Mirgün CABAS / MİLLİYET
Bir ayrılık
Drama yaratmadan, elde koliyle Amerikan filminden fırlamış gibi
görünmeden ofisimden ayrılayım dedim, beceremedim. Bir dizi yanlış
anlama ve işgüzarlık sonucu odamın önü boş koliler, bir küçük el
arabası ve bina görevlileriyle dolunca, odamdaki kitap, arşiv ve
ıvır zıvırı ufak ufak, çaktırmadan boşaltma girişimim yalan oldu.
Madem koliler geldi, bari doldurayım içlerini dedim ve başladım
rafları dolapları aşağı indirmeye...
15 yıl, üç bina, birkaç ofis, bir dergi, 10’dan fazla farklı
televizyon programı, binlerce haber bülteninden sonra işimden
ayrılıyorum. Pılıyı pırtıyı toplama -daha doğrusu pılının pırtının
içinde kaybolma zamanı. Raflardan biri, televizyon programlarımdan
kalma gündem ve toplantı defterleriyle dolu. Gündem konuları, bugün
“Hakikaten ya.. Böyle de biri vardı” dediğim program konuklarının
iletişim bilgileri, gece bülteni yaparken yemek sipariş vermeden
önce lokantalardan not aldığım menüler çıkıyor karşıma. Defterlerin
her sayfası, kimlere ait olduğu belli olmayan cep telefonu
numaralarıyla dolu. Ya da niye oraya yazdığımı tabii ki
hatırlamadığım isimlerle...
Sadece ay ve gün yazarak başladığım toplantıların maddelerinden yıl
tahmini yapmak mümkün mü? Mısır’da saldırı: 23 ölü; Condolizza Rice
16.00 geliş; Mahmud Abbas, Başbakanlık; Genel Kurul’da çevre
yasası... Banu Güven’in masamı boş bulduğunda beni kızdırmak için
defterlerime karaladığı, gece yarısı mesaileri bunaltılarının eseri
notlar.
Haber bandı deşifreleri, röportaj time code’ları, bilgi notları,
bant minütajları, toplantılardan kalma can sıkıntısı
çiziktirmeleri... Kutu kutu CD’ler, içlerinde program kayıtları.
Seçim gecesi yayınları, Yazı İşleri programı kayıtları, izlemeye
içimin elvermediği 24 Saat haber bülteni arşiv kopyaları, seçim
nabzı tutmak için yapılan programların kayıtları, röportaj ham
bantları. Defterlerin arasından, zarfların içinden, CD’lerden
fırlayan, basılı ya da jpeg fotoğraflar: Beş sene önce ekiple pasta
keserken, on sene önce Barcelona’ya yaptığımız seyahat, on beş sene
önce toplantı masasında... En son işe giriş evrakı toplarken
gördüğüm üniversite diplomam, müdürlük zamanımdan kalma personel
listeleri, maaş artış çizelgeleri, sudoku doldurur gibi yapılmış
editör, spiker, yönetmen çalışma tabloları...
Çeşitli gazete, dergilerle yapılmış röportajlar. Haber dergileri,
üniversite dergileri, sektör dergileri... Farklı dergiler,
röportajcılar, değişmeyen sorular: “Gazetecilik çocukluk hayaliniz
miydi”, “İyi bir televizyon habercisinde bulunması gereken unsurlar
nedir”, “Tarafsızlığınızı nasıl koruyorsunuz”, “Programlara nasıl
hazırlanıyorsunuz”, “Türkiye’de gazeteci olmanın zorlukları
ne?”
Yanımda götüreceklerim arasına koymakta tereddüt etmediğim, epey
zaman önce yapılmış röportajlardan birinde “Kanalınızı diğer
kanallardan ayrıştıran ilkelerden bahseder misiniz?” diye
sormuşlar. Demişim ki “Türkiye çeşitli iktidarlardan, ekonomik
krizlerden, çalkantılı dönemlerden geçti. Kanalım da kendini,
çalışanlarını, yöneticilerini utandırmayacak bir performans
sergiledi. Tersi zaten bizi huzursuz eder, buradaki varlığımızı
sorgulamamıza yol açardı. Her iktidar kendi sözcülüğünü yapması
için medya üzerinde etkili olmaya çalışır. Bu taleplere rağmen
vicdanınız yara almadan, inandığınız ilkelerden ödün vermeden bu
işi sürdürme gücünüz, yetenekleriniz varsa sözünü ettiğiniz duruş
ortaya çıkıyor. Bu duruş da ortaklaşa belirlenir.”
Boş kolileri doldurmaya yarayan bir sürü ıvır zıvırın yanında, bir
sürü boş laf işte...
YAZININ DEVAMI İÇİN:
http://gundem.milliyet.com.tr/bir-ayrilik/gundem/ydetay/1739508/default.htm