şaşırır mıyız, sabahtan akşama kahvede oturanların kaçı cinsiyetçi değildir, çevremizde ırkçı olmayanları parmakla sayarız herhalde. Var olan durumu yorum yapmadan ortaya koymaya çalıştım. Ama kahramanlarım ne düşündülerse, ne gördülerse onu söylediler, ne yapmak istedilerse onu yaptılar.

"Okur yazar ilişkisini aşan bir bağın peşindeyim" - Resim : 2

Üçüncü sayfa haberleriyle yaşıyoruz. Bu noktaya nasıl geldik?

Biz bu hale gelmedik, getirildik. Tüm değerlerin altüst olduğu bir dönemden geçiyoruz. Toplumsal bir çöküş yaşıyoruz. Bu her şeye yansıyor. Küçük bir çocukken mahallenin bakkalından harçlığımla kola almak istediğimde, çocuklara kola satmıyorum demişti. Belki de o adam kesekağıdının dibine ağırlık koyup pirinci eksik tartan biriydi. Ufak tefek hileler yapsa bile bir çocuğa zarar vereceğini düşündüğü şeyi satmazdı. Bugüne oranla daha masum bir dönemdi. Kötülük yine vardı ama kötüler dışlanırdı. Bugün kötülüğün normalleştiği bir dönem yaşıyoruz. Artık her birimiz üçüncü sayfa haberi olmaya adayız.

Irkçılığa dair önemli metinler çıkıyor son dönemde. Küçük Muazzam Şeyler Jodi Picoult'nun sade bir hikaye üzerinden büyük bir konuyu anlatıyordu. Sen de romanında can alıcı meseleleri ustalıkla işliyorsun.

Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada ırkçılığın, şiddetin, baskının hızla yükseldiği bir dönemdeyiz. Bana öyle geliyor ki, insanlık, insan olmanın yükünü taşıyamaz oldu, çareyi kendi ayağına sıkmakta buldu. Edebiyat bir itiraz ve direnme alanı. Küçük Muazzam Şeyler, gerçekten de muazzam bir kitap. Küçücük bir hikâye üzerinden bütün bir insanlık halini gözler önüne seriyor. Bu tür yapıtları önemsiyorum, çünkü edebiyatın düşündüğümüzden daha etkili olduğuna inanıyorum. İnsanın kendi eliyle kendini yok etme sürecini durduramasa da, en azından yavaşlatabilir.

Mizah öğesi hep karşımızda romanlarında. Adalet artık şaka konusu bile olamayacak noktada.

Mizahı, özellikle de kara mizahı seviyorum, çünkü en çok o yakışıyor bize. Bir de, bu coğrafyada çok ağır şeyler yaşandı, hâlâ da yaşanıyor. “Güleriz ağlanacak halimize” diye bir söz vardır ya, ben onu çok önemsiyorum. Eğer, yeri geldiğinde kendi trajedimize gülmeyi beceremezsek, hem direnemeyiz, hem de hayatı kendimize zindan ederiz. O yüzden de trajedilerin komik yanını, komikliklerin de trajik yanını ortaya çıkarmaya, yazdığım her metinde onları görünür kılmaya çalışıyorum. Adaletin kendisi değil, adalet sözcüğü bile bir anlam ifade etmiyor artık. Sadece kantarın topuzu kaçmadı, kantar depoya kaldırıldı. Diğer açıdan, eskiden de adaletsizlik vardı ama bunun karşısında, iyi kötü toplumun kendi adalet anlayışı da vardı. Yani mahalle baskısı doğru yönde de kullanılıyordu bazen. Şimdi mahalleler de bozuldu. Toplum topyekun çözüldü.

"Okur yazar ilişkisini aşan bir bağın peşindeyim" - Resim : 3

Popülerlik ancak kendini tekrar edersen mümkün diyorsun. Bu ne anlama geliyor?

İnsanın en temel dürtülerinden biri güvenliktir ve bu açıdan insan davranışları tekrarlı davranışlardır. Bilinçsizce de olsa, eve giderken genelde aynı rotayı izleriz, gece hayatı çok yoğun kişiler bile genelde hep aynı mekânlara gider, yediğimiz yemekten dinlediğimiz müziğe kadar hepsi üç aşağı beş yukarı aynıdır. Bildiğimiz, önceden deneyimlediğimiz şeyler bizim güvenlik alanımızı oluşturur. Yenilik ise risklidir ve hiç bilmediğimiz tehlikeleri içinde barındırma ihtimali vardır. Bu söylediklerim benim tespitlerim değil; insan psikolojisinin temel argümanlarından biri. İnsan içgüdüsel olarak, alışkın olduğu, aynı melodilerin tekrarlandığı müziği, daha önce okuduklarıyla benzer bir dilin kullanıldığı, benzer temaların işlendiği kitapları kendine yakın bulur, onları kendi güvenlik alanı içinde görür. Kulağının alışık olmadığı bir müziği dinlemek, alışkın olmadığın tarzda bir kitabı okumak risktir aslında. Yeni bir maceraya atılmaktır, ki sanıldığının aksine çoğunluk macerayı sevmez. Bu açıdan popülizm kaygısı güdenler pek de hissettirmeden kendilerini tekrar ederler. Oysa sanat, bir yanıyla da arayıştır.

Okurla nasıl bir ilişki kuruyorsun?

Bir kurgu kafamda olgunlaştığında roman kendini yazdırmaya başlıyor. Yazarken okuru düşünmüyorum demek yanlış olur, sadece bir tek okuru, yani kendimi düşünerek yazıyorum. Sonuçta ben de bir okurum, elimden geldiğince hem edebiyatımızı, hem de dünya edebiyatını takip etmeye çalışıyorum. Yazarken, bir okur olarak zevk alacağım, elimden bırakamayacağım bir roman yazmaya çalışıyorum. Bu da, okurla aramızda sağlam bir bağ oluşmasını sağlıyor. Varoluş kaygısını aynı düzlemde yaşadığımız okurlarla, okur yazar ilişkisini aşan bir bağımız oluyor ki bu beni çok mutlu ediyor.

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin