Çocukluğumun bir kısmı Kırşehir'de geçti. Hiç tanışmamış, bir kere bile nasıl olduğunu ağzından duymamış olsanız bile çok sevdiğiniz insanlarla aynı şehirden farklı zamanlarda geçmenin tuhaf bir hazzı var. Bu yüzden sanki benim çocukluğuma dokunmuş gibi Neşet Ertaş.
Aslında Neşet Ertaş en çok hepimizin kalbine dokunmuş gibi. Sadece türküleriyle, yanık sesi ve sazıyla değil. İnsanlığı ile de. 2000 yılında hani Almanya'dan döndüğünde verdiği bir konser var ya... Seyircisinden izin isteyip çıkarmıştı, ceketini. Nasıl da mahcup, nasıl da izleyicisine saygısızlık yapmamak için tedirgindi. Şimdi kaldı mı sahiden böylesi? Şimdi genç kuşakların 'sanatçı' diye bildikleri, 'ev parasıyla alışveriş yapıyorum' diye televizyonlarda konuşanlar değil mi?
Misal hep yoksuldu Ertaş. ''Yoksulluk içinde bir çocukluk yaşadım'' diye hayatını anlatırken bile ne kendini yaradana kırgındı ne de kendisini dünyaya getirenlere. Henüz 5 yaşındayken babasının ardına takılıp düğünlerde çalgıcılık yapmaya başladı. Çünkü evin geçimine katkıda bulunmalıydı. Köylerinde okul yoktu ki zaten, muhtarın odasına bir öğretmen gelmişti. Sadece bir kere gidebilmişti oraya da.
"BEN HAYATTA HİÇ MEKTEBE GİTMEDİM"
Ama yıllar sonra ona fahri doktora verildiğinde, giydiği cübbeyle kameralara şunları söylemişti: ''Ben hayatta hiç mektebe gidemedim. Ben ancak türkü çalar, türkü söylerim. Bunun dışında bir şey bilmem. Benim bu özlemimi gideren, ülkemin hassas duygulu, ileri görüşlü insanlarına, bana bu unvanı verdikleri için teşekkür ederim. ''
Bazı insanların öldüğüne inanmazsınız. Öyledir Neşet Ertaş. Yaşarken çok değeri bilinmese de şarkılarına telif ödenmese de yoktu kimseye kırgınlığı. Ne para kazanamamasına sıkıldı canı ne de türkülerinde adının geçmemesine. Ama şarkılarını yarım yamalak, eksik, duygusuz söyleyenlere denk geldikçe yandı ciğeri. ''Bir türkünün aslını dinlemek isteyen varsa ben buradayım hala yaşıyorum'' dedi.
Fakat öyle konserlerini milyonlar doldursun da istemezdi. 'Konserime verecekleri parayla evlerine ekmek alsınlar' diyecek kadar mütevazıydı.
Diyelim canınız sıkıldı, kapıldınız bir yangına, içli içli dinlemek isteseniz, çağırsanız evinize gelecek gibiydi.
Halktandı, bunun için reddetmişti 'devlet sanatçısı Unvanı'nı. Yoksa politik falan değildi, hayatında bir kez bile oy kullanmamıştı. Oy verince insan ayrımı yapacağına inanıyordu. Kendisine gelen siyasetle ilgili tekliflere ise şu yanıtı vermişti: 'Beni Cumhurbaşkanı seçseler bile kabul etmem. '
HAYATTA EN ÇOK BABASINI SEVDİ
Sadece sevilmek istedi Ertaş. Sevildi de. Sağcısı da sevdi onu, solcusu da. Zengini de, yoksulu da. İki dünya bir araya gelse yan yana gelmez dedikleriniz, yan yana dizilip dinledi şarkılarını. Acısıyla barışır mı insan, yarasını okşar mı, kabuğunu koparmadan? Ertaş sayesinde yaptı. 'İnsanın derdi ne kadar büyük olursa gülüşü o kadar sıcak olurmuş, o dert güzelleştirirmiş yüreğini' dedi çünkü. Yaralarımıza bakıp, gülüşlerimizi çoğalttı.
Hayatta en çok ise babasını sevdi.
'Neyim varsa ondan öğrendim' dedi. Kırşehir Belediyesi, heykelini yaptırmak istediğinde kabul etmedi. 'Beni yapmayınız efendim, rahmetli babamı yapınız. Zira benim tüm sanatım babamdandır' dedi. Kırmadılar ustayı. Kırşehir Terme Caddesi'ne babasının heykelini koydular, dizinin dibine de Ertaş'ın çocukluğunu.
Sevmeyi bilen çocuklar mı olduk, emin değilim. Ama gönüle korkusuzca 'göyün' demeyi Ertaş'tan öğrendik. O ne zaman 'göynüm seni arıyor' diye seslense bize, biz de aradık uzak, yakın bir yerlerde, birilerini. Hak ettikleri için, kopamadığımız, vazgeçemediğimiz için değil, Neşet usta için. Çünkü onun adı neşeydi, dertti, aşktı. Aynı anda hepimiz onunla âşık olabilir, onunla yorulabilir, onunla arayabilir, onunla kaybolabilirdik. Ama onu dinlerken asla ve asla nefret edemezdik.
Nahifti. Öyle nahifti ki, bir röportajda "İlk ne zaman âşık oldunuz?'' diye sorulduğunda, ''13 yaşımda. Yozgat’taydık, mahallenin kızıydı. Ona bir türkü havalandırdıydım" deyip kızın adını da söyledi. Sonra da pişman oldu: "Yazman gurban oluyum, sevda sırrınan olur."
Şimdi kimse sevdiği kıza türkü havalandırmıyor ustam, şimdi kimse sevdasının adını gizlemiyor koynunda. Her şey uluorta... Her şey dökülmüş yere...
Sana 'Bozkırın Tezenesi' lakabını takan Yaşar Kemal da gitti buralardan.
Buralar kan revan, buralar bulutlu, artık insanların sabrı kalmadı birbirine. Ama üzülme.
Siz gidince hep dünyanın rengine kananlar kaldı, hepimiz cahil olduk.